Aşk olan yerde, mârifet eksik olmaz!
Son asır edebiyat, kültür, fikir ve iman hayatımızın mümtaz ismi Sâmiha Ayverdi Hanımefendi'yi bir yazıda ele almaya çalışmak mümkün değil. Sâmiha Ayverdi Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş döneminin yetiştirdiği nadide aydınlardan birisidir. Asil, sade ve akıcı dili ile evrensel eserleri geride miras bırakmıştır. Doğu ve Batı'nın iyi bir şahidi ve gelenek, modernizm sentezcisidir. Türk-İslam kültürünün mîrasçısı ve Sufi tasavvuf edebiyâtının son devir temsilcisidir. Bu velud dimağın yaktığı irfan projektörlerine sadece nazarların dikkatini çekebilirsem bahtiyarım.
Sâmiha Ayverdi Hanımefendi, 25 Kasım 1905’te bir Kadir Gecesi’nde İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde doğdu. 1921 yılında Süleymaniye İnas Nümune Mektebi’ni bitirdikten sonra tahsiline hususi olarak devam etti. Mükemmel Fransızca öğrenerek tarih, tasavvuf, felsefe, edebiyat sahalarında kendini yetiştirmiştir fakat onun hayatında esas rol oynayan insan, mütefekkir ve mutasavvıf Ken’an Rifâî’dir.
On altı yaşında iken bir kaymakamla evlendirilen yazar, rûhen ve fikren anlaşamadığı eşinden Nâdide adında bir kız çocuğu dünyâya getirdikten sonra ayrılır ve evlilik defterini bu suretle kapatır. Hayâtının bu safhasını âdeta yok farz ederek en yakınlarına dahi söz etmeyecek, kendini kızına ve yazmaya adayacaktır.
Kadir Gecesinde doğdu, Kadir Gecesinde vefat etti
1938’de ilk romanı “Aşk Budur” yayınlanır. Bunu, diğer romanları takip eder. 1946 yılından sonra fikrî ve tarihî eserlere ağırlık verir. Hatıralarını kaleme alır. 1966 yılında Türk Ev Kadınları Derneği’nin kuruluşuna öncülük eder. 1970 senesinde ise ağabeyi Yüksek Mühendis, Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi ve onun eşi İlhan Ayverdi ile birlikte Kubbealtı Cemiyeti’nin kurulmasını sağlar. 1978 yılında cemiyet, vakıf statüsüne geçirilir. Hizmetle dolu 87 yıllık bir ömür, 1993 Ramazan’ının 22 Mart günü yine Kadir Gecesi’nde sona erer. Ardında otuzu aşkın eser ve kalabalık bir talebe topluluğu bırakmıştır. Bayramın birinci günü Merkez Efendi Kabristanı’nda toprağa verilir.
Soyu Bektaşi dervişi Gül Baba’ya dayanıyor
Annesi Meliha Hanım, babası Piyâde Kaymakamı (Yarbay) İsmâil Hakkı Bey’dir. Anne tarafından soyu, bugün Budin’de medfun olan Bektâşî dervişi Gül Baba’ya dayanır. Gül Baba, aslen Merzifonlu olup on altıncı asırda yaşamış ve Kanûnî’nin Budin fethine iştirak ederek orada şehit düşmüştür.
Kendisi gibi Türk kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuş olan sanat târihçisi ağabeyi Ekrem Hakkı Ayverdi’den sonra âilenin ikinci ve son çocuğu olarak dünyâya gelir. Baba tarafından şeceresi Ramazan oğullarına kadar uzanır. Girit isyânını bastırmak üzere gönderilen dedesi Zerdebıyık Hasan Bey orada şehit düşer; böylece İsmail Hakkı Bey daha bir yaşına basmadan yetim kalır. Büyüyünce, o da babası gibi askerlik mesleğine intisab ederek Balkan ve Birinci Cihan harplerinde gazi olur. Büyük babası Hilmi Bey’in ağabeyi, İkinci Sultan Abdülhamid’in Meclis-i Mâliye Reisi İbrâhim Efendi’dir ki ileride yazarın İbrâhim Efendi Konağı adlı otobiyografik eserinin kahramanı olacaktır.
Sâmiha Ayverdi’nin büyük annesi Hâlet Hanımefendi zamânın kanunları gereğince âilenin maddî mîrâsından payını alamamakla birlikte sosyal seviye, bilgi ve görgü bakımından İstanbul aristokrasisinin en güzîde âilelerinden birine mensup olmak özelliğine sâhiptir. Bu akıllı,fikirli kadının, küçük yaştaki torununun karakter gelişiminde tesirinin payı büyük olacaktır. Nitekim Hâlet Hanımefendi’nin dizi dibinde yetişen Ayverdi, muhtelif hâtıralarında da belirttiği gibi gerek âile muhitinde gerek anne annesinin elinden tutarak gittiği akraba, eş dost meclislerinde gördüğü İstanbul medeniyetini en ince çizgilerine kadar büyük bir titizlik ve sadâkatle hâfızasına nakşeder. Ender rastlanacak bir hafızaya sahip olan Sâmiha, çocukluğunu bir buçuk yaşından itibâren hatırlamaktadır. Daha üç dört yaşından itibaren babasının, evinde tertiplediği selâmlık sohbetlerine katılır. Burada Ziyâ Paşa, Cevdet Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa ve Ressam Ali Rıza Bey gibi zevâtın konuşmalarını dinleyerek büyür. Bu sohbetler onun öğrenmeye hevesli tabiatını besler ve kuvvetli hafızasına yerleşerek eserlerine malzeme kaynağı olur.
Aktivist yönü
İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul Enstitüsü ve Yahyâ Kemal Enstitüsü’nde faal üyeliklerde bulunmuş, Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi’nin ve Kubbealtı Akademisi’nin kurucu üyesi olarak çalışmış, akademiyi fikir ve yazılarıyla beslemiştir. Bu kuruluşlar bünyesinde faaliyete geçen mûsikî, tezhip ve hat kursları, millî kültür meselelerini bilhassa gençlere aktarmakta büyük vazîfe gören seminerler, anma günleri cemiyetteki büyük bir eksiğin giderilmesine yardımcı olmuştur. Öyle ki buraları Ayverdi kardeşlerin himmetiyle vatan evlâtlarının mânen beslendiği bir ocak hüviyetini kazanır.
1980 yılında Libya tarafından İspanya’nın Sevilya şehrinde düzenlenen, İslâm Konferansı için hazırlık toplantısına bir tebliğle katılır. 1969-80 yılları arasında muhtelif Avrupa ülkelerine yaptığı seyahatlerde tuttuğu notları, oralara âit intibâları, Yeryüzünde Birkaç Adım adlı eserinin yazılmasına vesîle olur.
Bazı eserleri,
Sâmiha Ayverdi'nin hayata ve insana dair söyledikleri ve yazdıkları bir insanlık mirasıdır. Tüm dillere çevrilebilecek evrensellikte ve sade bir dille eserlerini kaleme almıştır. Medeniyet, sanat, eğitim, kadın, konak hayatı, hayatın anlam arayışı,insanın derinlikleri, toplumsal problemler ve çözümleri, İstanbul'un kültürel mozaiği, Rumeli şifahi kültürüne ait yazılardan oluşan bir külliyat bırakmıştır ardında. Nihad Sami Banarlı Ayverdi’yi “Her satırı, her paragrafı, içinde yaşadığı içtimaî çevre ile, buhranları arasında yoğrulduğu tarih hadiselerinden kuvvetli akisler taşıyan bir müellif” diye tanımlar.
Sâmiha Ayverdi'nin edebi eserlerinde mistik İslam, bir başka ifadeyle dinin tasavvufi yorumu, başlıca unsurdur. İnsan merkezlidir. Eserlerinde aradan çekilir ve kahramanları konuşturur. İnsanımız için bir ahlak sistemi, bir değerler manzumesi ve davranış kuralları bütünü oluşturmuştur. O, sıkça başvurduğu tasavvuf düşüncesini bir ders formunda, tarihi ve teorileriyle öğretme yolunu tutmaz; hatta doğrudan doğruya dinden ve tasavvuftan bahsetmez. Sadece hayatı ve insanları anlatır. Ama bu arada tasavvuf ahlakını benimsemiş tipleri daima öne çıkarır, onların olgun tavır ve düşüncelerini örnek olarak gösterir.
Eserlerinde temel konu ise gerçek aşkın erdirici, olgunlaştırıcı rolüdür. Son Menzil kitabında "Aşk, insanla ebediyet arasında en sağlam köprüdür. Anlamak için sevmek lâzımdır" ifadeleri yer alır. Seniha, Haşim'e söylenir: "Seni sevmekle çok şey kazandım, fakat sana takılıp kalmakla çok şey kaybettim!"
Geç, ondan da geç, yalnız aşkta dur. Son menzil budur, onda karar et!" İşte bu, beşeri aşktan ilahi aşka, gerçek aşka geçiş demektir: "Şu muhakkak ki insan, aşkı bir vücuttan tattıktan sonra, onu bütün kainatta görmeyi öğrenmeli."
Bilhassa yakın tarihimizi çok iyi öğrenin
Arkamızda Dönen Dolaplar adlı kitabı ile Türk Edebiyatı yeni bir eser kazanmıştır. Bu kitap, yazarın 1980'li yıllardan sonra yazdığı hatıralar serisinin on birinci ve Sâmiha Ayverdi Külliyatı'nın otuz sekizinci eseridir. Yazılarında ve sohbetlerinde gençlere daima "Tarihimizi, bilhassa yakın tarihimizi çok iyi öğrenin" diyen yazar, bu eserinde de geçmişimizin ibret alınacak olayları üzerinde durur.
Külliyatın bundan önceki kitabına “Dünden Bugüne Ne Kalmıştır” diyerek bizi geçmişimizle hesaplaşmaya davet ederken, bu sefer de işte bu hesaplaşmayı tamamlamak üzere arkamızda dönen dolaplardan haberdar olmamızı ister.
55 yıla 53 eserlik külliyet sığdırdı
Sâmiha Ayverdi, 55 yıl süren yazı hayatına 53 eserden oluşan bir külliyat sığdırır. Roman, hikâye, biyografi, tarih, hatıra, mektup, makale, sohbet, gezi yazısı gibi birçok türde eser veren Ayverdi, 1938’de yazdığı ilk romanı Aşk Budur’un hemen ardından 1939’da Batmayan Gün’ü kaleme alır. 1938-1948 arasını kapsayan 10 yıllık sürede art arda 8 romanı ve 1 hikâyesi yayımlanır. Ayverdi, 1950’nin başlarından itibaren roman ve hikâye türü dışında eserler vermeye başlar ve tarih, medeniyet, tasavvuf konuları ekseninde süren yazma seyri vefatına (22 Mart 1993) kadar devam eder
Tarih şuuru ve okuma aşkı
Ayverdi, okuduğu kitaplardan ve bunların kendi üzerindeki tesirinden “Kaybolan Anahtar” adlı eserinde şöyle söz eder: “Dokuz on yaşlarımın tâtil günlerinde en büyük zevkim okumaktı. Amma her okuduğumu anlamam elbette mümkün değildi. S¸u var ki, anlamaya uğraşmak dahi benim için ayrı bir zevk hatta eğlence olurdu. Meselâ Kısas-ı Enbiyâ’yı çok seviyordum. Abdurrahman S¸eref Târihi de gene, dinlemeye doyamadığım masalların, Kafdağı’nı aşmışların hayâlî hikâyeleri değildi. Buna rağmen okuduklarım, artık ulaşamayacağımızı hissettiğimiz geçmiş zamanların istîlâ ve fütu^hat hâtıraları olarak gene de çok câzip ve iç açıcı hikâyeler değil miydi? Öyle ki târih kitaplarının bana en sıcak görünen ve gönül çeken kısımları, Rumeli fütu^hâtı, hele hele Macaristan ovalarında at süren Türk akıncılarının mâcerâları idi”
II. Meşrutiyet (1908), Trablusgarp Savaşı (1911-1912), Balkan Savaşları (1912-1913), Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Millî Mücadele (1919-1923) gibi Osmanlı coğrafyasında büyük sarsıntılara yol açan olayların doğrudan yahut dolaylı tesiri altında kalan yazar, sonraki yıllarda da milletin dinmeyen ızdırabına ortaklık edip yaşananlardan çıkardığı dersleri, eserlerine yansıtır.
Ayverdi, bilgi birikimini nasıl elde ettiğine dair sorulan soruya “Araştırıcılık, dikkat ve fikrî takip” diye cevap verir.
Mânâ ve kültürel köklerimizle geleceği kucaklamak
Sâmiha Ayverdi, Osmanlı’nın milli ve manevi değerlerden uzaklaşarak çöküşünü acı acı yudumlar, şahitlik eder. Toplumsal olarak, bireysel olarak yeniden ayağa kalkılacaksa, maziden gelen birikimlerin, ruh ve mânâ köklerimizin yeniden canlandırılması gerektiğini söyler. Bu bekleyiş ve dönüşün çok büyük gayretler istediğini, aktif bir mücadele içine girilmesi gerektiğini savunur. Geleceğe yürümek için geçmişin mirasını inkar etmemeyi ısrarla vurgular. Bu fikirlerinde ve aksiyonunda hocası Ken’an Rifâî’nin çok katkıları oldu. O'na atıfla söylediği şu sözler, bu husustaki kanaatini ortaya koyar: “…insanlığın ulaşması kararlaşmış olan her yeni ve ileri adım mâzîden bize kalan kültür mirasına basarak atılabilir. Ve her yeni inşânın şartlarını, içinde bulunduğu zaman tâyin edecek, fakat malzemesi o mîras içinden seçilecektir.” Ayverdi’nin bu yaklaşımı, onun imparatorluk geçmişini ve Cumhuriyet’i sahiplendiğini de göstermektedir.
Sâmiha Ayverdi hem Doğu hem Batıdır, Sâmiha Ayverdi hem İbn Arabî, Mevlânâ, Hafız-ı Şirazi, Sâdi, Yunus Emre, Ahmed er-Rifâî, hem de Sokrates, Eflatun, Bergson, Kant, Nietzsche, Bertrand Russel'dır. Ayverdi geçmişle şimdi arasındaki bağı kesintiye uğratmadan bugüne taşıdığı ananevi birikimden ötürü “millî zevkin, millî şuurun ve millî hafızanın yaşayan üslubu” olarak tanımlanabilir.
Hakikate ancak vazgeçmeyenler ulaşabilir
Benlik çözümlemeleri üzerine Ayverdi'nin eserleri ve yaşantısın tam bir aynadır. İnsan kendini tanımadan, keşfetmeden, sınırlarını bilmeden, marifete ermeden kemale eremez. Varoluş sırrı bir anlamda insanın benliğini tanımasına emanet edilmiştir. Kendini tanımadan sorularına cevap vermesi çok zordur.
Aşk Budur romanında Yusuf “İnsanın kendinden, kendi benliğini, kendi aslını tecessüsten vazgeçip göklerdeki yıldızları, denizin ve yerin altındaki meçhulleri araştırması… gariptir. Halbuki ilk araştırılacak mevzu, kendi yönlü, manevî hüviyeti, ardıdır. Eğer insan dikkatini bu noktada teksif ederse çok şeyler öğrenebilir” der.
Hakikate ancak yılmadan, yorulmadan kendi ile beraber varlığı keşfetmeye uğraşanlar, vazgeçmeyenler ulaşabilirler, aşk ise en önemli buraktır bu yolda. Zafer denecekse adına kendi aramaktan vazgeçmeyenler kazanacaktır bu yarışı. Hayat bilmecesi çözüldükçe insan Yaradana yaklaşır. Ayverdi, Kur’an’ın birçok ayetinde geçen, insanın imtihan için dünyaya gönderildiği hakikatine vurgu yaparak söz konusu seferin imtihanlarla dolu olduğunun altını çizer. Ayverdi, romanlarında insanın hakiki imana sahip olabilmesinin iki şartı üzerinde durur. Bunlardan ilki, Allah’ın imanı nasip etmesi; ikincisi ise kulun onu arzu etmesi hususudur.
Kâmil insanla Kur’an ikizdir
Öğrencisi Cemalnur Sargut, Sâmiha Ayverdi'yi şöyle tanıtıyor: Hz Ayşe’nin Peygamberin ahlâkını Kur’an ahlâkıyla anlatmasını ve Hz. Peygamberin bir hadisinde “Kâmil insanla Kur’an ikizdir” buyurmasını bizler ilimle öğrenmedik, Sâmiha Ayverdi’nin yaşantısında bizzat gördük. O, mutasavvıfların “Bütün denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa Allah’ın kelimesi olan kâmil insanı anlatmaya gücü yetmez” olarak yorumladıkları âyetteki kâmil insandır.