Kıymetli bir dostum, “Suriye Operasyonu'na karşı neden böyle laubali şeyler yazıyorsun?” diye üzerime geliyor. İçine düştükleri berbat durumdan kurtulmanın tek çaresini iç savaş ya da üçünçü bir dünya savaşına bağlayan budala liderler yeni bir felaketin fitilini tutuşturamazlar mı? Bir an için, “Bu tür uyarılardan sonra, insan kendisine çeki düzen verir, canım!” iç muhasebesi yapayım dedim ama, nafile.
Cumhurbaşkanı'nın mikrofona abanmış, savaş çığırtkanlığına başladığın görünce, gülmekten kendimi alamadım. Hazret'in savaş şehveti dudaklarından süzülüyor. Suriye Operasyonu mevcut hali değiştirecek bir sürpriz final vadetmiyor. Suriye Krizi başladığında-Türkiye ta o günlerden problemin bir parçasıydı-, ülke olarak daha iyi durumdaydık. Sınır ötesi yeni bir operasyon başlatabilirsiniz ama, bunun sürdürebilirlik ihtimali çok az. Ülkeye açacağı tahribatın faturası daha ilk günden oluşmaya başladı. İkinci gün, Türkiye-Suriye Krizi cazibesini kaybetti ve gündemdem düştü. Şimdilik bir üçüncü dünya savaşı öngörülmüyor.
Türkiye neredeyse bir yüzyıldır ciddi bir savaşa girmedi. Harp-darp işleri gündeme düştüğünde, Çanakkale Türküsü başta olmak üzere, İzmir Marşı, Mehter Marşı gibi fon müzikleri ile eski günleri yad eden ve insanları zoraki kahramanlığa teşvik eden budalalara hatırlatalım, o günler çok geride kaldı, hem de çok.
Suriye Operasyonu ekonomik bir yıkım demek. Yani, soğanın 20, sarımsağın 30, biber'in yine 45 YTL'ye satılacağı günler yakındır. Karaborsaya düşmesi bile söz konusu. Benzin, elektrik ve doğal gazı hiç sormayın. Bir de o, hala 19. asırda yaşayan budalalara hatırlatalım, şimdiki savaşlardan ganimet falan da gelmiyor. Savaş sonrasında Payitaht'a Dolar ve Bitcoin akmayacağını hesap edemiyorlar.
Suriye Krizi, tamamı ile iç siyaset malzemesidir; Nokta. İş dönüşünde televizyon ekranlarında Koca Oğlan'ın yine komşu bir ülkeye höykürdüğünü seyreden sıradan vatandaşların umursamazlığını anlıyorum da, muhalefetin akıl noksanlığını bir türlü çözemiyorum. Saray'ın çekeceği frikik için, top önünde baraj kurmak size mi kaldı, be divaneler. Şimdi tam savaş karşıtı eylemler başlatıp, zaten tükenen iktidara hak ettiği dersi verme zamanı değil mi? Son beş senedir, ayağınıza gelen ikinci top bu. Hepiniz bir İstanbul Belediye Başkanı kadar dirayet gösteremediniz.
Demokratik ülkelerde, savaş karşıtı duruş ve tepkiler en doğal uygulamalardır. Savaş karşıtlığı, günah-ı kebair'den değil. Şahsi kaprislerinin kurbanı despot idare ve diktatör taslakları ile aynı resimde bulunmamak için gayret sarf etmek bunun ilk adımıdır. “Biz herkesten daha milliyetçi ve muhafazakarız!” yarışına giren sığ ve seviyesiz siyasiler, Saray'ın Savaşı'na ortak oldukları için, en az iktidar kadar, affedilmez bir hataya omuz verdiler. Tövbe de etseler, yüzlerine bulaşan bu kirden kurtulma şansları yok. Bile bile yenilgiye lades demek, işte bu.
Nedense aklıma, dünya ağır siklet boks şampiyonluğu kadar, Vietnam Savaşı'na karşı gösterdiği haklı tavır ile de hatırlanan Merhum Muhammed Ali geldi. Hani şu, Saray'ın cenaze törenine de katıldığı dünyaca meşhur boksör.
Amerikan Halkında derin izler bırakan Vietnam Savaşı günlerinde, savaş karşıtı bir çok genç seferberlik emrine muhalefet eder. Bir kısmı hukuki olarak ceza alır. Bazıları Kanada'ya kaçar. Askerlik şubesine giden Merhum Boksör; “Bir kardeşimi, benden daha siyah birini ya da aç ve yoksul bir zavallıyı, Güçlü Amerika'nın hatırı için vurup öldürmeyi kabullenemiyorum.” diyerek karşı çıkar. Gazetecilerin, savaş karşıtlığı ile alakalı sordukları soruya “Onları neden vurup öldüreyim ki? Onlardan hiçbiri beni, Siyahi/köle diye aşağılamadı. Rengimden dolayı linç etmeye yeltenmedi, polis köpeklerini üzerime salmadı, parama ve malıma musallat olmadı, ailemi öldürmedi. Bana, “Onları vur, öldür diyorlar!”. Ne için? Hapse girmeyi tercih ederim.” diye cevap verir.
Sonraki yıllarda, Muhammed Ali yaptığı bir konuşmada şunları söyler; “Önüme iki seçenek koymuşlardı. Ya savaşa gidecektim ya da hapsi boylayacaktım. Ben üçüncü bir alternatifi dile getirdim; adalet. Eğer hukuku uygularsanız, savaş ya da hapishane seçeneklerine mecbur olmazsınız.”
Savaş karşıtlığı, Muhammed Ali'nin boks lisansının iptal edilmesine sebep olur. 1970'de lisansını tekrar geri iade ederler. Merhum boksörün, ringde kazandığı onlarca başarı kadar, lüzumsuz bir savaşa karşı ortaya koyduğu medeni direnç de büyük bir başarı olarak kabul ediliyor.(1)
Ülke içinde terör estiren iktidar, kendi halkından elli bin insanı hapislerde çürütüyor. Yüzlerce çocuk, anneleri ile birlik hapishanede günlerini geçiriyor. Bir de, kendi gölgelerinden korkan muhalefet ve maaşlarını millet malına çökmüş iktidar kasasından alan yazar-çizer takımı gaza gelip, fetih türkülerine tempo tutalım istiyorlar.
Belediyelerin tehlikeli gördükleri sokak hayvanlarına karşı yaptıkları itlaf çalışmalarını görünce protesto yürüyüşlerinde ön safı tutan tatlı su sanatçıları, operasyonun ilk gününden itibaren gelmeye başlayan şehit haberlerine karşı, Türk Silahlı Kuvvetleri Vakfına bağış yaparak gönüllerini serinletiyorlar. Havuz medyası da onların bu vatanseverliklerini(!), askerde çektirdikleri hatıra fotoğraflarıyla veriyorlar. Gördüğünüz gibi piyasa tam bir “Al gülüm, ver gülüm!” fantezisinde.
Demokratik bir hak olarak savaşın her türlüsüne karşı olduğumuzu, ülkeyi Suriye Bataklığına sürükleyen Saray, iktidar, muhalefet, yazar-çizer, sanatçı, sporcu, mütevelli heyeti ve daha kim varsa, yüzlerine tükürerek, bir kez daha yenileyelim. Saray ve Saray soytarılarının savaş sehvetlerine ortak olmuyoruz.
Kimseden Muhammed Ali olmasını beklemiyoruz ama, saray soytarısı olmak için de hiç bir sebep yok. Zaman, tam savaş karşıtı olma zamanı.
Kadir Gürcan