Dünyayı bir valize sıkıştırarak, bin bir zahmet ve sıkıntılarla hiç tanımadıkları, dilini dahi bilmedikleri ülkelere, sırf Allah emrettiği için o dünyanın insanlarıyla tanışmak, kaynaşmak, eğitimle, tatlı dil güler yüzle, ahlâk-ı âli’ye ile, inandıkları, hak bildikleri davalarını ve insanın yaratılış gayesini ve yaradanı temsil ve tebliğ yoluyla muhtaç gönüllere sevdirme, dünya ve ahiret mutluluğu ve huzurunu paylaşma adına, evini, ana babasını, bazıları itibariyle çoluk çocuğunu, vatanını bırakıp insanlığa hizmet adına bir daha dönmeme niyetiyle, haritada yerini bile gösteremedikleri ülkelere gittiler.
Gittikleri ülkelerin insanlarına; imanları, ahlakları, nezaket ve nezafetleri, sevgi ve şefkatleri, merhametli muameleleri sayesinde, nice gönüllerin fethedilmesine ve hakikatlerle tanışmalarına vesile oldular ve oluyorlar.
Dünyanın neresinde olursa olsun, Allah’ın İnsan fıtratına yerleştirdiği zıt kabiliyetleri, yerinde ve isabetli kullanmak suretiyle, zamanında yapılması gereken mücadeleleri; adavet, kin ve nefretle değil, adalet, sevgi, şefkat merhametle ve hakkaniyetle yapmaya gayret ettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Kötülüğe kötülükle, kin ve nefrete kin ve nefretle muamelede bulunmadılar, kötülüğe iyilikle mukabelede bulunarak katlandılar. Buna fırsat bulamadıkları takdirde, sabredip katlanmaya gayret ettiler. Çünkü: Kötülüğe kötülükle mukabele insanlar arasında düşmanlığı tahrik edeceğinden, yüce dinimiz İslam, kötülüğe iyilikle muameleyi emrettiğinden dolayı, her şeye katlanıp sabrettiler. İslam yapılan kötülüğe, bir o kadar kötülük yapmaya izin vermiş olsa da, affetmek sizin hakkınızda daha hayırlıdır, buyurulduğu için Allah’ın bu emrini tercih ettiler.
Evet kişisel haklarda bu böyledir. Hiçbir kimse başkasına ait hakkı affetme yetkisine sahip değildir. Haklar adaletle alınmalıdır veya affedilmelidir. Aynı zamanda dine, Allah’a, peygambere ait yapılan her türlü tahkiratı affetmeye de hiçbir insan yetkili değildir. İnsanlar ancak hakikatleri tebliğ ile mükelleftirler.
Allah, büyüklere hürmetle, küçüklere şefkatle, hatta hayvanlara, nebatata bile şefkatle muameleyi emretmektedir. Böyle bir muamele gönülleri fethettiği gibi hayvanların bile sevmesine vesile olur.
Afrika ülkelerinden birinde bir kız talebemiz hastahaneye düşüyor. Öğretmen bacımız çocuklarını beyine bırakarak, her gece talebesinin yanında geceliyor. Çocuk, benim annem babam yapmıyor bunu, siz nasıl insansınız deyip hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Ben ömrümün sonuna kadar bu iyiliğinizi unutamam diyor.
Ve yine bir öğretmen kardeşimiz, talebesi nehirde boğulurken, kendini atıp talebesini kurtarıyor ama, kendisi boğuluyor. Bu ne korkunç bir fedakârlık, yaşatmak için yaşama ideali!
Yine idareci bir kardeşimiz; bir gün ben buralarda ölürsem, sakın cenazemi ülkeme göndermeyin, okulumun bir kenarına gömün. Kıyamete kadar talebelerimin ayak seslerini ve cıvıltılarını duymak istiyorum diyerek, vasiyet ediyor ve dediği gibi kısa zamanda bir trafik kazası neticesinde vefat edip, arzu ettiği gibi oraya defnediyorlar.
Ve yine Afrika ülkelerinden birinde bir kolejde, beşinci kattan bir talebe düşüp ölüyor. Müdür beye haber veriyorlar. Dizlerinin bağı çözülüyor. Bin bir zahmetle çocuğun yanına geldiğinde; bakıyor ki, ölen çocuk kendi çocuğu. Ciğeri yanıyor ama, Allah’ım iyi ki benim çocuğum. Ya başkası olsaydı, anne babasına ne diyecektim. Sana nasıl hesap verecektim Yâ Râb! deyip ağlıyor, hüzünleniyor.
Bir gün Amerika’dan Kanada’ya giderken Niagara şelalesine yakın bir şehirde, o bölgedeki arkadaşlarımızla bir akşam sohbetinde bulunduk. Sohbet sonu bir iki arkadaşımız yüz kilometre içerde kiliseden devraldığımız bir kolejimiz var, Kanada’yı bir gün tehir ederek bizimle beraber olursanız memnun oluruz, zira biraz kenarda olduğumuz için, bizim oralardan hizmetimiz adına kuş uçmuyor, kervan geçmiyor diyerek ısrarla rica ettiler.
Arkadaşlarımızı kıramadık, o gün beraber gece saat bir civarı okula vardık. Okulların açılmasına az bir zaman kaldığı için, gece o saatlerde üç bayanın çalıştığını görünce sordum; o üç bayanın kendi hanımları olduğunu söylediler. Dedim ki, keşke işçi tutsaydınız, dediler ki paramız yok. Bütün okulun temizliğini, tertip düzenini kendimiz yapıyoruz deyince, biz de ceketlerimizi çıkarıp sabah namazına kadar okulda çalıştık.
Sıraları taşırken öğretmen arkadaşa sordum, bu talebelerle intibak ettiniz mi? Alıştınız mı? Arkadaşımızın gözleri doldu ve dedi ki, hocam sınıfa giriyorum talebe başıma sakız atıyor, mecburen saçlarımı kestiriyorum. Bu defa silgi ve kalem atarak dalga geçip gülüşüyorlar. Hocaefendi de; ya benim arkadaşlarım o çocukların kalp ve gönüllerine girsin ve onlara edep, ahlak ve fazilet öğretsinler, veyahut o sınıflarda tahtaların önünde ölsünler, diye haber göndermiş. Ben de inşallah o sınıfların içinde ölmeye karar verdim diyerek ağladı ve bizi de duygulandırmıştı.
Bir vesileyle eğitimci arkadaşlara mezkûr hadiseyi anlatmıştım. İki sene sonra kurumları eğitim adına kontrol eden bu arkadaşımızın aynı okuldaki müşahedesi, daha evvel öğretmenine silah gösteren ve başına silgi sakız atarak dalga geçen o talebelerin, subayının karşısında tekmil veren asker gibi, öğretmenlerine itaat edip saygı duyduğunu söylediler. Bu hadiselerle, derdin en büyük derman olduğunu bir kere daha anlamış oldum.
Elinde bir çantayla dünyanın dört bucağına Allah emrettiği için çok büyük fedakarlıklar göstererek giden bu kahraman insanlar, kendi ülkelerinde paralel bir devlet kurmak gibi bir düşünceyi hayallerinden bile geçirmemişlerdir.
Böylesine masum bir hizmet mensubu insanları ve bütün aile mensuplarını, terör örgütü yaftasıyla suçlamak ne korkunç bir zulüm! Bu zulmü irtikap edenler, bir gün dünyada, olmadı mutlaka ahirette hesabını verecek, cezasını göreceklerdir.
Allah, basiretlerimizi açsın inşallah. Dünyaya niçin geldik? Asli vazifemizin ne olduğunun farkına varalım. Her an ölecekmiş gibi hayatımızın hesabını yapmaya gayret ederek, Allah huzurunda sorumlu ve mesul duruma düşmeyelim.
Çünkü ölüm var, hakimler hakimi Allah huzurunda zerresinden hesap vereceğimiz büyük mahkeme var. Peygamberler dahil o ölümden kurtulamamışlardır. Şayet kurtuluş olsaydı, kainatlar yüzü suyu hürmetine yaratılan Nebiler Sultanı, insanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav) olurdu. Vazifesi biter bitmez Cenab-ı Hak, Habibini altmış üç yaşında iken huzuruna aldı. Onun için önemli olan, gönüllerin Allah’a teveccühüne vesile olacak şekilde ihlasla hizmet edeceksek, yaşamanın bir manası vardır. Yoksa hayatı sırtımızda bir yük gibi taşımanın bir manası kalmayacaktır.
Ankebût Sûresi 57. Ayette; “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.” Buyuran Cenab-ı Hak, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir. Allah’a malum, bizlere meçhul olan ölümümüz nerede nasıl gerçekleşecek bilemiyoruz. Liyakatı olan herkesin, îmân-ı kâmille Allah’ın huzuruna gitmeyi nasip etmesi dua ve dileğimizdir.
Bakara Sûresi 154. Ayette; “Allah yolunda öldürülenler hakkında ‘ölü’ demeyin. Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.”buyurulmaktadır.
Önemli olan Allah yolunda koşarken ölebilmektir. Vefa ve sadakatle, ihlas ve samimiyetle Allah ve Rasulüllahı, din-i mübini islamı, insanlara sevdirme yolunda emaneti sahibine arızasız verebilmektir. Aynı zamanda ahiret hayatını kazanmaya vesile olacak şekilde ömrümüzü değerlendirmek ve hayatı hak yolunda bereketlendirebilmektir.
Nahl sûresi 78. Ayette Cenab-ı Hak; “Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki, hiçbir şey bilmiyordunuz. Öyle iken size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz.“
Kur’an-ı mu’ciz-ul beyanda, muhtelif yerlerde, insanların mesul duruma düşmemeleri adına şu sorularla; Efelâ yeşkürun - Şükretmez misiniz ? Efelâ yetefekkerun - Hala tefekkür etmez misiniz? Efelâ tezekkerun - Düşünmez misiniz ? Efelâ tettegun - Korkmaz mısınız? Efelâ yağlemun - Bilmiyor musunuz ? Efela tubsirun- Görmüyor musunuz? Efela yağgılun - Akletmiyor musunuz? Fe’tebirû yâ ulul ebsâr! Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri! Gibi ilahi beyanlarla insanlara sorumlulukları hatırlatılmaktadır.
Yine Nahl Sûresi 111. Ayette ise; “Gün gelecek, herkes sadece kendisini kurtarmaya bakacak, gözü başkasını görmeyecek, her şahsa, yaptıklarının karşılığı tamı tamına ödenecek, kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.” buyurulmaktadır.
İman ne büyük bir hazinedir ki, insanlara hayatın hakikatini okutturuyor. Kısa vadeli dünya hayatı ile, ahiret hayatını kazanmaya vesile yapıyor. En önemlisi A dan Z ye, maddi manevi her şeyi yoktan yaratan Rabbimizi ve insanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed’in (sav) kıyamete kadar insanlığın rehberi olduğunu tanımaya vesile oluyor.
Devamlı tecdit ruhu taşıyan, konjonktürü çok iyi değerlendiren, içinde bulunduğu çağı iyi okuyan ve asrın hastalıklarını iyi teşhis eden, kendini inandığı davaya adayan, imanını hiçbir şeye alet yapmayan, maddi manevi bütün uzuv ve latifelerini hak yolunda, insanlık hizmetinde, eğitim ve dünya barışında kullanan, fedakâr ve hasbi kardeşlerimizin, evrensel bir din olan İslamiyeti, ayırım yapmadan, dünyanın her yerine model olarak, yüce ahlakı temsil etmek suretiyle, hiçbir engele takılmadan duyurabilmeleri en önemli vazifeleridir.
Mehmet Ali Şengül