Neredeyse on sene önceydi. İslam’ın fıtri cazibesine kapılıp Müslüman olan Amerikalı, genç bir bayan görmüştüm. Yirmili yaşlarındaydı. Daha bir kaç aylık, ter ü taze dini tecrübesine, bir kaç ay sonraki Ramazan-ı Şerif de eklenecekti. Öyle de oldu. Ramazan’ın nefsi hizaya getiren uzun soluklu, çetin terbiyesi, kim bilir bu yeni mühtedi bayan da hangi köklü alışkanlıkları, hangi hobileri hangi vazgeçilmez tutkuları hizaya getirmişti?
Aynı bayanı, Ramazan’ın herkesi ve her şeyi kucakladığı günlerde, başı önünde, rengi sararmış ama yaşadığı tecrübenin tatlı yorgunluğu ile fakültenin koridorlarını adımlarken bir kaç kez daha görmüştüm.
Bu Ramazan içinde, yine bir mühtedi delikanlı yakınlarıyla Ramazan, oruç, hilal, sahur, iftar çerçevesinde cereyan eden bir konuşmayı nakletti. Her gün üç litre su içmeyi ihmal etmeyen, günlük diyetlerinin olmazsa olmazı su olan ve dehydration’dan (vücudun susuz kalması) aniden ölüvermekten ödü patlayan yabancılar için, akla gelen ilk soru, “Su da mı içmiyorsunuz?” oluyor.
Aynı soruya muhatap olan delikanlı “Evet, su da dahil!” deyince, arkadaşı “Yalan söylüyorsun!” diye tepki gösterir. Gerçekten, yazın bu uzun ve sıcak günlerinde 17-18 saat susuz kalmak, hem de bir ay boyunca, bir çok kimse için inanılması zor bir durum. Delikanlı, “Bu gün dünya üzerinde bir buçuk milyar müslüman, bu bahsettiğim şartlarda oruç tutuyor. İnanıp, inanmamak senin problemin!” karşılığını vermiş. Gayet mukni bir cevap.
Hayatlarının belli bir döneminden sonra İslam ile tanışmış olanlar için, Ramazan-ı Şerife fiziki olarak alışmak biraz vakit alır şüphesiz. Ruhi lezzetinin ulaşılmazlığı bu fiziki zorluğu aşmada en büyük motivasyon. Arkadaşını iknaya çalışan genç mühtedi, “Müminlerin, oruç tutanların yemeği sevmediğini kim söylüyor? Oruçlu iken buzdolabını günde en az on kere açıp “Tatlılar orada, ayran hazır, dolmalar üst rafta...” iftar için yapılan ön keşifler, oruçlu günlerin masum kaçamaklarından değil mi?” latifesiyle de işi espriye vurmuş.
İtikaf da, Ramazan-ı Şerif’in hususiyetlerinden. Mübarek aydan istifadeyi kafaya koymuş olanlar için itikaf, Aşr-u Avahir’in vazgeçilmez rükünlerinden. Ne var ki, şartlarını yerine getirme konusunda Amerikalı mühtedi gencin karşılaştığı itiraza benzer bir dirençle karşılaşırsanız şaşırmayın. Ramazan itikafını, “On gün boyunca buradan çıkmıyorlar!” şeklinde fantazi film grafikleriyle veren medya esnafının işin hakikatinden ne kadar uzak düştüğünü söylemeye gerek yok. Onlar zaten hep öyle.
Bir arkadaşa, “İtikaf’da internet, e-mail, maç ve dizi seyretme olmaz. Bunların hepsi malayaniyat sayılır ve itikafı zedeler!”, dediğimde “Yok canım, siz işi zorlaştırıyorsunuz!” cevabını almıştım.
Öyle ya, her an sosyal medya, internet, televizyon, dizi, Survivor, finalistler, Arda, futbolcu transferleri ya da selfie uğraşlarından biriyle dünyayı kendinden haberdar edenler için, on gün, hem de oruç ağızla dünyadan kopmak dehydration’dan ölüvermek kadar ürperti veriyor olmalı. Teravihlerde, her tervihada twitter, Facebook, Whatsapp hesaplarını kontrol edenler için itikaf epey zor. Neylesiniz? İbadet ne ise o. İtikaf hangi şartlarda tamam oluyorsa, riayetten başka seçeneğiniz yok. İlmihal kitaplarının ciddiyeti, ibadet-ü taatin dünyevi alışkanlıklar içinde eriyip gitmesine, kültürel ve folklorik birer festivale dönüşmesine müsaade etmiyor.
İtikaf, Ramazan-ı Şerif’in vadettiği uhrevi semerelere talip olmanın en ciddi göstergesi. Üç ayların Receb ve Şaban’ında edilen “Ya Rabbi, bize Recep ve Şaban’ı mübaret kıl ve bizi Ramazan-ı Şerife yetiştir!” duasındaki samimiyet testi, itikaf. Hasais-i Nübüvve’den olan, yani Efendimiz (SAV) için hususiyet ve vecibe olan itikaf, kitaplarda ümmet için sünneti müekkede olarak yer almış.
Ramazan-ı Şerif’in bitiş hilali için gün sayanların aksine, itikaf için paçalarını sıvamış, seccadesini ve döşeğini mescidin asude bir köşesine sermiş olan mutekif veya akif, Receb ve Şaban’da ettiği duanın hakkını vermek için gündüzlerine gecelerini de ekleyerek Aşr-u Avahir’in damlasını zayi etmemek için uğraşır. İçinde Kadir Gecesinin gizlendiği son on günü tüketirken ne kadar iktisatlı ne kadar cimri ne kadar ısrarlı davranılsa yeridir.
Bu yıl ilk defa, mahalle mescidinin kuytu köşelerini kendilerine mekan edinmiş iki mutekifi görünce çok şaşırdım. Dünya kendilerini terk etmeden, yavaş yavaş dünyevi tutkulardan vazgeçme provası yapan bu iki abid’in mehabet ve ciddiyetleri bütün mescide nüfuz etmişti. Onlar görmeden, yer döşeği, rahle, tesbih ve takkeden oluşan ilginç kareyi kendim için resimledim. Günlük mazeret, bahane, öncelik ve engellemeleri senenin en hususi on günü hatırına bir kenara bırakabilmiş bu iki mahalle sakini gerçekten takdiri hak ediyor.
Şimdi onlar, Bayram Sabahı evlerine, yüzleri sararmış, katlanılabilir, tatlı fiziki yorgunluklarının semeresi olarak iki Cuma, iki saat-i icabe ve içinde Kadir Gecesi ihtimali olan itikaf ile geçirilmiş Aşr-u Avahir ile dönecekler.
Bu satırlar “İtikaf düşünceleri” değil. Zira bu tür şeylerle uğraşmak da mutekif için malayaniyat ve dünyevi takıntılardan kabul edilir ve itikafın sıhhatini zedeler. Maazallah, yazı hatırını da olsa dinin hassasiyetlerini kendimize benzetmeyelim.
Kadir Gürcan