Alemleri yaratan, düzen ve sisteme koyan, yaratılan varlıklar içinde insanı intihap ederek bütün varlıkları emrine musahhar kılan Allah (cc), Hz.Adem’den (as) Efendimiz’e (sav) o günden bugüne ve kıyamete kadar kullarını gerçeğe, hakikatlere uyarmak saadet-i dareyni kazandırabilmek için; Peygamberler ve Peygamberlere ait manayı temsil edecek âlimler ve mürşidler göndermiştir.
Buna rağmen insanlar zaman zaman hakkı unutup bâtıla saplanmış, doğruyu bırakıp yalana meyletmiş, güzeli bırakıp çirkine talip olmuş, ahireti unutup dünyaya dalmış ve neticede zulümler, ahlaksızlıklar ruhları sarmış; insanlar ekseriyet itibariyle mes’uliyetsiz ve sorumsuz hale gelmişlerdir.
“...Sana Rabbin tarafından indirilen Kur’ân haktır, gerçektir, ama insanların çoğu buna inanmazlar.” (Rad suresi,1)
“...Bu tevhid inancı, Allah’ın hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır. Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.” (Yusuf suresi, 38)
“Biz onlara, dedikleri gibi melekleri de indirseydik, ölüler diriltilip kendileriyle konuşsaydı, istedikleri her şeyi toplayıp karşılarına koysaydık, onlar, ihtimali yok, yine iman edecek değillerdi. Allah dilerse o başka. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.” (En’am suresi,111)
“Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Halbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz. Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir.” (Yunus suresi, 36)
“Allah da şöyle buyurur: “Biz size gerçeği getirmiştik. Fakat çoğunuz hakikatten hoşlanmamıştınız.” (Zuhruf suresi, 78)
“...Bütün hamdler, güzel övgüler aslında Allah’a mahsustur, fakat onların ekserisi bunu düşünüp anlamıyorlar.” (Ankebut suresi, 63)
“Biz onların çoğunda sözünde durma diye bir şey bulmadık; onların ekserisinin sadece itaat dışına çıkmış kimseler olduğunu gördük.” (Araf suresi, 102)
“Müşrikler Allah’ın nimetini bilmekle beraber, bunları kendilerine veren Allah’tan başkasına ibadet etmekle bu nimetleri inkâr ederler. Onların çoğu işte böyle nankördürler!” (Nahl suresi, 83)
“(Şeytanlardan bahsediyorlar) şeytanların asıl kime indiğini bildireyim mi?
Onlar yalan ve iftiraya, günaha düşkün kimselere inerler.
Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar.” (Şuara suresi, 221,222,223)
“(Habibim)Eğer dünyada bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar.” (En’am suresi, 116)
Bütün bunlara rağmen merhameti sonsuz Allah (cc), hükmü kıyamete kadar devam edecek Kur’an-ı Mücizül Beyan’ı ve onun mübelliği Nebiler sultanı insanlığın iftihar tablosu Efendimiz’i (sav), yıldızlar kadar parlak insanlığın yüz akı Sahabe Efendilerimiz’i (r.anhüm) ve o günden bu güne nice evliyaları, ulemâları, hak dostlarını, beşerin elinden tutup kıyamete kadar dünya ve ahiret saadetini kazanmaları adına hakkı tebliğ ve temsil için göndermiştir. Ta ki insanlar yolunu şaşırmasın, dünyayı bir ahiret pazarı olarak değerlendirsinler.
Allah (cc) insanlığa en son öyle bir Peygamber göndermiştir ki, O’na (sav) tabi olanlar hiçbir engele takılmadan sırat-ı müstakim üzere hayatlarını sürdürerek gerçekleri bulsunlar.. O’nun rehberliği ile dünya ve ahiret saadetine ulaşsınlar..
İnsanlık O’nunla (sav), yaratılış gayesi ve hikmetini idrak etsin, Rabb-ül alemin olan Allah’ı (cc) tanısın. Onunla yollarda engellere takılıp kalmaktan, ölümle sona erecek geçici dünya zevklerinde boğulmaktan kurtulsun.
Bugün, yaratılış gayesine uygun yeryüzünde Allah ve Resulullah’ı (sav) temsil eden müslümanın varlığından rahatsız olanlar var. Hak bilinen bu davaya hizmet eden ehl-i imanın yollarını kesip engel olma gayreti içinde olanlara karşı mü’minler, birbiriyle olan muameleleri çok benimsemeli, vahdet-i ruhiye içinde ihlas ve samimiyete ciddi önem vermeli, meselelerini ortak akılla ele almak suretiyle hayr-ul halef nesilleri ve aile yapısını korumalı ve sıhhatli hale getirme gayreti içinde bulunmalıdırlar. Bunun için, iman ve ahlâka, vefa ve sadakate bağlı olarak, istişareye ve îsar ruhuna fevkalade önem vermelidirler.
Bu fedakarlık ruhunu umuma teşmil ederek, herkesin o lütuftan istifade etmesini sağlamalı; kaliteye önem vererek ihlas ruhu korunmalıdır. Allah’ın omuzlarımıza yüklediği bu emaneti gelecek nesilllere arızasız devredebilmek için, huzur-u Rabb-ül aleminde mahçup olmayacak şekilde, marziyyat-ı İlahi esas alınarak, yeryüzünde liyakatı olan bütün insanlara duyurma gayreti içinde mü’minlere yakışanı yapmalıdırlar.
Bugün de, helâket ve felâketlerin, zillet ve sefâletlerin ruhları sardığı, yuvaları yakıp aileleri perişan etmeyi hedef ittihaz edip, bunu hayatlarının gayesi haline getirenler; iman ve ahlâken mazbut, ıslahçı bir nesli, zulümle, işkenceyle, gayz, kin ve nefretle yok etmeyi, mallarını gasbedip yuvalarını dağıtıp yıkmayı hedef edinmişlerdir.
Bu ıslahçı nesil; dünyada sulhü, huzur ve güveni temsil eden, yıkılmış yuvaları tamir etme gayreti içinde çırpınan, hayr-ul halef nesillerin küfür ve dalalet bataklığında yok olup gitmelerine engel olma gayreti içinde mücadelelerine devam eden, en meşru yol olan eğitim ve ahlakla nesillere sahip çıkmaya çalışan gönül erleridir.
Gücümüz yettiği kadar kimseyi tahrik etmeden, kıskandırıp korkutmadan, herkesi kendi konumunda kabul ederek, dâvâ-yı iman ve İslam’ı hiçbir şeye alet etmeden temsil etmeye ve liyakatı olanlara sevdirerek ulaştırmaya; şefkatle, merhametle, yaratılış gayemizi, misafir olduğumuz şu dünya sarayında kötülüğün, yakıp yıkmanın kimseye faydası olmadığını anlatmaya çalışmalıyız.
Her ne kadar şartlar ağır olup imtihanlar büyük olursa olsun, Hz.Üstad’ın ihlas risalesinde, “Umur-u hayriyenin muzır manileri olur, şeytanın hadimleri onlarla çok uğraşır” veciz ifadesi hatırlanmalı ve şeytanın hiçbir zaman tatili, uykusu olmadığı, sürekli inananların ayağını kaydırma gayreti bulunduğu unutulmamalıdır. Onun için ‘talattuf’la ve ‘sırran tenevveret’ gerçeği ile hareket edilmelidir.
Himmetimizi, gayretlerimizi, fedâkârlıklarımızı, en yakından en uzaklara kadar insanların dünya ve ahiret saâdetini temine matuf yapmalı, niyetlerimizi ve gayretlerimizi halis tutarak, Allah’ın her işimizi hayırla bereketlendirmesini O’nun sonsuz lütuf ve inayetinden beklemeliyiz.
Efendimizin (sav) sinesinde her insana yer vardır. Hiç bir insanın kaybına vicdanı razı değildir. Nitekim Kur’an-ı Mucizül beyan da Cenab-ı Hak Şuara suresi 3.ayette; “(Habibim) Onlar iman etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin” fermanıyla bu gerçeği açıkça ifade buyurmaktadır. Efendimizin (sav) böylesine şefkatle insanlara kucak açması neticesinde, Ebu Süfyan, Hind, İkrime, Vahşi, Halid bin Velid, Amr bin As gibi ve daha nice insanlar gecikmeli de olsa imanla şereflenmişlerdir. O (sav), eline fırsat geçtiğinde dahi, insanca davranıp merhametle muamelede bulunması kalplerin yumuşamasına vesile olmuştur.
Bundan dolayı Efendimiz (sav), inanan ümmetinin, inanmayan ümmetine sahip çıkmasını talep etmektedir. Şerefsüdur olmuş bir beyanlarında, “Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah’da sizi sevsin” buyurmuşlardır. (Suyutî)
O Nebiler Sultanı (sav) ki, kendisini ortadan kaldırmak isteyenlere bile şefkatle kucak açmış, onbeş asırdan bu güne kadar sayısını Allah’ın bildiği nice Allah kullarının imanla şereflenip, ahiretlerinin kurtulmasına vesile olmuştur. Bizler de, O'nu tanıdığımız ve tanıttığımız ölçüde, dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olacağımızda şüphe yoktur.
Efendimiz’in ceddi ebcedi Hz. İbrahim, (as) son Nebînin şereflendireceği beldenin temelini atmak üzere; Hacer validemizi müstakbel peygamber Hz. İsmail ile birlikte Mekke'ye bırakıp ayrılırken, Hacer validemiz, Ya İbrahim! " Bizi bu ıssız vadide bırakıp nereye gidiyorsun? Sorusuna karşılık, Hz İbrahim (as) arkasına dönüp bakmadan yoluna devam edince, Allah’a ve kadere teslimiyetin simgesi olmuş Hacer validemiz, ‘Ya İbrahim bu tavrın Allah’ın emri ise yolun açık olsun!’ deyip takvayı tercih etmiş ve Allah'a teslim olmuştur.
Hülasa olarak; mü’min bir su kaynağı olmalı ki, suya muhtaç olan herkes onun etrafını sarsın ve bütün bağrı yanıklar onun semtine koşup susuzluklarını gidersinler.
Mü’min bir anne gibi sinesi şefkatle dolmalıdır ki, bütün sevgi ve şefkate muhtaç olanlar kendilerini onun bağrına atsınlar.
Mü’min, yardıma muhtaç bütün insanlara hatta, kendilerine kötülük yapan, aç ve susuz bırakan, gayz, kin ve nefretle muamelede bulunanlara bile fevkalâde civanmertçe davranmalıdır ki, onlarda hayata tutunabilsinler.
Mü’min bulutlar gibi ağlayıp rahmet damlaları dökmelidir ki, yağmurla toprağın dirildiği gibi sinesi gayz, kin, öfke, nefret, küfür, nifak dolu sineler de tekrar dirilsin ve zulüm ateşleri sönsün.
Mü’min kendisine yapılan bunca kötülüklere karşı aynıyla mukabelede bulunmadan; mü’min ve müslüman olmanın karakterine uygun davranış içinde bulunmalıdır ki; akıl, mantık ve irade dışı hissi hareketlerde bulunarak insanları kaçırmasın, iman ve İslam’a düşman haline getirmesin.
Mü’min yakılan, yıkılan ve yok edilen yol ve köprülerin yeniden ihyası için çalışmalıdır. Bu yolun Peygamberlerin hususiyle, Efendimiz ‘in (sav) yolu olduğu unutmamalıdır ki, böylece insan-ı kâmil olmanın gereği yerine getirilmiş olsun.
Unutulmamalıdır ki, hazımsız, haris, zâlim ruhlar evvela kendileri fevkalâde huzursuz ve mutsuzdurlar. İçlerindeki bu huzursuzluk çevrelerini, milleti ve ülkeyi de etkileyip zor durumda bırakmaktadır.
Allah (cc) insanı hayvanlardan farklı olarak dimdik ayakta duracak şekilde yaratmıştır. Onun için gönülden imanla şereflenen mü’min, Allah’dan başka kimsenin karşısında iki büklüm olmaz ve secdeye kapanamaz. “Allahım! Sadece sana kulluk yapar ve yardımı sadece senden dileriz” (Fatiha, 4) der, tevekkül ve teslimiyetle vazifesini yaparak emr-i İlahi’yi bekler.
Mehmet Ali Şengül