Osmanlı Devleti'ni dokunulmaz dini mukaddesler arasına yerleştirenler için tarihi romantizmi, realiteler ile yüzleştirmek imkansızdır. Bu konuda soğukkanlı, mütehammil ve ağır başlı davranma refleksinden hala mahrumuz. Öyle ya, korkulu rüya görmektense uyanık kalmak daha iyidir. Aklı kıt bir çok yazar ve romancıya göre de Devlet-i Aliye'nin yıkıldığını ve bir daha dirilmemek üzere ebedi istiraatgahında ziyaretçi kabülünden başka bir fonksiyonu kalmadığını kabullenmek vatana ihanet ile eşdeğerdir. Bir çok günahın tevbesi var ama bunun yok! Tarihi takdis etme budalalığı işte böyle zihni bir arızadır.
Romantizmin yumuşak esintilerinden realitenin sertligine entegre olmak zaman alır şüphesiz ama, hayat boyu aynı duygusallıkta direnmek, biraz fazla. Hepimiz aynı sıralardan geçtik. Efsane Osmanlı Akıncıları'nın, Avrupa kapılarına tekrar dayanacağı ümidimize tempo tutan Mehter Alayı'nı dinlerken hala gözlerimizin yaşarması bu yüzden! Hasbelkader, takım ya da ferdi spor branşlarında alınan galibiyetlerin, Düvel-i Muazzama'ya atılan “Osmanlı Tokadı” olarak algılanması yitirilmiş günlerin tek tesellisidir.
Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde başlayan coğrafik kopmalara rağmen Müslüman ülke insanlarının birbirlerine olan cibilli bağlılıkları bir seviyede devam etti ve her şeye rağmen devam ediyor. Dini ortak payda, iyi niyetli teşebbüslerde bir karşılık bulduğu gibi, suistimallere de çok açık. Cumhuriyet sonrası yıllarda Hacc ibadetinden mahrum kalan Türk Halkı'nın mukaddes topraklara karşı susuzluğu tariflerin ötesindedir. Afrika asıllı Mısırlı bir dostum, İstanbul ziyaretlerinin birinde, yaşlı bir Hacı Abi'nin uzaktan koşarak gelip “Bilal-i Habeşi” diye boynuna sarılınca, nasıl duygulandığını gülerek anlatmıştı. Türk Halkı arasında 'Arap' dendiğinde akla gelen, Siyahi Afrikalı Müslümanlardır.
Ortadoğu'daki Müslüman idarecilerden hiç birinin “Bilal-i Habeşi” olmadığı gerçeği bile bu yerleşmiş kanaati değiştirmeye yetmez.
Geçtiğimiz asrın başlarından bütün ülkeleri tesiri altına alan milliyetçilik eğilimi, katı ırkçılık ve faşist versiyonu ile bütün ülkeleri etkiledi. Milliyetçiliğin sadece Türklere ait bir his olduğunu düşünmeyin. Fas'lı bir mütefekkire göre, Arap dünyasında esen milliyetçilik rüzgarı iki önemli başlıkta gelişmişti: Devlet-i Aliye'nin son on yıllarına damgasını vuran Türkleştirme politikaları bölgede derin yaralar açtı. Bir çok Arap düşünür bunu Osmanlı Emperyalizmi olarak anladı ve bu anlayış hala tesirini devam ettiriyor. “Emperyalizm” kelimesinin sizi nasıl rahatsız ettiğinin farkındayım. Realite dedim ya! Arap Milliyetçiliğinin ikinci kanadı ise, Batı Emperyalizmi'ne karşı gelişti. Fas'lı yazara göre, başına buyruk Osmanlı Paşaları'nın, merkezden haberli ya da habersiz giriştikleri Türkleştirme ideolojisine direnmek Arap entelektüeller için öncelik taşıyordu ve önce ondan kurtulmak gerektiğinde hem fikir etmişlerdi. Bu mücadele, Osmanlı Sonrası Türk Tarih yazarları için “Araplar bizi arkadan vurdu!” basitliği ile ele alındı ve hala aynı kurdan işlem görüyor.
Arap Baharı'nın sert bir kışa dönmesinden sonra, bölge idarelerine karşı İktidar ve Saray'ın mevzilendikleri yerden kullandığı küçümseyici ve kibirli dil, halk arasında olmasa bile, mevcut Arap hükümetlerinde hoş karşılık bulmadı. Kalabalıkların şehvetine kapılıp "Yeni Bir Osmanlı Ruhu" hayallerine kapılan Saray'ın irfan dünyası, lise ders kitaplarının bıraktığı derin nostaljik izlerden ibaret. Son yüzyılda bölgenin yaşadığı zihni değişimi anlayacak rüşte sahip olduklarını düşünmüyoruz. Yediden yetmişe, Arap coğrafyasına tepeden bakmak, kapıkulu ve tebaa muamelesi yapmak, Osmanlı sonrası neslin tevarüs ettiği kötü illetlerden biridir. Bu Suud'a para kaptırmamak için Harameyn-i Şerifeyn'e düşmanlık eden köhne Halk Partisi zihniyeti ile sınırlı değil.
Şimdiki gençler hatırlamaz. Bugünkü iktidarın doksanlı yıllardaki siyasi lideri, 'İslam Paktı', 'İslam Ortak Pazarı' gibi boş hayaller ile ömrünü tamamladı. İslam Alemi'nin bir araya getirilme projelerinde - ki bu tür ütopyaları hep, Kaddafi gibi akli dengesi bozuk Müslüman ülke liderleri dile getirir - liderlik ve öncülük etmek nedense hep Devlet-i Aliye mirasçıları için söz konusuydu. Aynı siyasi lider, bir defasında Mısır'daki El Ezher Üniversitesinde eğitim alan Türk Gençlerini kastederek “Ezher bizim arka bahçemiz!” bile demişti. Bu boşboğazlık, yüzlerce Ezher Mezunu delikanlının Türkiye'deki üniversite denkliğini kaybetmesine sebep oldu. Şaka gibi değil mi? Dünyanın bütün ülkelerinde prestijli bir referansa sahip olan bin yıllık Ezher'in düştüğü hale bakın! Çok şey kaçırdığınızı düşünmeyin, benzer budalalıklara her gün şahit oluyorsunuz!
Ortadoğu'da başlayan yeni rüzgar iktidar ve sarayın hesap edemedikleri bir yönde gelişmeye başladı. Dünya liglerinden kopalı epey bir zaman olmuştu. İyi günlerinde, yönlerini Batı'dan Doğu'ya çevirdiklerini cümle aleme duyurmuşlardı ama, o gün bu gündür Ortadoğu Liglerinde de dişe tırnağa dokunan bir galibiyet alamadılar. Kendilerini oyun kurucu sevdasına kaptırmış olan Saray ve çevresi, son yıllardaki kötü tercihleri ile bölgenin en itibarsız ülkeleri arasına girdi. Mısır ile başlayan yeni görüşmelerde, “Arka Bahçe”nin ileri sürdüğü şartlar yenilir-yutulur şeyler değil. Meğer, Türkiye'nin gizli ya da açık, teröre verdiği destekten herkes haberdarmış!
Mısır bu konuda yalnız değil. Suudi Arabistan, Türk Mallarına koyduğu ambargoyu sürdürmekte kararlı olduğunu gizlemiyor. Bir kaç gün önce Suud Hükümeti “Türkiye Müslüman ülkeleri arkalarından hançerlemek istiyor!” dedi. Son beş yıldır, Rusya ve İran'ın taşeron işlerine bakan Türkiye'nin bölge içinde Truva Atı görevi gördüğü gözlerden kaçmıyor. Gerçekten, önce Suriye daha sonra da Libya'ya gemiler içinde paralı Rus ve İranlı militan, gözü dönmüş lejyoner ya da terörist taşıyan Türkiye'nin dağılan itibarını toparlaması çok zor olacak.
Türk Hacı adaylarının hikayeleri bitmez. Ayağının tozuyla Hacc macerasını dillendiren Hacı Abla, “Harameyn-i Şerifeyn'de her şey çok güzel. Ezan Türkçe, namazlar da öyle! Ama Araplar konuşmaya başlayınca sapıtıyorlar ve ne dedikleri anlaşılmıyor!” der! Hacı Abla haklı! Zaten ne olduysa, bölge ülkelerinin kendi ayakları üzerinde durup, en insani haklarını kendi dilleri ile ifade etmeye başladıktan son oldu. Osmanlı Tebaası iken ne güzel herkes Türkçe konuşuyordu, öyle değil mi?
Turpun büyüğünü heybenin dibine ittik. Asıl soru, Akdeniz'i Türk Gölü haline getirmek için yola çıkan üçüncü sınıf deniz tayfalarının Mısır'ın İskenderiye Limanı önüne demirleten sebepte gizli. Üç vakte kadar ne olduğunu anlarız! Biden'dan gelecek telefon, Mısır'ın belirlediği şartlara bağlı olmasın? Şeytan detaylarda gizli unutmayın! Avrupa ve ABD, Mısır'ı Ortadoğu'nun ilgi alanı haline getirmeye kararlı gibi görünüyorlar! Bizim hala Osmanlı Tebaası diye aşağıladığımız Arap Ülkelerine, başkaları itibarlı bir devlet muamelesini çok görmüyor. Ortadoğu'nun Türkiye'ye mesafeli durmasını hala yadırgıyorsanız, lise tarih bilgilerinizi bir kez daha gözden geçirin.
Kadir Gürcan