Aydın adaleti, haksızlık karşısında susmaması, cesareti, toplumun menfaatleri için kendi menfaatlerinin önünde konuşması, bunu hayata pratik yapması, ama herşeyden öte kendi meselesi değilse bile kendi meselesi gibi başkalarının problemlerine duyarlı olması ile ölçülür. Konjektöre göre görüşen konuşan bir insan aydın olamaz.
Kültür,bilim, felsefe ve bir çok alanda topluma söyleyeceği sözü olan, onlara yol açan insandır.
Toplu kitlesel silahları icat etmek değil, o silahların topluma verdiği zararları engellemek veya zararlarını azaltmaktır aydın sorumluluğu. Eldeki verileri bilgileri önce içselleştirip sonra da şifa tabletine dönüştürebilmek, sentezleyebilmek kabiliyetidir. Sırf muhalefet yapmak için değil ama gerçekleri ifade edebilmek cesurluğudur.
15 Mayıs 1984’te bazı aydınlar dilekçe yazmışlar, Aziz Nesin, “güzel ülkemiz açık cezaevine dönüştürüldü” demiştir. Dönemin aydınları demokrasinin gelmesi adına mücadele vermişlerdir. Ama bazıları imzalarını geri çekmişlerdir ve “Biz bunu toplu konut mektubu sandık” gibi komik gerekçeler söylemişlerdir.
Alman Savaşı sırasında, Fransa hükümeti ve ordusunun izlediği politikaları 1892 senesinde yazdığı "Çöküş" romanıyla eleştiren Zola, savaş sırasında suçsuz yere mahkum edilen bir Yahudi askeri savunarak halk arasında kahraman oldu. Tarihe "Dreyfus Olayı" diye geçen bu süreçten sonra, son romanını yazan Zola, romandaki hikayeyi Dreyfus Olayı'ndan esinlenerek oluşturdu, sonra da O’nu manşetten gazetede dönemin Cumhurbaşkanı’na açık mektuba dönüştüren Emile Zola gerçek bir aydındır. Rönesans’ın ve bir çok tıkanmışlıkların, toplumsal baskıların önünü açan bir entellektüeldir.
Yazmış olduğu makale ile ölümü göze almıştır ama gerçekleri söylemekten ve kendi davası olmadığı halde sadece hakkı savunmaktan asla geri durmamıştır. Bir çok aydının cesaretlenmesine sebep olmuştur, arkadan gelen Sartre gibi entellektüellerin örnek aldığı ve üzerine yazılar yazdığı toplumsal bir kahraman haline gelmiştir, ifade özgürlüğünün önünü açmıştır.
Emile Zola’nın aydın sorumluluğunu dile getiren açık mektubu;
Ocak, 1898 J’accuse!
Sayın Cumhurbaşkanı,
Bir gün bana gösterdiğiniz nezaket için şükran duyarak, sadece şanınız için endişeye sahip olduğumu ve size şimdiye dek çok mutlu olan yıldızınızın en utanç verici, en etkisiz noktalarla tehdit edildiğini söyleyebilir miyim? Karalamalardan arınmış olarak, güvenle çıkıp geldiniz ve kalpleri fethettiniz. Rus ittifakının Fransa için sebep olduğu bu vatanseverlik festivalinin özverisiyle ışıl ışıl görünüyorsunuz ve bizim büyük yüzyıllık çalışmalarımızı, gerçekliğimizi ve özgürlüğümüzü taçlandıracak olan Evrensel Sergimizin ciddi zaferine başkanlık etmeye hazırlanıyorsunuz. Ama Dreyfus’un meselesi iğrenç bir şekilde adınızın üstünde bir çamur lekesi. Bir savaş konseyi, sırayla, tüm hakikat ve adalet için Esterhazy’yi kazanmaya cesaret etti. Ve bitti, Fransa’nın üstünde artık bu leke var. Tarih, geçmişte böyle bir sosyal suçun işlenebildiğini adınızla birlikte başkanlığınızın altına yazacak.
Dreyfus’un cesaret ettikleri için ben de cesaret edeceğim. Gerçeği söyleyeceğim, çünkü adalet düzenli olarak ele geçirildiyse, yapması gerekenler üstüne düşeni yapmadıysa, her şeyi söyleyeceğime söz verdim. Görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Gecelerim, orada hayatı sona eren masum insanın, en korkunç işkencelerle can çekişen hayaleti tarafından ele geçirilmiş durumda.
Ve sizin için, Sayın Cumhurbaşkanı, dürüst bir adam olarak isyanımın tüm gücüyle, bu gerçeği haykıracağım. Şerefiniz için, gerçeği bilmediğinize eminim. Ve eğer size değilse, ülkenin baş yargıcı, gerçek suçluların şeytani bataklıklarını kime ihbar edeceğim? Diyerek üstü örtülmek istenen adaletin tesisine dikkat çekiyordu.
Galileo’da aynı şekilde hakikatı, bilimsel gerçekleri söylediği için cezalandırılmıştır, ömür boyu ev hapsine maruz kalmıştı. Ama bunları kilise ile ters düşmek için değil, hakikati ifade etmek amacıyla yapmıştır.
Gerçekleri söylediği için özgürlükleri kısıtlanan türlü işkencelere maruz kalan insanlar hep olagelmiştir. Gerçekleri söyleyen, doğruları savunanlara gadreden, zulmeden rejimler dünya kurulduğundan beri hep var olmuştur ama hakikatleri söyleyen aydınlar sayesinde bu zülum ve kan rejimleri uzun ömürlü olamamışlardır.
Günümüzde de Ahmet Altan, Sedat Laçiner, Osman Kavala, Büşra Hanım Erdal, Gültekin Avcı, Mümtaz’er Türköne, Mustafa Ünal gibi pek çok isim şu anda gerçekleri yazdıkları ve söyledikleri için ceza çektiler ve hala hapishanelerde adeta ölüme mahkum ediliyorlar.
Sokrates, Gelileo, İbni Haldun, Zola, Muhammed Hamidullah, Fazlur Rahman, Mehmet Akif, Bediüzzaman ,Halit Refik gibi pek çok aydın ağır bedel ödemişler bazen de hain ilan edilmişler, sürgünler yaşamışlardır. Cemal Uşşak gibi yurtdışında sürgünde yitirdiğimiz aydınlarımız da tarihin şeref levhalarında yerini almışlardır.
Gayret ve mücadele oldukça enseyi karartmayalım, hemen olana değil ama muhakkak değişmekte olana bakalım.
Görüş ve önerileriniz için