Yılın yenisi olmaz aslında, insanın yenisi olur. Zaman izafi bir olgudur. Dünya daha yavaş veya hızlı dönseydi zaman da daha yavaş veya hızlı akacaktı, daha hızlı veya geç yaşlanacaktık. Zamana değer katmak, şekil vermek ise kendini yenileyen insanla mümkündür. Yılların sayısı değişir sadece. İnsan beklentileri ve hedefleri ile zamana anlam katar. Zamanı doğru kullanması, disipline etmesi ile zamana meydan okuyabilir. Bir ömre sığmayacak işleri on yıllara, kısa zamanlara sığdıran nice hakikat kahramanları insanlığın hafızasında yaşamaktadırlar. Zamanın ruhu hepimizi sarmaktadır ve zamana ruh verecek olan yine bizleriz. Sadece beklemekle ve bir şeyler yapmamakla değişim olmaz, ancak yaşlanma ve eskime olur.
Yeni yıldan ne bekliyorsak, yeni yılda ne yaptığımıza ve yapacağımıza bakmalıyız. Çünkü insan, yaptıklarından, okuduklarından, yazdıklarından, izlediklerinden, ruh dünyasına misafir ettiklerinden, yediği gıdalardan, fikirlerinden, görüştüğü yakın çevresinden ibarettir diyebiliriz. Yani yaptıklarımızla bir anlamda zamana şekil veriyoruz. Arayışlarımızla hakikate varıyoruz ve bir hayat boyu bu yolculuğumuz devam ediyor. Yönelmelerimizle anlama ve hayata anlam kazandırmamız beraber gerçekleşiyor. Savaşımız kendi dünyamızda ve zihnimizde oluyor. En büyük mücadelenin kendi içimizdeki hakikat arayışı mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu mücadeleyi içimize düşmek, kendimizi gözlemlemek ve hakikati tek gözle görmeye çalışmamak şeklinde tarif edebiliriz.
Mart 1991 Sızıntı ‘Yeni İnsan’ makalesinde: Târihî devr-i dâimlerle Hakk inâyetinin tecellîlerine açık yeni bir çağın sath-ı mâiline girmiş bulunuyoruz. Bizim dünyâmız adına 18. asır, özünden uzaklaşanların ve muhâkemesiz mukallitlerin; 19. asır, kendini değişik fantezilere kaptırmış, geçmişiyle ve târihî dinamikleriyle zıtlaşanların; 20. asır, bütünüyle yabancılaşanların, kendini inkâr edenlerin, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep dışarıda arayanların çağı olmuştur. Dörtbir yanda tüllenen emârelerin de teyidiyle, 21. asır ise bir inanç ve inanmışlar asrı ve bizim için bir rönesans çağı olacaktır.
Dünyamızın içinde bulunduğu siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyolojik krizlerin temelini insan oluşturuyor. Tarihin başlangıcından bugüne hep böyle oldu, insanla yeryüzünde başlayan problemlere ancak insan çözüm üretebildi. Zamanın mimarları okuyan, dinleyen, düşünen, insanlığın dertlerine çareler arayan, üreten insanlar olacaktır. Her meslek grubu bu oluşuma, dünyanın rönesansına katkı sunabilir. Kolektif bir proje olan insanlık projesi sadece insanı merkez alır. Renk ve aidiyetinin önemi yoktur. Doğu ve Batı kültürüne, hazinesine bütüncül bakabilmek esastır. Marks, Nietzsche türküleri söyleyip, Zemahşeri, Fahreddin Razi, İbn-i Rüşd, İmam Gazzali, Mevlânâ, Bediüzzaman gibi dev şahsiyetlerden istifade etmemek ve küçümsemekle ancak Cemil Meriç'in ifadesiyle sömürge aydını olunur. Yani Doğu’yu Batılının gözüyle görmek, Batı’ya Doğulu gibi bakmak esastır. Kendin olmak ne kadar şahsiyetli bir duruştur.
İki tür taklit var, diyor Ali Şeriati; Birincisi sahtelik, kopyacı ve kalıpçılık. Frantz Fanon, yanlış köleci taklit tiksindirici ve maymunsudur, der.( Çar Pedro’nun Hollanda dönüşü sefaletin, fakirliğin sebebini sakala bağlayıp, herkesin sakalını kestirmesi gibi). İkincisi Batı’da ilim ve teknoloji olduğunu bilip, geri kalmışlığımızın farkında olarak çalışmak. Davies'e göre, bu durumda yapılması gereken "İslam medeniyetinin sorunlar hakkında İslamî düşünme yeteneğini yeniden kazanması ve Batı entelektüel paradigmaları tarafından yüzyıllardır baskı altında tutulan kendilerine has bilim yapma (bilme) yollarını yeniden hayata geçirmesi"dir. Filibeli Ahmet Hilmi diliyle söylersek, durağanlaşan Müslüman aklının yeniden harekete geçirilmesi ve ‘bana ne! başkaları yapsın’ anlayışından, dun-himmetlikten kurtulmaktır. İşte yeni insan profilinin sırrı bu gerçekte gizlidir.
Epik, destansı, lirik bir bakış açısı ile günümüzü okuyamayız. Dikiz aynası ara sıra bakmak ve kaza yapmamak için vardır. Dikiz aynasına, yani geçmişe devamlı bakarsak ya kaza yaparız, ya da yol alamayız. Tam tersine tamamen geçmişten kopuk, duygusuz, sadece rasyonalite ile de hadiselerin görünmeyen yüzünü ve sırlarını anlayamayız. Bilimin en net kanunlarında bile öncekileri alt üst eden değişimler oluyor. İnsan akıl ve ceset olduğu kadar kalb ve metafiziktir. Yokluk varlığa engel değildir, bugün olmayan yarın olabilir.
Yeni insan güzeli ve estetiği ortaya çıkarmaya çalışan bir varlık avcısıdır. Mütefekkirler, düşünce insanları ya da gerçek sanatçılar varlığın peçesini aralayabilirler. Hakikate, manaya ulaşmak için varlık ve insan arasındaki o ince perdeyi aralamak gerekir. Bireyselliğin zirvesi sanatıdır. Müziğin, sinemanın, tiyatronun, edebiyatın dili gerçeğe ve hakikate tercüman olabiliyorsa en etkili iletişim yoludur. Sanat ise varlık içerisinde saklı olan güzelin ve hakikatin ortaya çıkarılıp, insanlığa hediye edilmesidir.
Dünyada 2023'e pandeminin türevleri, savaşlar, depremler damgasını vurdu. Bilim ise olanca hızıyla ilerliyor. Yapay zeka hayatımıza ayrı bir ivme kazandırdı. Belki önümüzdeki bir kaç yılda olağanüstü buluşlara ve keşiflere şahit olacağız. 4 Temmuz günü Pathfinder Mars’a başarılı bir iniş yaptı. Bir bilgisayar mouse’u ile 700 milyon kilometre ötedeki ufacık bir araç Mars’ı gezip dolaşıyor. Resimler çekiyor, incelemeler yapıyor. Kalbimiz ile akledebilirsek bu gelişmelerin insanın anlam arayışına katkısı büyük olacaktır yoksa insan yine insanı yok edecektir. Zamanın vücudu, ruhu vardır ama ahlâkı da vardır.