Chicago'da kış soğuğunun iliklere işlediği bir gece, yakın bir dostumun “Hazret, yarın sabah erken saatte bir görüşebilir miyiz? Bir cenaze işi var da!” telefonu, mesleğin rutinlerinde idi. “Adam cenazeden bahsediyor. Bu çok mu normal?” şaşkınlığının, İmam-Hatip mesleğine yabancı olanlar için gayet normal olduğunu kabul ediyoruz.
Ertesi günü erken saatte buluştuğum dostum ile günlük mesaimiz üç aşağı beş yukarı aynıydı. Derse gir, ödev yetiştir ve Chicago'nun katlanılmaz kışını en az hasarla atlatmaya bak! Kısa bir konuşmadan sonra, o günkü ihalenin bana kalacağı belli oldu. Dostum, yılar önce Amerika'ya sığınmış Kırım'lı bir Müslümanın, İslam'a ait bütün renklerini kaybetmiş yakınlarına, cenaze techiz ve tekfin işlemlerinin İslami usullere göre yapılmasına dair zor bir vasiyyet bırakmış. Yabancı bir ülkede, Yaşlı Kırımlı'nın bu talebini yerine getirecek aileden birini bulmak şöyle dursun, o civarda böyle bir isteği icra edecek yeterli elemana ulaşmanın imkansızlığı bütün izahların ötesindedir. Türkiye'de harc ı alem ve üretim fazlası İmam-Hatipler'in, yabancı bir ülkede nedaret ve kıtlığının verdiği konforu bilemezsiniz. Bu yüzden, Chicago soğuğunda, gece yarısı telefon trafiğinde mesleki ihalenin yazarınızın ayağına yuvarlanmasını garipsemeyin! Mesleği imamlık olanlar için, doğum ve ölüm gibi zıt iki nokta arasında gidip gelmek her zaman gecenin ya geç saatlerine ya da sabahın ayazına rast gelir.
Ailenin gasilhane olarak kullanılmak üzere randevu aldığı Funeral Home'a (Dış görünümü biraz daha sevimli, gasilhane'nin İngilizcesi!) vardığımda, mevtanın yakınları ile birlikte, bir kaç aşina sima ile de karşılaştım. Cenaze sahiplerinin, Amerikan filmlerinde gördüğünüz kalbur üstü ailelerden olduğu her hallerinden belliydi. “Şu sıkıcı iş bitse de işimizin başına dönsek!” aceleciliklerini gizlemeye ihtiyaç duymuyorlardı. Cenazeye geldiklerinin gösteren tek işaret, Ray-Ban marka siyah gözlükleriydi. Daha önceden tanıdığım, iri yapılı, güçlü kuvvetli birine “Siz gelin de, bana yardımcı olun!” deyince “Aman Hocam, beni bu işe karıştırma!” diyerek nasıl telaşlandığını görünce, çok şaşırdım. Bereket versin, yanındaki genç “Hocam ben geleyim!” dedi de, cüsse içinde gömülü delikanlılık fazla ayağa düşmedi.
Kırımlı Yaşlı adamın, cenaze namazını kılmak için Funeral Home'a yaklaşık kırkbeş dakikalık mesafede Pakistanlı müslümanlara ait bir mescide gitmemiz gerekti. Mevta için kılınacak cenaze namazına aileden pek katılan olmadı ama, mescid haziresinde öğrenim gören otuz kadar cıvıl cıvıl Kur'an Kursu öğrencisi, hayatlarında hiç karşılaşmadıkları meçhul bir müslümana dua etmek için saf bağladılar. Arka saftan bu manzarayı görünce, Yaşlı Kırımlı'nın, İslami Usullere göre defnedilme talebindeki ısrarına Cenab-ı Hakk'ın bu masumların duaları ile mukabele etmesi, ayrı bir mazhariyetti.
Bu hadiseyi anlattığım değişik ortamlarda, arkadaşlarımın “Hazret, cenaze de mi yıkadınız?” şaşkınlıklarına “İmam Hatip Liseleri'nde ne öğretildiğini düşünüyorsunuz? Oradan mezun olanlara, sistemin taktığı isim, eski ismi ile “Gassal” modern ismi ile “Cenaze yıkayıcıları!” değil mi?” rahatlığımdan hiç yüksünmedim. Kahir, zorba ve dikta sistemlerin dini eğitime takındıkları tavır ne olursa olsun, halkın hadiseyi anlayış ve kavrayışı farklı olmuştur. Bu yüzden, İmam-Hatipli olmayı Notr-Dame'nin Kamburu mahcubiyeti ile gizleyen meslektaşlarımla aynı çizgide değiliz. İslami bilgisi bir çay kaşığını doldurmayan sözde yazar-çizer takımının, İslami konularda yazma şehveti karşısındaki zavallılıkları da, yazarınızın en çok Ti'ye aldığı ironiler arasındadır. İslam'dan haberleri yoktur ama, “Ağır yürü alim sansınlar!” akrobasileri ile okuyucu kitlelerini, sosyal medya takipçilerini etkilemeye bayılırlar.
Son bir kaç yıldır, ateizm, deizm ve gnostisizm gibi 'z' aliterasyonu iç bayıltan itikadi kavramlar piyasada yoğun bir talebe mazhar oldu. En az kırk senedir, İslami yazılar yazıp müslümanların başına bela olan ve şimdi akli dengesi iyice bozulan budalanın biri, “İmam-Hatip ve İlahiyatlar deist yetiştiriyor!” demez mi? Ya hu, insan kırk yıl yazar-çizer ve gazetelerde köşe meşgul eder de bu kadar mı seviyesiz olur? O geçen on yıllarda irfanına bir tuğla ilave edememesi ne kadar acı! Ateizm ve deizm gibi insanlık tarihi kadar eski ve köklü itikadi tercihlerin, İmam-Hatip ve İlahiyat sıralarında beyin fırtınası halinde tartışıldığını falan zannediyor! Cehaletin bu kadarına da pes!
Sahası olmadığı halde dini konuların cazibe ve şehvetine kapılan bir çok yazar-çizer, piyasanın gazına gelip boyundan büyük işlerde kendisini gülünç duruma düşürmekten çekinmiyor. Yukarıda ima ettiğimiz akıl fukarasının sütunlarını meşgul ettiği gazetenin hemen hemen bütün yazarları aynı zihni illet ile malul. Neyse ki, mevcut Halife(!) kendilerinden olduğu için, şimdilik saltanat ve maişetleri garanti altında.
Liseden mezun olduktan sonra, tıp fakültesinde yedi yıl okuyan öğrenciler pratisyen hekim olarak mezun oluyorlar. Pratisyen Hekimlik de prestijli bir ünvan olsa da, bu kadarlık bir eğitim, beyin, kalp ve benzeri operasyonlar için yeterli görülmez. Beyaz gömlekleri ve alamet-i farikaları olan stetoskopları ile her seviyedeki sağlık çalışanı geçtiğimiz yılın en kahraman meslek grubu oldu. Bu itibarlı duruma rağmen, hiç kimse “Ya hu, bu pratisyenler neden bir araya gelip Covid-19'a bir aşı üretmiyorlar ki? O kadar yıl, kan, idrar tahlili ya da tansiyon ve şeker ölçmek için mi okudular?” diyecek akıl fukaralığına düşmedi.
Akli dengelerini iyiden iyiye kaybeden bir çok köşe yazarı, İmam-Hatip ve İlahiyattan neden İmam-ı Harameyn el-Cüveyni, İmam-ı Gazali, İbni Rüşd ya da Muhyiddin-i Arabi yetişmiyor diye höykürüp duruyorlar! Bu akıl özürlü güruhun, yakın bir zamanda “Tıp fakültelerimiz neden bir İbn-i Sina yetiştiremiyor!” diye dövünüp akıldanelik taslarlar! Hele bir şu Covid-19 geçsin!
Kırımlı müslümanın techiz ve tekvin işinden aylar sonra, başka bir cenaze ihalesi Chicago'daki dostumun üzerine kalmıştı. Sonraki bir karşılaşmamızda, “Nasıl oldu?” diye sormaya kalmadan, dostum “Mevtayı otopsiden çıkarmışlar. Teneşir üzerinde, pratisyen hekimlerin acemi dikişleri ile toplanmış bir şey ile karşılaştım. Bir hafta kendime gelemedim!” diyerek dert yandı. Gördüğünüz gibi, mesleğe ait hatıralar hep iç açıcı ve kıssadan hisse tadında olmuyor.
Türk medyasında zaman zaman nükseden, “Aman, deizm yayılıyor. Gençler dinden uzaklaşıyor. Ateizm almış başını gidiyor. Yetişin dostlar!” türünden çığırtkanlık ve saçmalıklara kulak asmayın. İslam toplumlarının öyle veya böyle tevarüs ettiği dini miras, geçici salgınlar için en az Pfizer ya da Moderna aşıları kadar güvenilirdir. Geçtiğimiz zorlu yıllarda bu miras, yüzde doksan-doksanbeş oranında direnç ve mukavemet sağladığını gösterdi. İslam toplumlarının problemi ateizm, deizm, gnostizm ya da abdetü'ş-Şeyatin değil, hiç de olmadı. Asıl problem, ümmetin başına bela olan zalim, fasık ve facir idarecilerdir. Şimdi bunu bir gassal söylediği işin, o akıl fukaraları “Halife'ye dil uzatıyor!” diye küplere binerler, iyi mi? Bu da bizim haftalık hobimiz!
Kadir Gürcan