Dünya bir sefinedir, insan da yolcu… Sırtında taşıdığı bu yolcuları, ölümsüz ebedi yurtları olan aleme, emr-i İlahi ile taşımaktadır.
Nice insanlar vardır ki, ölümle sona erecek ve her an davetin vuku bulacağı bu dünyanın cazibesine takılıp kalırlar. Bir gün mutlaka hayatlarının hesabını verecekleri öteleri yani, Mahkeme-i Kübra’yı unutup sorumsuz yaşarlar.
Niceleri de, kendi çıkarları ve rahatları adına, şakiler gibi yol kesiyor, gayr-ı meşru yollarla başkalarının mal, can ve hürriyetlerine el koyuyor, yakıp yıkıp hukuklarına saldırıyor, kuvveti zulümde kullanıyorlar.
Ve yine öyle insanlar vardır ki, yaratılış gayesine uygun hareket ederek, eşref-i mahlukat olan insanlardan hiçbir kimsenin ahiret hayatını kaybetmemesi mevzuunda dertlenir ve onların dünya ve ahiret mutluluğu adına çırpınır, mücadele eder; eğitim, diyalog ve yardımlaşma yoluyla tanışmaya, gerçekleri, hakikatleri anlatmaya ve bu yolla gönül bağı kurmaya çalışırlar.
Ne var ki, ‘inadın gözü kördür. Meleği şeytan, şeytanı melek gösterir‘. İnsan şeytanın ve nefs-i emmarenin tuzağına yakalandığı takdirde, -kendisine hakta sebat etmek için, Allah’ın emanet olarak verdiği inadı- fitne fesat çıkarıp ortalığı katıp karıştırmada kullanırsa; o zaman hisler akıl, mantık ve iradenin önüne geçer, yuvalar yıkılır, aileler parçalanır, düzen bozulur. İnsanlar birbirine düşman hale gelirler.
Bir gemi, kaptanını kaybedince hedefini şaşırır, sahil-i selamete ulaşamaz. Böylesine her şeyi tarumâr eden fırtınaların meydana getirdiği dalgalar arasında çalkalanan geminin yolcuları da, alabora olur, büyük çoğunluğu itibariyle dünyaları mahvolur.
Rabb-ül alemin olan Allah(cc), Hatem-ün Nebi olarak, Nebiler Sultanı Efendimiz’i (sav) dünya gemisinin en son kaptanı olarak tayin ve takdir buyurmuştur. Yanılmayan ve yanıltmayan Efendimiz (sav) ve Sahabe Efendilerimiz (r.anhüm); kendilerine en büyük zulmü yapan, yapmadıkları kötülük bırakmayan hasımlarını bile affetmişler, aynı zamanda yollarda engellere takılıp kalan, dalalette boğulan nice insanların elinden tutmuş, rehberlik yapmış, sefine-i Muhammediye ye davet etmek suretiyle, imanlarının kurtulmasına vesile olmuşlardır.
Şuara suresi 3. ayette Cenab-ı Hak’ın; “(Habibim) Onlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin“ teselli-bahş ilahi beyanlarına rağmen, Allah Resulü ve Ashab-ı Kiram Efendilerimiz mesuliyetini ve sorumluluğunu taşıdıkları gerçekleri, hayatlarını sonuna kadar ihmal etmeden temsil etmişler ve muhtaç gönüllere duyurmuşlardır.
Dünyada misafir olduğunun şuurunda olan mü’minler de, mesuliyetini taşıdıkları bu davayı; aldanmadan ve aldatmadan, engellere takılıp kalmadan, liyakatı olan bütün insanlara değişik vesilelerle tebliğ edip temsil etmelidirler. Böylece ebedler alemine, kurtuluş sahiline sırat-ı müstakim üzere yürümelidirler.
Mülkün hakiki sahibi Allah'tır... Maddi manevi ikram ve ihsan ettiği nimetleri, insana emanet etmiştir.. İnsan emaneti korumak ve yerinde kullanmakla mükelleftir. Aynı zamanda mülkün mutlak sahibi Allah’ın izni ve rızası dairesinde hareket etmelidir ki, mes’ul olmasın, yani emanete ihanet etmiş olmasın.
Cenab-ı Hak En‘am suresi 112. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak!”
Allah (cc), kainatta her şeyi zıtlarıyla yaratmıştır. Hakîm olan Allah, hiçbir şeyi abes ve lüzumsuz yaratmamıştır. O Allah ki, tektir, hiçbir şeye muhtaç değildir, yaratılan bütün varlıklar O’na muhtaçtır. Evet, bunların hikmetini kavrayan ehl-i iman için, hayat acılarıyla tatlıdır.
Allah, canı gırtlağa gelmiş, hayatından bezmiş, her şeyden tiksinir hale gelmiş nice kullarını, belli bir imtihana tabi tuttuktan sonra, sabredip Allah’a tevekkül edenlerin gönlünü, ruhunu ümitle doldurmuş ve onların imdadına yetişmiş, ye’sden, bedbinlikten kurtarmış, hayata yeniden tutunmalarını sağlamıştır.
A’raf suresi 131. Ayette Cenab-I Hak; “…Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi kötülüğü de yaratmak, ancak Allah’ın kudretiyledir, fakat onların çoğu bilmezler” buyurmaktadır.
Gurur ve kibir karanlığında bulunanlar, dıştan gelecek doğrulara, aydınlık ve nurlara kalplerini kapatmışlardır. Allah (cc) da; inatları yüzünden onların kalplerini kilitlemiş, mühürlemiştir. Kur’an-ı Kerim de, böylesine tevazu, mahviyet ve teslimiyetten uzak olanlara hazinelerini kapatmıştır.
Araf suresi 146. Ayette Hz. Allah, “Dünyada haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştırırım…”; yine A’raf suresi 170. Ayette, “Kitaba sarılanlar ve namazı gerektiği şekilde yerine getirenler bilsinler ki, Biz iyilik için çalışanların mükafatlarını asla zayi etmeyiz”, aynı surenin 178. Ayetinde, “Allah, kime hidayet ederse işte doğru yolu bulan odur, kimi de şaşırtırsa işte onlar da kaybedenlerin tâ kendileridir.” Buyurmaktadır.
Ve yine A’raf suresi 186. Ayette; “Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, körü körüne yuvarlanır giderler” buyurmakta; aynı surede 188. Ayette de, Efendimiz’e (sav) hitaben şöyle emredilmektedir:
“(Habibim) De ki: “Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kâdir değilim. Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim, elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.”
Maide suresi 41. Ayette Allah (cc), “Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla ‘iman ettik’ diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin. Zira onlar yalancılık etmek ve Senin yanında olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler.
Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. ‘Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse kabul etmekten geri durun’ derler.
Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezadır.” Buyurmuştur.
A’raf suresi 199.-202. Ayetlerde de Cenab-ı Hak; “Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme. Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O duaları işitip icabet eder ve her şeyi bilir.
Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir hayal ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahib olurlar.
Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler, sonra da yakalarını bırakmazlar.” Buyurmuştur.
Enfal suresi 2.-4. Ayetlerde; “Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar.
Namazı hakkıyla ifa edip, kendilerine nasib ettiğimiz mallardan hayırlı işlerde harcarlar. İşte gerçek müminler onlardır. Onlara Rab’lerinin nezdinde, cennette yüksek dereceler, bir mağfiret ve kıymetli bir nasip vardır.” buyrulmaktadır.
Cenab-ı Hak Tevbe suresi 20. ve 21. Ayetler de; “İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar! Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler.”;
Tevbe suresi 71. Ve 72. Ayetlerde de; “Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler. Namazı hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir.
Çünkü Allah Azîzdir, Hakîmdir. Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar!
Hepsinden âlası ise, Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.” Buyurmaktadır.
Mehmet Ali Şengül