İran’da bir kaç haftadır devam eden hükümet ve rejim karşıtı gösterilerin dünya medyasında ilgi uyarmaması gayet normal. “Biz bunu daha önce de gördük. Birşey çıkmaz!” umursamazlığının haklı sebebleri var. Geçtiğimiz hafta itibariyle ölen gösterici sayısı, eğer rakamlar filtre edilmediyse iki yüzün üzerinde.
Ortadoğu’da insan hayatının perakende bir karşılığı yok sadece yekün üzerinden hesap görülüyor ve üç aşağı beş yukarı rakamlardan bahsediliyor. Yani, açıklanan resmi rakam, gayr-ı resmi ve küsüratı ile beraber verildiğinde bu yekünün beş yüze çıkması sürpriz olmaz. Ortadoğu borsalarında işleme tabi tutulmayacak kadar düşük bir işlem hacmi bu!
Bir çok Ortadoğu ülkesi gibi İran da fıkır fıkır kaynayan ve sistem arayışlarının hız kesmeden yokuş aşağı yuvarlandığı bir ülke. Yukarıya doğru bir trend ve ivmeden bahsedemiyoruz, çünkü öyle bir belirti yok. Bununla birlikte başkaldırı ve gösteri hareketlerinin sene içi periyotlarının sıklaşmasını iyiye alamet sayacaksanız, siz bilirsiniz. Unutmayın İran, başkaldırılar, isyanlar ve devrimler ülkesidir. Hükümet ve idare dünya gündemine nükleer çalışmalar ile geliyor ancak, halkın öncelikleri çok farklı. Toplumsal sıkışma her kıvılcım ile patlamaya hazır bir cephaneliğe dönüşmüş durumda. Yatalak ve ağır hasta dini liderin manevi otoritesi dünya ile entegre olmaya can atan İran gençliğinin gözünde hiç bir şey ifade etmiyor. Humeyni’nin efsanesi çoktan bitti. Nezarette öldürülen genç kız için meydanları dolduran göstericiler “Bi’eyyi zenbin kutilet!” sorusunu soruyor ve cevap beklemiyorlar.
Bir kaç hafta önce sünni dünyanın yakından tanıdığı alim ve fakih Yusuf Kardavi’nin vefatını öğrendim. Geçtiğimiz on yılların en göz dolduran dini figürlerinden biri sayılan Kardavi’nin böylesine sessiz sedasız gidişine cidden hayıflandım. Akademisyen dostum laf arasında söylemeseydi, demek ki haberdar olamayacaktım. Dini görüş ve tercihlerine katılıp katılmama ayrı bir konu ancak, Ortadoğu insanının neredeyse iki çeyrek asır fıkhi müşkillerine çözüm üretmekle kalmadı, İslami Hareketler için de doğru ya da yanlış fikri desteğini seferber etti.
Merhum Kardavi’nin seksenli yıllarda yazdığı ve Türkçe’ye de tecrüme edilen “Es-Sahvetü’l-İslamiyye beyne’t-Tatarrruf ve’l-İtidal”, “İslami Uyanışın Problemleri” kitabı lise ve fakülteli gençlerin “Ne Olacak bu müslümanların hali?” serzenişlerine cevaplar sunan, zamanın el kitapları arasındaydı. Kitap, dini heyecanı yüksek, idealist gençler arasında peynir-ekmek gibi satıldığından olsa gerek, altın damarını keşfeden yayınevi ne kitabın eksik ismini ne de geçen seneler içinde iyice solan kapak dizayn ve rengini değiştirme ihtiyacı duymamış. Kitabın ismi “Aşırılık ve İtidal Arasında İslami Uyanış” şeklinde tercüme edildiğinde, eserin muhtevasına daha iyi oturuyor. Seksenli yılların joker tabiri “İslami Uyanış” olduğu için mütercim başlığın kalan kısmını atlamakta beis görmemiş. Daha ideolojik, daha iç gıcıklayan ve problemleri çözmeye can atan gençlerin dikkatini çekecek bir tercih!
Sünni dünyada Kardavi’nin cevap aradığı sorulara, Şii geleneğin modern temsilcisi sayılan Seyyid Hüseyin Nasr da mistik-seküler karışımlı çözümler aradı (Nasr halihazırda hayatta ve 89 yaşında!). Bu benzerliği nereden buldun diyeceğinizi biliyorum. Şii eğilimli Nasr’ın da Kardavi’nin işlediği tema ile birebir örtüşen “Ideals and Realities of Islam”, İdealler ve Gerçekler kitabı da İslami Uyanış problemlerini ele alıyor.
Aradan geçen kırk sene içinde Ortadoğu Coğrafyası başta olmak üzere dünyadaki değişikliklere paralel olarak Kardavi’nin konu ile alakalı kanaatlerinin değişip değişmediğini ve kitaba ilave ve çıkarmalar yaptığını duymadık. Mensubu olduğu ve efsane liderlerinin birçoğu ile tanıştığı İhvan Hareketi’nin hemen hemen bütün bozgunlarına şahit oldu. Arap Baharı’nın özelde Mısır’da genelde Ortadoğu’da dirilmemek üzere derin bir kışa gömüldüğünü gördü. 1940’lardan itibaren hiç gün yüzü göstermeyen İhvan’ın, son bozgundan sonra sahneden çekildiğini resmen ilan etmesi Kardavi’yi can evinden vurmuş olmalı. Fakih Kardavi “Neden Olmuyor?” sorusunu en az yazarınız kadar kendine sormuş olabileceğinden eminim.
Son yüzyıl içinde müslüman entelektüellerin toplumdan yükselen arz-talep ilişkisinde ‘talep’i ıskalama gibi affedilmez bir zaafları oldu. ‘Arz’ konusunda gösterilen bonkörlükle tarihi malzeme modern dönemin problemlerine çare üretir vehmi aşılamadı. Asrın başından itibaren “Köhne Avrupa’nın” yıkılacağı teorisi üzerine yapılan bütün yatırımlar boşa çıktı ve Ortadoğu’daki müslüman ülkeler, şimdi peşine düştükleri demokrasi, hürriyet, insan hakları ve asgari insani standartları konuşma konusunda yüzyıl kaybettiler. Bu kavramların ilham ettiği dünya standartlarının an itibariyle öyle ya da böyle ithal edilmekten başka çaresi yok. “Yüz yıl öncesine dönmek!” ne kadar akıldışı ise “Asıllara dönelim. Kendi değerlerimizle tekrar şahlanalım!” avunması bir o kadar ütopik ve denenmişi tekrar deneme hatası. Kardavi ve onunla çağdaş mütefekkirler hayatlarını bu “Asıllar” için harcamadılar mı?
Ortadoğu’da her gün hız kesmeden artan demokrasi ve dünya standartlarına entegre olma taleplerinin zorba ve despot idarelerin bağış ve ulufe sınırları dışına taşması sevindirici ama yeterli değil. Neden? Demokrasi için kullanılan en ideal metafor, plajda, deniz kumu ile yapılan kale örneği. Demokratik idari sistemlerin denizden gelebilecek bir dalga ile yerle bir olabileceği endişesi her zaman canlı. Bu yüzden sürekli kulağın eşikte ve elin de tetikte olması şart. “Madem bu kadar kırılgan ne diye uğraşıyoruz?” sorusunu aklınıza bile getirmeyin, çünkü an itibariyle demokratik sistemin başka bir alternatifi yok.
İran’daki gösterileri tetikleyen yine dini idarenin tipik bir zorbalığı oldu. Daha önceki gösterilerde bin’in üzerinde gösterici, Devrim Muhafızları tarafından öldürülmüştü. İdari mekanizma daha önce olduğu gibi, bugün yarın sokak hareketlerini bitireceğinden gayet emin. Bunun için insan zayi etmekten çekinmeyecek.
Birkaç yıl önce Fransa’da işçi hakları konusundaki dengesizliği protesto eden “Sarı Ceketliler!” günler süren direnişten sonra hükümeti geri adım atmaya zorlamışlardı. Protestoya katılanlardan biri, gazetecinin “Burada hayati tehlike ile karşı karşıya kalabilirsiniz!” uyarısına “Elbetteki! Buraya pikniğe geldiğimizi mi düşünüyorsunuz?” şeklinde cevap vermişti. Demokratik ortamda haklarınızı korumanızın da bir bedeli var şüphesiz ama, her seferinde ölmeniz gerekmiyor. Ortadoğu demokratik sistem ısrarları konusunda daha işin çok başında. Yapabildikleri tek şey, deneme-yanılma ile ısrarlarını sürdürmek. Zamanla öğrenip, günün birinde demokrasiyi tesis ettiklerinde devamı için bu kadar bedel ödemek zorunda kalmayacaklarını ümid ediyoruz.
Merhum Kardavi ve çağdaşlarını bütünüyle başarısız sayabilir miyiz? Belki “Yeterli olamadılar!” demek daha insaflı bir değerlendirme olur.
Seyyid Hüseyin Nasr, özellikle İran Devrimi’nden sonra ülkesinde yaşanmaya devam eden dramı gördükten sonra, İdealler ve Gerçekler kitabındaki değerlendirmeleri bir kez daha gözden geçirmeyi düşünebilir. Kimbilir bu, her gösteride yüzlercesi ölen İran Gençlerine bırakabileceği en değerli eserlerden biri olabilir.
*Bartın’da vefat eden değerli insanlarımıza Allah’dan rahmet ve acılı ailelerine Cenab-ı Hakk’tan sabır ve metanet niyaz ederim.