Don Kişot’un ölümü

Kamil Ergin

Kamil Ergin

06 Tem 2021 11:37


  • Don Kişot romanı için söylenmiş güzel bir sözle başlayalım; "İnsan onu hayatında üç kez okumalıdır. Kahkahanın kolayca dudaklara fırlayıp duyguları harekete geçireceği gençlikte. Mantığın hâkim olmaya başladığı orta yaşta. Her şeye felsefe açısından bakıldığı ihtiyarlıkta". 

    Don Kişot, inandığı değerleri yaşatmak için her şeyden vazgeçerek bir seyahate çıkan, bu yolda kandan irinden deryaları geçip gitmeyi göze alan tutkulu bir yolcunun hikayesidir. Bu hikâye, içerden bakanlar için dünyayı değiştirmeye niyet eden bir şövalyenin bu uğurda verdiği kutsal mücadele olarak okunurken, dışarıdan bakanlar için hayalperest ve maceracı birinin fantezi dünyasında ürettiği deli saçması olarak görülmektedir. Bu yönüyle o, inandığı şeyin arkasında durmak ile somut kaygılar nedeniyle inancından vazgeçmek arasında idealizm ve materyalizm çatışması barındırır. Okuyucuyu hayal ve gerçeklik arasında bir tercih yapmaya zorlayan bu çatışma, romanın son sayfasına kadar şiddetli biçimde devam eder.

    Don Kişot’un bu uzun ve hazin yolcuğu, şövalye serüvenleri okuyarak onlara öykünmesi ve buna inanması ile başlar. Niyeti, fakir ve muhtaçlara yardım etmek, kötülerle savaşmak ve böylece gaye-i hayali olan Tobosalı Dülsine’nin sevgisini kazanmaktır. Bu yolculukta ona, okuma yazma bilmeyen bir avam olan Sancho Panza ile benzersiz ve çok özel atı Rossinante eşlik edecektir. 

    Esasında dünyayı değiştirme süreci, Don Kişot romanında olduğu gibi bir bireyin inandığı düşünceye kendini adamasıyla başlar. Yeterince motive olmuş bu birey, önce çevresine fikri aşılar ve taraftar toplar. Bu grup, temsil ettiği düşünceyi toplumun geneline yaymaya çalışır. Eğer toplum direnç göstermez ve kabul ederse kitlesel dönüşüm başlar. Aksi halde toplumla çatışır ve marjinal bir hareket olarak varlığını sürdürür. Her düşünce grubunun varlığını koruma ve sınırlarını genişletme isteği devam eder. Çünkü günün sonunda cennetin anahtarı elindedir ve herkesi bu kapıdan geçirme isteğiyle yanıp tutuşur.

    Elbette çoğu durumda yeni bir fikir başkaları tarafından kolayca kabul görmez. Don Kişot romanında olduğu gibi toplumla çatışır. Don Kişot, mazlumları korur, kötülere göz açtırmaz ama hep yere yıkılır ve dayak yer. Çatışmanın bu kadar keskin olmasının nedeni, tarafların nesne ve karakterlere yükledikleri birbirine zıt anlamlardır. Örneğin Don Kişot -ki gerçek adı bile bu değildir- hayal dünyasında gezinen bir ihtiyar iken kendini şövalye olarak takdim eder. Yel değirmenlerini bir dev olarak algılar ve onlara saldırır. Gerçekte süt sağan bir köylüye soylu unvanı vererek onu bir prenses kılığında resmeder. Sıska ve sıradan bir atı bir şövalyenin sahip olabileceği en iyi binek olarak nitelendirir. Kısacası Don Kişot, gerçeklikten kopuk bir düzlemde yaşarken toplum da bu hayallerin gerçek olabileceğine ihtimal vermediği için karşılıklı bir çatışma ve paradoks halindedir. 

    Daniel Wallace'ın ‘Büyük Balık’ adıyla sinemaya uyarlanan romanı da fantastik anlatımıyla okuyucuya Don Kişot’a benzer bir hayal-gerçek ikilemi yaşatır. Kitabın tüm kurgusu, başından geçenleri anlatan kahramanın bildikleri ve şahit olduklarının gerçekliği konusunda okuyucuyu ikna etme çabasıdır. Kitabın sunduğu mesaja göre, anlatılanlar ruh ve düşünce dünyamızda nasıl bir yankı buluyorsa bizim için gerçek öyledir. Yani suyun şekli, içine konulduğu kabın şeklini alır.

    Bireyin duygu ve düşünceleri de içinde bulunduğu kültür ortamına göre şekillenir. Zira Don Kişot romanı, karakterlerin gelişimi, birbirlerini etkileyişi ve baskın özelliklerinin yer değiştirmesi açısından ilham verici bir anlatıma sahip. Başlangıçta Sancho, aç gözlü, maddi değerlere düşkün ve cahildir. Don Kişot ise idealleri peşinde koşan bir asilzade. Şövalye ve uşağı yaşadıkları maceralar sonunda giderek birbirlerine yaklaşır, her biri diğerinin özelliklerini de taşımaya başlar. Don Kişot, Sancho gibi halk ağzı ile konuşmaya başlar, Sancho ise saraylı diline özenir. Zaman içinde etkileşimin bir neticesi olarak itibar ve düşkünlüğün saf değiştirdiğine şahit oluruz. 

    Bu etkileşim, aynı zamanda birbirini kovalayan aydınlanmalar silsilesini başlatır. Sancho, erdemli bir hayatın paradan daha kıymetli olduğunu idrak edince düşler ülkesinde yaşamayı arzular. Don Kişot ise Sancho’nun henüz girdiği bu yolun sonuna gelmiş ve gerçekleri fark etmiştir artık. Bütün bu simgesel motifler arasında, fantazyalarından uyanan Don Kişot'un ölümü de bir simge, gerçek dünyanın tahammül edilecek bir yer olmadığının işaretidir.

    İspanyol yazar Miguel de Cervantes'in koca bir romana yedirerek anlatmaya çalıştığı bu düşünceyi Fransız filozof Jean-Paul Sartre şöyle özetler: "Hayat üç bölümdür; dünyayı değiştireceğini sandığın, değiştiremeyeceğini anladığın ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun. "

    Tavsiyeye uyup bu romanı ikinci kez okuduğumda içimdeki Don Kişot’un henüz ölmediğini ama Yel Değirmenleri ile savaşmaktan çoktan vazgeçtiğini gördüm. Peki ya sizde durum nasıl?

    Soru ve önerileriniz için 
    @kamergin
    06 Tem 2021 11:37
    YAZARIN SON YAZILARI