Türkiye'deki gelişmeleri takip ederken, bir an için, maç amigoları ya da holigan çılgınları tarafından idare ediliyor korkusuna kapıldım. Milli maçlardaki gürültü ve şamatanın aynısı, iktidar ve Saray'ın icraatlarında duyuluyor. Tek oyuncularının ayağına hasbelkader bir top gelince tribünler yıkılıyor.
Halbuki, Saray ve iktidarın hali Türk Milli Takımı'nın kopyası. Lig maçlarındaki performansı dünya karmalarına taşıyınca, maç sonrasında takımı sahalardan spatula ile sıyırmanız gerekiyor. Alışık olmadıkları havalarda ya zatürre ya da alerji oluyorlar.
Ta başından beri, Venezüella meselesinde sahaya çakılan zavallıların, bir sonraki adımları takip etmek için başlarını kaldırmaya dermanları kalmadı. Tribünlerdeki karmaşadan kimi destekledikleri de belli değil. Madura'nın arkasında mı duruyorlar yoksa, Saray'ın yanlışını örtbas etmek için tempo mu tutuyorlar anlamak zor. Venezüella halkının kurtulmak için uğraştığı despot Madura'nın bu ucuz tezahüratlardan daha fazla yardıma ihtiyacı var. Madura uçurumdan aşağı yuvarlanırken, kendisini için çemberin her gün biraz daha daraldığının farkında.
Madem bir kaç ayda, koyu bir Madurocu oldunuz, o zaman ne kadar ciddi taraftar olduğunuzu ispatlamanın tam zamanı. Mesela, olur da Maduro ülkesini terk etmek zorunda kalırsa, Türkiye kendisine sığınma hakkı verir mi? Hadi, yiğitlik yerde kalmasın diye böyle bir jest yaptı. Ya sonrasında? Venezüella, Maduro'nun işlediği suçlardan yargılamak için kanuni yollardan iadesini istediğinde aynı duruşu sergiler mi? Venezüella'ya (Muhtemel yeni liderine), dayılandınız. Ya, Amerika aynı talepte bulunursa ne yapacaksınız? Bizden söylemesi, Türkiye'nin, destekledi muhalif lider ve gurupları, değişik menfaatler karşılığında teslim etme gibi çok kötü bir devlet işleyişi var. Uluslararası ticari ahlakları bu. Şahsi alınganlık gösterip üzerinize alınmayın! Bu sadece ticari bir alış-veriş.
Neyin blöf neyin gerçek bir strateji olduğunu anlamanın, şanstan başka şartları da var; masadaki oyuncuları tanımak. Maalesef, Türk Siyaseti'nin kendi ezberlerini tekrarın ötesinde yapabileceği hiç bir şey yok. Amerika-Venezüella sürtüşmesinde, masada kimlerin olduğunu bilmeden, Maduro'nun omuzbaşından, oyuna katkıda bulunmaya çalışınca, gülünç olmanız kaçınılmazdı. Bu yüzden, Venezüella'daki darbe girişiminde, “Maduro, arkandayız!” tezahüratı komik oldu. Holiganların çoşturmasında bir problem yok da, asıl mesele Maduro'nun durumunda.
Türkiye'nin dış siyasette hiç bir sürpriz çıkışı yok. Arkasında durduğu bütün siyasi lider ve oluşumlar kaybetti. Kazanan hiç yok. Yani İktidar ve Saray'ın bütün öngörüleri, argo bir tabirle çuvalladı. Uzaktan başlayalım. Filistin'de destekledikleri liderler terörden aranıyor. Mısır'da Mursi, hapiste. İhvan-ı müslimin'in ABD terör listesine girmesi an meselesi. Suriye'de Beşşar Esed muhaliflerine verilen destek bitti ve Türkiye ile ilişkinin bedeli ülkeye beş milyon insanın ülkesinden kaçmasına mal oldu. Kaşıkçı Cinayeti'ni siyasi bir başarıya çevirmek için, Suud Ailesi'ne düşman olmak için her şeyi yaptılar, hadiseden zararlı çıkan sadece Türkiye oldu. Cinayet üzerinden bir anda “Barış Güvercini!” oluvereceklerdi, kimse yemedi. Bu yıl da, Nobel Barış Ödülü'ne adaylık suya düştü.
Dünya ülkelerinin, çok fazla bir şey yapmasına gerek yok! Hiç düşünmeden, Türkiye'nin tercihlerinin aksini yapmaları durumunda, başarı yüzde yüz. Amerika ile kriz başladığında, Maduro biraz şanslıydı ancak, şu an Türkiye arkasındaysa, kaybetmesine kesin gözüyle bakabiliriz.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Venezüella'da yaşanan hareketlilikten sonra, askeri müdahale de dahil, diğer bütün seçeneklerin masada durduğunu söyledi. Krizin ilk başladığı günlerde, Maduro'ya teklif ettikleri, seçimlerin tekrar edilmesi seçeneği artık yok. Ülkenin Dışişleri Bakanı, ABD'nin seyahat ambargosuna alındı. Amerika, diplomatik yolları kapatmış görünüyor. Bundan sonraki işleyişin zaman tayini, halkın direnç ve Maduro'nun dayanma gücüne kalıyor. Süre uzadıkça, açlık ve sefalet içinde olan Venezüella halkının her gün artan kızgınlığını da küçümsemeyin.
Geçtimiz hafta Türkiye'yi ilgilendiren bir kaç toplantı oldu. Bunlardan bir tanesinde, Türk Heyeti, elli senedir devam eden ve bu milenyumda da bir çözüm beklenmeyen Kıbrıs, Türk-Rum gerginliğinde toplantıyı terketmiş. İhtimal oradaki herkesin ödü patlamıştır(!). “Aman bu Türkler yine, Kıbrıs'ı fethetmesinler!” diye de yemeden içmeden kesilmiş de olabilirler. Saray'ın basın mensupları, birilerine kafa tutup, dayılanmayı, rajon kesmeyi kendi “Her şey Türkiye'den soruluyor, canım. Görüyorsunuz!” yağcılığında kullanıyorlar.
Diğer görüşme de Amerika ile Rusya arasındaydı ve konu Venezüella meselesiydi. Türkiye değil de, Saray ve İktidar Venezüella'yı romantik ve hissi bağlılık ile sahipleniyorlar. Ne var ki, ABD-Rusya görüşmesine davet edilmediler. “Maduro, arkandayız. Yürü kim tutar seni!” tribün holiganlığı bir işe yaramamış.
Amerika Dışişleri Bakanı'nın masasında duran, Venezülla hareket stratejisi, yavaş da olsa ilerliyor. Rusya'nın Maduro'ya olan desteğini çekmesi an meselesi. Bakalım Türkiye, Venezüella'nın despot liderine ne kadar sahip çıkabilecek?
Amerikalı Dışişleri çalışma masası üzerinde bir de Türkiye'yi ilgilendiren, S 400 ve F 35 dosyaları var. Merak bu ya, Kıbrıs Rus Kesimine dayılanan Türk Heyeti, aynı yüksek perdeden ABD'ye neden diş gösteremiyor olabilir? Eh, onun da cevabı bulunur, acele etmeyelim.
Kadir Gürcan