Ottawa’da bir kermese katıldım. Kışın ortasında bahardan kalma bir gündü. Muhteşem bir resim, ümit bahşeden bir aksiyon. İhtişamlı bir devrin küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka gibiydiler. Daha salona girerken park yerinde başlayan telaşı görmemek olmazdı. Kapının hemen girişinde yer alan mangalın başında usta eller ateşi harlarken, kadınlar, çocuklar ve babalar elleri kolları dolu bir şekilde ana kapıdan giriyorlardı. Anlaşılan zengin bir menü içeride bizi bekliyordu.
Kültür Merkezi aslında hep gittiğimiz bir yerdi ama bu kez havası başkaydı. Kapıdan girer girmez “bunlar ne zaman adam olacaklar da bizin davamızı omuzlayacaklar” dediğimiz birkaç delikanlı, ellerinde bilet adeta racon kesiyordu. İhtiyaç kadar bileti alıp enfes kokuların bizi davet ettiği salona girdik. Ayıptır söylemesi ellerimle yaptığım, eşimin bana yardım ettiği Erzurum işi kadayıf dolmalarının alıcıları çoktan sıraya girmişti bile. Öncelikle emaneti sahibine teslim ettik sonra muzaffer bir kumandan edasıyla salonu inceledim.
Koca salon masa masa ayrılmış, her masanın arkasında Anadolu’nun temiz ve leziz havasını taşıyan ablalar ve gençler misafirlerini ağırlıyor. Ortada yeme-içme için bırakılan birkaç masada telaşlı telaşlı karın doyuranlar, ayaktakilerden birine çay-kahve siparişi verenler ve yemek masalarının önünde sıra beklerken ayaküstü sohbet edenler. Çoğu tanıdık simalardı. Yeni muhacir, uzaktan selamladığım insanlar da vardı. Biri başkaydı; 1998’de İstanbul’da bir kermeste ilk kez tanışmıştık, aradan 35 sene geçmiş, o hala bir kermesin böreğini-çöreğini yapıyor, ortada dolaşıp genç kuşaklara moral veriyor, yorulanın yerini alıyordu. Elif Açıl abla maşallah yaşına ve hastalıklarına aldırmaksızın, kıymetli eşi Ali Açıl abiyle birlikte hayırda yarışa devam ediyordu.
Masaların arkasında annelerine yardım eden genç kızlar, üniversite talebeleri, anne babalarına henüz kavuşamamış yavrularımız, gurbet içre gurbet yaşayan yüce gönüllüler bir yaralı yüreğe merhem olacakları inancıyla çalışıyorlar; kendileri yardıma muhtaç iken başkalarına yardım götürmek için koşturuyorlar. Evde kermes için hazırladığı dolmayı yiyen kocasından parasını isteyen abladan tutun, taşırken parmağına bulaşan çikolatayı kul hakkına girme sayıp ücretini ödeyene kadar herkeste ciddi bir şuur ve titizlik gözden kaçmıyordu. Salonun her köşesine nezaket, zarafet, güven ve cömertlik hakimdi. Uzaktan bakınca kaynaklarımızdaki “İ’sar ruhu” iltifatı sanki cuk diye oturuyor. Ortamın samimiyeti ve sıcaklığı, dost sohbetlerindeki halavet ve mütebessim çehrelerdeki umut tabağıma aldığım kahvaltılıklardan daha lezzetli, daha doyurucuydu.
Ve çocuklar; nazlanmadan satış yapan, kirlileri toplayan, masaları temizleyen, bir yangın yerinden ne kurtarırsak kardır mantığıyla koşuşturan çocuklar. Onlar da biliyorlar artık yükün ağırlığını, onlar da omuzlarında hissediyorlar neyi taşıdıklarını. Geçenlerde Almanya’da rehberlik hizmetlerine iştirak eden gençler için bir tören düzenlendi. Rehber abiler ve ablalar, onlara sponsorluk yapanlar ve onların hedef kitlesi göz nurlarımız bir araya geldi. İşte dedim, çocuklarımız böyle bir atmosferde ancak ruhlarının heykelini dikebilirler. Madem fikir öncelikli bir aksiyon hareketinin parçasıyız, bir yandan rehberlik diğer yandan hareket iç içe yürüteceğiz. Görüyorum ki Almanya veya Kanada, aynı ruh, benzer yol ve yöntemlerle hizmetlerine devam ediyor.
Artık bir de kitap sarayımız var; raflarını temel kitaplarımızın süslediği Yusuf Ünal beyin edebiyat sofrasının önündeki kitap kurtları, keyifle uzun süredir unuttukları bir işi yapıyorlardı. Kitapları seviyorlardı, onları uzun yıllar sonra dostlarına kavuşan insanların birbirlerini sarmaladıkları gibi, sayfa sayfa kitapları açıp adeta kokusunu içlerine çekerlerken gördüm. Amazondan kitap siparişi vermek simit ve çayla karın doyurmak gibidir, böyle bir kitap evine gidip kitap seçmek ise ev yemekleri yiyebileceğin bir restorana gitmek gibi. Hem göze, hem akla, hem de gönle hitap ediyor bu taze kağıt kokuları arasında dolaşmak. Bir de güler yüzlü, babacan ve ne istediğinizi gözünüzden anlayan bir sahaf varsa, tabiri caizse yeme yanında yat. İşte Yusuf Ünal bey ve eşi bu reyonda kermeste karnını doyuranların ruhlarına ve edebiyat zevklerine semavi bir lezzet daha takdim ediyorlar.
Sadece yeme içme ve kitap değildi bize sunulan, giyim kuşam ve takı malzemeleri için ayrılan masalar da vardı. Geç saatlere kadar devam eden kermesten elde edilen gelirler, tulumbacılar eliyle yine öğrencilerin imdadına yetişecekler. Yine bir deniz yıldızını suyla buluşturmanın yollarını arayacaklar. Yine göremedikleri belki hiç tanımadıkları insanların, “iştirak-ı amal” sırrınca kardeşlerinin imdadına koşacaklar. “Bizim için ne yaptınız” sorusuna bir cevap daha verecekler. Gün biterken, yeni yeni tüllenen hilal, yeryüzünde yaralı gönüllere su taşıyan insanların huzurla evlerine döndüğüne, onlardan gelecek güzel haberleri bekleyen mazlumların da dualarına şahit oluyordu.