Bu kadar alınacaklarını bilseydik Saray'ın yazdığı kitabı T'ye almazdık. Acaba devrik Libya diktatörü Kaddafi'nin Green Book (Yeşil Kitab)'ına benzettiğimize içerlediler? Nereden bilelim? Devlet bütçesinden finanse edilip tek baskı yaptıktan sonra itibar görmeyen evrak-ı perişanın kaderi geri dönüşüm ile ucuz, hurda kullanıma düşmektir. Diktatörlere ayrılan kitap rafları neden boş zannediyorsunuz? Oradaki tek klasik ve okunacak eser 16. yüzyılın opportünist yazarı Machiavelli'in The Prens'i.
Hazret'in gönlünü almak için imza günü falan da tertip etmediler. Yoksa kendileri de mi kitapta bir şey olmadığını keşfettiler dersiniz? Aksi halde her yazar gibi Saray da, devlet başkanlarına TOGG değil kitabını imzalayıp hediye ederdi. Ehl-i kitab'ın yazıya döktüklerini paylaşma konusundaki şehveti malumdur. Tatmayan bilmez!
Orijinal ibda ve inşaya güçleri yetmeyince mevcudu, kenarlarından kırpıp kendilerine benzetecekler anlaşılan. Hani şu Kayserilinin evdeki işleke makyaj yapıp ihtiyar babasına pazarlaması gibi bir şey. İktidar ve Saray yemedi içmedi, gizem ve kerameti kendinden menkul “Kırmızı Kitap”ı elden geçirmeye karar verdi. Eskiden beri devlete ait böyle esrarengiz bir Kaballa'dan, bahsedildiğini hep duyarız ama ne işe yaradığı, kime ait olduğu ve kimin kaleminden çıktığı ile alakalı ikna edici bir malumata henüz ulaşamadık. Ortalıkta dolaşan söylenti ve dedikodulardan anladığımız kadarıyla gücü elinde bulunduran zorbalar siyasi muhalifleri sindirmek ve yargısız infazı meşrulaştırmak için böyle bir metne ihtiyaç duyuyorlar. Önü açık engizisyon dönemini ara ara yenileyip “Zulmettik ama sorun bakalım neden zulmettik?” diyerek akıllarınca kendilerini aklayacaklar.
Devlet hiyerarşisi ile yakından ilgilenen hemen herkesin haberdar olduğu Kırmızı Kitab'ın hangi türden kanuni, örfi ya da geleneksel bir yaptırıma sahip olduğu konusu en az kitabın muhtevası kadar gizemli. Cezai müeyyidesinin neye tesadüf ettiği de meçhul. Tapınak Şövalyeleri Edebiyatı ya da töre kültürünü kutsayan muhafazakar kesimin tavizsiz bir sadakat ile bağlandıkları böyle bir metin söz konusu ise, cezai yaptırımı da bir o kadar radikal olsa gerek. Koltuk değneği milliyetçi kesimin başucu kitabı Dede Korkut Kitabeleri. Onların durumu daha feci. Anayasayı falan taktıkları yok. Örgüt içi temizlikleri yapanlar mahkemeye bile çıkarılamıyor. Töre'ye aykırı hareket edenler için tek ceza ölüm! Nasıl olsa ölüler ifade veremez, hikaye anlatamazlar.
Her milletvekili seçiminden sonra mecliste yemin eden milletvekilleri, kapalı kapılar ardında bu kitaptan sözlü ya da yazılı imtihana mı tabi tutuluyorlar? Hükümet ve iktidarların sorumluluk önceliği nasıl belirleniyor? Öncelik Saray'a mı, parti liderlerine mi, anayasaya mı yoksa Kırmızı Kitab'ın değiştirilemez ilk beş maddesine mi? Herkes bu derece korkup, ağzına almaktan çekindiğine ya da gazabına uğramaktan korktuğuna göre onun da değiştirilemez en az beş maddesi olması şart. “Kırmızı Kitap'ı en son elden geçiren, kanun koyucu olduğu için dokunulmazdır!” gibi koruyucu hükümler.
Saray olmadık zamanda Kırmızı Kitab'ı şöyle bir elden geçirelim hevesine düşünce, dahîl ve ezik Meclis Başkanı boş durur mu? “Anayasa yapmak üzerimize vecibe!” diyerek durumdan vazife çıkarıp büyük işler yapma hevesine kapılıverdi! Ben siyaset ilmihaline baktım, otokratik hükümetlerin anayasa yapması gerektiğine dair bir şey görmedim. Eğer varsa Kırmızı Kitap ve anayasa metinleri üç aşağı beş yukarı aynı hacimde ve kollektif çalışma ürünleri. Öyle kerrü ferr'i olan ağır kalemlerin ürettiği, kerpiç-tuğla kalınlığında eserler değil.
İktidar ve Saray kendi başlarına bir şey beceremeyince, kollektif çalışıp bir şey yapacak gibi görünüyorlar. Şaka değil, mevcut hükümetin milletvekili kadrosu Cumhuriyet Tarihi'nin en kötü eğitimli, tabiri caizse zır cahil bir ekipten müteşekkil. Saray başta olmaz üzere hepsinin, aynen sağlık kontrolü gibi diplomaları konusunda çok ciddi bir denetime tabi tutulmaları şart. Islak imzalı diplomalarını gösteremeyen milletvekillerinin mazbataları ellerinden alınmalı.
İyi ama anayasa gibi belli bir konsensüs ile oluşturulması gereken metinler üzerine yazarının ismi yazılmıyor ki! Bizim de merak ettiğimiz şeye bakın? Bektaşi'ye sormuşlar “Abdestsiz namaz olur mu?”, o da hiç düşünmeden “Ben kıldım oldu!” deyivermiş. Baştan ayağa cehaletleri paçalarından dökülen bir iktidarın anayasa diye tutturup, çok lazımmış gibi dikta ve zorba manifestoları anayasa kitapçığı haline getirmelerini hiç yadırgamayız.
Duymadıysanız benden duyun! Otoriter rejimlerde kanunlar ve anayasa mevcut ideolojilerin muhaliflerini cezalandırmak içindir. İktidara sırtını verenler için anayasal korumalar da dahil her türlü dokunulmazlık zırhları tabii hak olarak algılanır.
İktidar Kırmızı Kitab'ı gözden geçirip yeni bir hikmet-i hükümet geliştirerek ülke çapında yeni bir muhalefet avı başlatabilir. Meclis Başkanı'nın tekrar gündeme getirdiği anayasa şehveti, iktidarın şeriat vaadlerine inanan ve etrafa tehditler savuran cübbeli, cübbesiz, papyonlu ya da kravatlı ekran soytarılarının bütün beklentilerini karşılar mı pek emin değiliz.
Her iki metni de hazırlayacak olanlara tavsiyemiz işi abartıp fazla uzatmamaları. Aksi halde iki satırlık meclis yemin metnini okumaktan aciz milletvekillerinin hayatını zorlaştırmış olurlar. Belediye fen işleri atamaları da dahil her şeye imza atmaya bayılan Saray, çıkacak metinler üzerine ismini koyup imza şehvetini doyasıya tatmin etmeye kalkarsa hiç şaşırmayın. Kitap, ilhamını renkten alması hasebiyle biraz Kaddafi'nin Green Book (Yeşil Kitabı)'nı andıracak ama olsun. O kadar kusur bütün diktatörlerde olur.