Seçim sonrası bütün planlar iktidar ve Saray’ın kazanması üzerine yapılıyor. Şimdiden galibiyeti garantileyen kesimin diğer ihtimalleri dillendirenlere karşı tavırları asabi, sabırsız ve tahammülsüz. “Saray kaybederse ne yapacaksınız?” sorusunu makul bir çerçevede cevaplayabilecek zihni insicamdan mahrumlar.
Bir önceki televizyon programında saç-saça baş-başa birbirine yiyen havuz beslemeleri iş iktidar mensuplarına gelince süt dökmüş kedi mahcubiyeti ile süklüm büklüm oluyorlar. Hele devletlinin karşısına oturup “Cumhurbaşkanı’na soru soruyorum. Düşmanlarım çatlasın!” havaları ile şekilden şekilde girenlerin omurga esnemekteki maharetlerine diyecek yok. Ya hu siz, şu iyi giyimli ve kusursuz makyajlı bayan sunucuların programlarında aslan kesilip meslek onuru ve sanatçı kişiliğinizden dem vuran konu mankenleri değil misiniz? Bütün cakanız ve tafranız gariban halk kesimine mi?
Kameraların önünde, binlerce seyirci karşısında yaşanan bu karakter erozyonları nasıl tamir edilir ki? Yarın bir gün bunlara bakıp utanmazlar mı dersiniz? Ettiğimiz lafa da bakın? Utanma gelişmiş bir insani kalite ve havuz medyası bu tür etik ve ahlaki normları çoktan rafa kaldırmış durumda. “Ballar balını buldum. Kovanım yağma olsun, dostlar!” divaneliğini parti ve Saray tetikçiliğine pek de mahirane uyarladılar.
Türkiye’de siyasetin düştüğü bu kalitesizlik yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarı elinde bulunduranların vebali. Suyu alabildiğince bulandırdılar ve sadece kendileri gibi karbondioksit soluyan canlılar dışında kimseye hayat hakkı tanımayacaklar. Din, mezhep, siyasi eğilim ve yaşayış tercihleri açısından ötekileştirilen kitlelerin bu ortamda nefes alma imkanları ya hiç yok ya da çok sınırlı.
İki on yılda çok şey değişti. “Nasıl olsa işe yarıyor!” kolaycılığına yatırım yapan havuz medyası bu konforu kaybetmemek için elinden geleni yapmaya kararlı bu yüzden düşük bir ihtimalle de olsa 15 Mayıs’ta beklemedikleri bir sürpriz ile karşılaşmaları halinde “Yenilgiyi kabul etme!” erdem ve olgunluğu dışında bütün alternatifler için açık kapı bırakıyorlar. Nasıl olsa gücü elinde bulundurduğuna inandıkları Saray’ın şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da istediğini söke söke alabileceğine eminler.
Geri kalmış ülkelerde seçim dönemleri de adaletsiz ve dengesiz şartlarda sürdürülür. İktidar kontrolündeki medyanın takılı kaldığı propaganda frekansındaki bildik klişeler hiç değişmez. Muhalefet parti liderleri başta olmak üzere iktidar ile kavgalı kesimin gözlerini korkutmaya yönelik girişimlerin bizzat iktidar tarafından görmezden gelinmesi, hafife alınması da müstebit iktidarların seçim stratejileri arasında. İşe yaramıyor mu elbette ki yarıyor.
Bütün muhalefetin terörist, işbirlikçi ve dış destekli olduğuna ikna olunca, sandıktan önceki ilk çıkışta muhalif kesimin bir şekilde oyun dışı bırakılmaları vatani görev sayılıyor. Seçim dediğimiz şey, çok partili sistemin bir uygulaması ve farklı partiler seçime girince bir şey ifade ediyor. Seçimin hikmet-i vücudu bu değil mi? Yoksa biz mi yanlış anlıyoruz? Halihazırda oyunun rengi belli olan aşırı partizan kesime bu seçimin Saray için bir güven oylaması olmadığını anlatma durumunda değiliz.
Seçime iki haftadan az bir süre kala seçmenden radikal değişiklik ve sürpriz beklentilerine yatırım yapmakta iş değil. Böylesine bir imkansızlığın sınırlarını zorlamaktansa, bu seçimde de daha öncekilerde olduğu gibi bedeli ne olursa olsun ahlaki sınırlar içinde kalmakta fayda var. Saray başta olmak üzere, iktidar cephesi, kendi oluşturdukları bu bulanık havaya herkesi mecbur etmek istiyorlar. Bu seviyesizliğe “Seferberlik, cihad, seccade, Ayasofya, zemzem...” klişeleri ile dini kudsiyet katma girişimleri de suyun rengini değiştirmeye yetmiyor.
Okuyuculardan bazılarının “Neden bunlara bir cevap vermiyorsunuz?” haklı serzenişleri kulağımıza gelmiyor değil! Polemik ve it dalaşı yazar-çizer takımının direnmekte zorlandığı ölümcül şehvetler arasındadır. En masum polemikte bile ölçü korumak imkansızdır. Boşuna, “Never wrestle with a pig because you'll both get dirty and the pig likes it!”, (Sözümüz meclisten dışarı!) Malum hayvan Hınzır ile didişmeye ve mücadeleye etmeye kalkışma. Her ikiniz de çamura batarsınız ve sadece Hınzır bundan doyumuna zevk alır!” dememişler.
Şimdi siz “Havuz medyası aşağı havuz medyası yukarı! Peki bu havuz da hangi balık yaşıyor? Neden bu önemli ansiklopedik bilgiyi atlıyorsunuz?” diyerek entelektüel bir sancı içine girmiş olabilirsiniz. Bu entelektüel merakı gidermek de bizim vazifelerimiz arasında. Dikta rejimlerin iç avlusundaki “Havuz” da tek bir balık türü yaşar; Piranha. Hani şu yiyecek bir şey bulamayınca birbirine saldıran ve birbirini dişleyen balık türü!
15 Mayıs’ta herhangi bir sürpriz beklemiyoruz. Bununla birlikte olurda, maçın ilk dakikasında Saray kendi kalesinde gol görürse, havuz medyasının bulandırdığı ortamda kan gövdeyi götürür ümidi beslemekteyiz!