Usulsüzlüğün karışmadığı, şaibelerin konuşulmadığı hemen hemen hiç bir seçim yoktur. Her seçim sonrasında, kaybedenlerin seçmenin yüzüne tekrar bakabilmek için arkasına sığındıkları en yaygın bahane “Efendim, seçimlere şaibe karışmıştır. Sonuçlar geçersizdir! Seçim sistemini gözden geçirmemiz lazım!” dayılanmalarıdır. Demokratik ortamlarda, seçimlerden bir kaç ay sonra, herkes sonuçlara razı olur ve hayat normale döner. Hiçbir seçim, ülke tarihinin en önemli ve en kritik seçimi olmaz.
Tescilli yavuz hırsızların, gafletine gelip ellerinden kaçırdıkları İstanbul Belediye Başkanlık Seçimi tekrar edilecek. Aynı hatayı yapmamak için şimdiden bütün ihtimallere karşı hazırlık yapıyorlar. YSK'nın gerekçeli kararı, muhalefet kanadının, oy çaldığına dair makul bir gerekçe gösteremedi. Şans eseri ellerine İstanbul düşen, beceriksiz muhalefetin, bırakın oy çalmayı, seçim havasına girmek, teşkilatlanmak, hatta kazanmaları gereken yerlerde bile oy sandıklarını koruyabilecek siyasi becerileri ve cesaretleri yok. Anamuhalefet, “Eline vur, lokmasını al!” safdilliğini kimseye bırakmıyor.
Daha da kötüsü, 23 Haziran'daki seçimlere, kendi oy tabanını ikna edebilecek bir hatırları bile kalmamış. Ellerinden gelen, “O güne planladığınız tatil takviminizi erteleyin!” diyebilme çaresizliği. Yüz senede bir yakaladıkları fırsatı dahi değerlendirmeyecek kadar yorgun ve isteksizler. Kendileri bilir.
Neredeyse iki on yıldır, Türkiye'ye musallat olan iktidarın hırsızlık konusunda özel bir becerisi var. İlk kez iktidar yüzü görmeye başladıkları günden itibaren nasılsa bu kabiliyetlerini geliştirdiler. Hatta başarılı oldukları zamanlarda bile haklarında “Çalıyorlar ama, iş yapıyorlar!” deniyordu. Yani yaptıkları işleri tarif ederken “hırsızlık” kelimesinin joker olarak kullanılması gerekiyor.
İktidarın, İstanbul da dahil, yerel seçimlerde hüsrana uğradığı yerlerdeki, usulsüzlük, yağma, hırsızlık ve zimmete geçirme gibi bilinen suçların bir kısmı, havuz medyasının bütün örtme ve gizleme gayretlerine rağmen ortalığa saçıldı. Balyoz Darbe Planlarının ortaya çıktığı günlerde bir tabir vardı, hatırlarsınız; “Her taraftan cephane ve mühimmat fışkırıyor!” diye. Şimdi, iktidara bağlı belediyeler, tepeden tırnağa hırsızlığı, devlet bürokrasisi haline getirmişler. İşte buna, Kleptocracy deniyor. İstanbul Belediyesi'nde 18 gün içinde ortaya dökülenler bile insanın başını döndürecek kadar büyük. Bereket versin, erken davranıp seçimi iptal ettirdiler de, aleme rezil olmadık.
Hırsızlık ve haramiliğin bütün branşlarında iktidarın eline kimse su dökemez. “Çalıyorlar ama, çalışıyorlar!” aliterasyonu ile tarif edilen modern özdeyişin sahipleri hala aynı düzlemde icraatlarına devam ediyor. Hangi isim ve formata dökerseniz dökün adi (düşük seviyeli) ve yüz kızartıcı suç kategorisinde değerlendirilen hırsızlık ve devlet malına çöreklenme cürmü, bütün halleriyle kötü çağrışımlara sahip. Hatta devlet ve iktidarın bütün kadrolarını bu suç şebekelerinden bile oluştursanız, sonuç yine aynı. Karşımızda, organize ve teşkilatlı bir harami ekibi var. İktidarı elinde bulunduranlar çalıyor, çırpıyor, yetim ve vakıf mallarını talan ediyor. Kendilerine sus payı takdir edilen medya mensupları da bu cürmleri meşru ve makul göstermek için güzelleme diziyorlar.
Demokrasi, aristokrasi, oligarşi ve benzeri idari şekiller arasında sayılan Kleptocracy, Rusya örneğinde olduğu gibi, devlet çapındaki hırsızlık ve zimmete mal geçirme suçu ile bilinen kimselerin devleti idare tarzına deniyor. Üçüncü dünya ülkelerindeki idari kadroların hemen hepsi bu tarifin içini dolduracak icraatlar ile biliniyorlar. Birbirinden farkları, sadece zimmetlerine geçirdikleri ya da yakın, dost, arkadaş çevrelerine pay ettikleri nakit ve gayrimenkullerin cinsi konusundaki tercihlerinde kendisini gösteriyor. Bizde olduğu gibi, Dolar, gayrimenkul ya da özel ve devlet ihalelerinden aldığı pay konusunda uzmanlaşanlar olduğu gibi, Malezya, Venezüella ve bazı Afrika ülkelerinde olduğu gibi değeri hiç düşmeyen Altın'a yatırım yapanlar da oluyor.
Türkiye!deki mevcut iktidar, devlet malı konusunda, Kleptocratik bir müze oluşturabilecek kadar zengin bir kolleksiyona sahip. Hatta aynı kabineden dörtlü Daltonlar çıkarıp, asıl Robin Hood'u gizleyebilme ustalığını da gösterdiler. Malum Robin Hood, “Hırsızlar Prensi!” olarak biliniyor. Meşhur ama, hırsız. Dalton Dörtlüsünden biri, can havli ile, çetenin asıl elebaşısını ağzında kaçırdı ama, o günün karmaşasında kim vurduya gitti. Ayakkabı kutuları, yüz bin dolarlık saatler, memur maaşıyla(!) yapılmış yazlık ve villalar, gemicikler, yurtdışı vergi cennetlerine kaçırılan milyon dolarlık kötü gün akçeleri...
Eğer 23 Haziran seçimleri yapılırsa, adayların birbirleriyle yarışma heyecanları kadar, oy sandıklarının hırsızlara karşı korunması da büyük bir önem kazanacak. İktidarın, ikinci bir 31 Mart krizi yaşamayı göze alacağını bekliyorsanız, fazla hissi ve iyimser olduğunuzu kabul etmelisiniz.
Kadir Gürcan