Bilgi insan hayatını kolaylaştırmak, hakikatin peçesini kaldırmak, insanın kendini daha iyi keşfetmesi, yeni pencereler açmak için vardır. Bilginin ham haline ulaşmak günümüzde zor değil. Nasıl ve nerede arayacağınızı biliyorsanız, Google bilmişine sorduğunuzda bir hayli bilgiye ulaşmak mümkün. Peki bu bilgiler pratik hayatımıza geçmiyorsa bize ne faydası var? Einstein’in izafiyet teorisini okuduk, zamanın, mekânın, cismin, hareketin birbiriyle olan bağlantısını öğrendik, ya da Cüneyd-i Bağdadi’nin ilk tasavvuf ehlinden olduğunu, hâlin ve ilmin kendisinde en çok yakışan insanlardan birisi olduğunu okuduk. İngilizler “so what” derler. Tüm bu bilgiler biz de bilime ya da kalbi hayatımıza bir fayda sağlamadıktan sonra zihnimizi dolduran çer-çöpten öte nedir ki? İnsanı geveze yapar. Eskiler hâle yansımayan ilim kâle yansısa da kâle almayın derlerdi.
Bilgi çağı bizi aldatmamalı. Bilgi Google’da, kütüphanelerde mevcut. Bizim onu işlememiz, fermantasyona tabii tutmamız, zihin süzgecinden geçirip kendimizin bir parçası haline getirmemiz, hayatımıza hayat kılmamız, düşüncenin aksiyona dönüşmesi önemli ve değerli olsa gerek. Çok bilmek değil, bildiklerimizi yaşamak, pratiğe dökmek kıymetlidir. Hakikat aşıkları dantelasını hep olmaya yönelik nakış nakış örerler, zira nakışa ve desene dönüşmeyen iplik her yerde bulunur.
Bir kavramı çok zikretmekle o eylem hayata geçiyor demek değildir. Adil olalım demekle adaletli olunmadığı gibi, ete kemiğe bürünmeyen bilgi bizi bilgeliğe, hikmete taşıyabilir mi? Aklın geçmiş malumatı ve şu andaki müşâhedeleriyle yeni komprimeler, yeni fikir hüzmeleri elde etmesine “fikir”, bu ameliyeyi yapmaya ise biraz daha cehd ve kendini zorlama mânâsında “tefekkür” diyoruz. Aslında insanın dış dünya ile bağı, eşyanın zihnimizde oluşturduğu fotoğraflar bizim idrak dediğimiz şuuru sağlıyor.
Aynı mantık şahıslara olan sevgimiz için de geçerlidir. Falan şahıs için canım feda, dünyada eşi benzeri yok desek ama sevdiğimizin yanında olmasak, zor günlerinde kederlerini, iyi günde neşelerini paylaşmazsak bu sevgi ne kadar gerçektir? Bir entelektüel, ilim adamı, kanaat önderinin yazdığı kitapları okumazsak, söyleşilerini dinlemezsek, fikirlerini hayata geçirmek için uğraşmazsak, bu sevgimiz inandırıcı olur mu? Zihnimizde kurduğumuz dünyayı kalbimizle beslememiz gerekmez mi?
Günümüz post-modern toplumlarında tüketim çok hızlı olduğu için hazmetme, içselleştirme, ilmi irfana çevirmede ciddi körlükler yaşanıyor. Günübirlik bir telaş var ama tüketilenler sadece tüketim maddeleri değil, ahlakı da erdemi de insani değerleri de hızlı tüketir olduk. Demokratik sistemler, dinler bile ahlâk üretmede zorlanıyorlar artık. Erdemli, demokratik haklara saygılı bir birey daha kıymetli, ya da erdemli, ahlâklı dindar bir bireye daha çok ihtiyaç var. Mısır'da veya sair Müslüman topluluklarda Kur-an, hadis, siyeri çok iyi bilen, ezberleyen teologlar var ama medeniyete, ahlâka yansımıyorsa bir yerlerde durum düşünmek gerekmez mi? Kulakların doyduğu ama gözlerin aç olduğu bir asırda yaşıyoruz. Fizikteki determinizm, canlı alemle cansız alem arasındaki sebep sonuç ilişkisini gözlerimiz önüne seriyor. Pratik hayata yansımayan bir sürü bilgi uzay boşluğunda ya da zihnimizde ölüme mahkûm oluyor. Hakikate ulaştıran bilgi ve irfan ise adeta can buluyor insanlık bedeninde, nefes oluyor ciğerlerimizde, fer oluyor gözlerimize, hayata bakışımıza.
Tarihin seyrinde bilginin bilgeliğe yolculuğunda yalnız değiliz aslında. Bergson aklıyla Yaradana ulaşmış ve Marksizm’in karşısında bir ekol olmuştur. Alman Leibniz'de zihin sınırlarını çatlatırcasına zorlamış, idrak ufkunda gelebileceği en üst sınırlara kadar yükselmiş inançlı bir ilim adamı idi. Fahreddin Razi, Gazzali, Mevlâna, yakın tarihden Abdurrahman Azzâm, Bediüzzaman gibi dahiler, aklın ve kalbin saltanatını ele geçirmiş rol modellerdir. Beşere rehberlik yapacak gerçek bilgeler olmayı haketmişlerdir.
Sitemizi kullanmaya devam
ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz.
Detaylı bilgi almak için Çerez Politikasını ve Gizlilik Politikasını inceleyebilirsiniz.