Büyük davalar, kalıcı eserler bir takım mahrumiyetlerin bağrında bayraklaşmıştır.
Serahsi ; namı diğer “İmamlar Güneşi”. Babasının yanında ticareti öğrenmiş, Buhara’da eğitim almıştır. Sonraları Karahanlı Hakan’lardan birisi ile ters düşer. Dinin ruhuna aykırı hareket etmediği için siyasi irade kendisini Özkent Hapishanesi’ne gönderir. Ailesinden, çocuklarından, hatta çok sevdiği kitaplarından ayrı düşer. Türlü işkencelere maruz kalır.
Büyük İmam hayata tutunmak, yaşadığı bu büyük haksızlığa cevap vermek için, Hanefi fıkhının en büyük eseri olan 30 ciltlik Mebsut'u hapsedildiği kuyuda talebelerine dikte ettirmek suretiyle vücuda getirmiştir. Hapishane çilesi tam 15 yıl sürer. Vazgeçmeyen, pes etmeyen bu irade kahramanı yalnızlığı iliklerine kadar yaşar. İhaneti, el üstünde tutulacakken zindanlara gönderilmeyi, türlü hakaret ve iftiralara maruz kalmayı acı acı yudumlar. Ama tarihdeki pek çok yüce ruhlu akranları gibi, geleceğe üreterek, insanlığa faydalı şeyler bırakarak yürümeyi seçer. Şikayet edip, geçmişe takılıp kalmaz, ve bir yad-ı cemil olur insanlık tarihinde.
Fyodor Dostoyevski; hasta bir anne, alkolik doktor bir baba ile başlar hayat serüvenine...Aile içi şiddet yüzünden, genç yaşlarda sara hastalığına ve öfke nöbetlerine maruz kalır. Arkadaşsız ve içe kapanık yaşar uzun yıllar.
Dostoyevski ‘nin babasına duyduğu öfke, sara hastalığını tetikler. İlerleyen yıllarda Sosyalizme evrilir, bir gece baskını ile 10 ay nedenini bilmeden hapis yatar. İdama mahkum edilir, sonra hapis cezasına çevrilir ama kürek mahkumu olarak çilesini tamamlar. Sibirya’da katiller, kaçaklar, vahşi mahkumlarla hayat çilesine nakışlar ekler. O yıllarda tek dayanağı elindeki İncil’dir. Yalnızlığını tanrıya olan inancı ile giderir.
Umutsuzca bir arayış içerisinde iken hayata tutunma, insana katkıda bulunma adına yazdığı “Ölüler Evinden Anılar” kitabı bir çıkış yolu olur Fyodor için, Kremlin’de Çar gözyaşları ile okur bu kitabını.
Mahrumiyet yılları ve içinden çıkılmaz gibi görünen olaylar dünyanın en velud dimağlarından, edebiyat üstadlarından birisini doğuracaktır.19. yüzyıla mührünü vuracak, Batı’da en çok okunacak yazara analık yapacaktır; çektiği meşakkatler, türlü türlü illetler, yalnızlıklar, terkedilmişlikler...
Vefat edince cenazesine 30 bin insan katılır. Arkasında insanlık için başyapıt niteliğinde, Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza, Bir Yazarın Günlüğü, Yeraltından Notlar, Budala gibi muhteşem eserler bırakır.
Yalnızlık göreceli bir kavram. Kimine göre, eşten dosttan uzak olmak, kimine göre gidecek kimsen olmaması, kimilerine göre ise halden ,dilden, fikirlerinden, ideallerinden çevrende anlayan insan olmaması...sanırım en zoru da bu yalnızlık olsa gerek; çünkü insan sosyolojik yalnızlığını bir şekilde yeni arkadaşlar, komşular edinerek giderebilir ama zihni yalnızlığınızı giderecek yeni dostlar ve zihin mimarları bulmak kolay olmasa gerek. Bir de kalbi yalnızlık var ki, kalpler yalnızca Yaradanı zikrederek huzura erer ilahi beyanı, bu yalnızlığa müthiş bir deva sunar.
Hayata katılarak, insana yeni şeyler sunarak yalnızlığımızı erteleyebiliriz. Engin Gençtan ile noktalı virgül koyalım hayata ve yalnızlığımıza bakışımıza;
Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!
Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle, yaşamına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir!
Gönlünüzdeki bayramlara kavuşmanız temennisi ile…
Teklif ve önerileriniz için;
Twitter: e_incekul