İnsan sadece beden, et ve kemikten ibâret maddî bir varlık değildir. Aynı zamanda onun, ruh ve mânâ yönü vardır. Rûhu olmayan bir insan, et ve kemik yığını ve kokmaya mahkum bir varlıktır.
İnsan, ancak rûhuyla hârika bir varlık olduğunun farkına varır. Allah'a îman ve inancıyla da, kâinattaki yerini görür, mes'uliyetinin farkına varır. Akıl ve irâdesiyle, halife-i rûyi zemin olduğunun şuurunda ve sorumluluğunun idrakinde bir insan olduğunun farkına varır. Böylece Rabb'ini tanıyıp, O'nun emirlerine ve yasaklarına itaat etmekle de, ayrı bir buud ve derinlik kazanır.
Allah bizlere, dava ve kader arkadaşlarımıza; îmanın zevkini ve huzurunu tattırmış, böylesine kıymetli ve paha biçilmez, mânevî bir sermayeye sâhip insanlar olma şerefini lütfeylemiştir. Allah'ın lütfettiği bu imkanlar ve fırsatları, ne kadar değerlendirdik, kaç insana yana yakıla Rabbimizi anlatıp tanıtabildik, kaç gencimizi ve neslimizi küfür ve dalâlet yangınından kurtarabildik? Bu mülahazalar, üzerinde durmaya ve derin bir muhâsebe yapmaya değer!
Bu güne kadar pekçok fırsatlara, imkan ve nimetlere mazhar olduk ama, bu fırsatları değerlendiremeyip kaçırdı isek, -ben şahsım adına kendimi affedemiyor ve dâima sorumlu hissediyorum.- telâfi etmenin yollarını aramamız gerekmektedir.
Allah'ı bilemeyen, yaratanını tanıyamayan, hesap vereceği, ceza ve mükâfat göreceği âhiret hayatına îmandan ve bu şuurdan mahrum bulunan nesilleri suçlamaktan daha çok; Kur'an'ın ifâde buyurduğu gibi, "Aleyküm Enfüseküm -Siz kendinize bakın" ilâhi beyânına kulak vermek daha doğru olacaktır.
Hayâtı ve gençliği, kıymeti tam bilinemeyen birbirinden kıymetli uzuvlar ve latifeleri hediye eden Allah (cc), bunları hem dünya mutluluğu, hem âhiret saâdeti adına en iyi şekilde nasıl değerlendirilmesi gerektiğini, vaz ettiği kanunlarla, semâvî kitaplarla ve aynı zamanda tayin buyurdukları rehberlerle, Peygamber'lerle bildirmiştir.
Mülkün hakîki sâhibi insan değil ki, onu istediği gibi kullanma hakkına sâhip olsun. Her insanın birinci vazifesi; her şeyi yaratan ve insanın emrine veren Allah'a îman ve emir'lerine itaat etmek, hakikatlerden mahrum bulunan insanlara gerçekleri anlatmak ve sevdirmek olmalıdır.
O Allah ki; insanlığın dünya mutluluğu ve âhiret saâdetini kazanabilmesi adına, kâinatın yaratılış vesilesi, insanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed (sav) gibi yanıltmayan bir rehberi ve kıyamete kadar hükmü bâkî olan, beşere istikâmet kazandıracak bir kitap olarak Kur'an-ı Mu'ciz-ül- Beyan‘ı göndermiştir.
Acaba insan aklını yolda mı buldu? Hayâtını hangi mağazadan, kaç paraya satın aldı? Beyin fakültelerini, hâfızasını, göz- kulak, el-ayak, dil- dudak, sinir sistemi, kan dolaşımı, mide ve bağırsak kısaca bütün organ ve uzuvlar; vazifelerini şaşırmadan, muntazam bir şekilde kimden emir alarak yapmaktadırlar acaba?
Kütleler halindeki bulutları, yağmura muhtaç bölgelere, kim nasıl devamlı sevkedip hayat bahşetmektedir? Dünyâmızı, Ay ve Güneş'i ve baş döndürücü, akıl terazimizin tartamadığı diğer hârika bütün sistemleri, hayâtımıza göre tanzim eden kimdir? Elbette Allah'dır (cc). Tesâdüfen olması, sebeplere verilmesi, Allah'ın Kudret'ine perde yaptığı kanunlara, tabiata hiç verilemez. Evet; akla, irâdeye ve iz'an'a hitap eden kaynaklara bakılabilir.
İnsan yoktu. Kendinden haberdar değildi. Bir sperm'den yaratılan ve varlıkların en mükemmeli hâline getirilen insanı, yaratan ve sorumlu tutan Allah (cc); insana âit en ince hârika şeylerle beraber kâinatı da, A'dan Z'ye yaratıp insanın emrine vermiştir.
Bunları hesap etmeden, düşünmeden, meseleyi sâdece "şehvete, yeme ve içmeğe" bağlamak, bu hârika varlığı, ete kemiğe göre kullanmak, ölümle sona erecek bir hayâta göre değerlendirmek; insana yapılan en büyük hakâret, en büyük kötülük ve en büyük zulüm olur.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan‘da Bakara Sûresi 164. âyette, Cenâb-ı Hak; " Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için, Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır." buyurmakta; görmeye, tefekkür ve muhâsebe etmeye davet etmektedir.
Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ‘ya (a.s.) verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak, Safa tepesinin altın olmasını -mûcize olarak- Peygamber Efendimiz’den (sav) istediler.
Bu talep üzerine Allah Teâla; “(Habib'im) İstersen yaparım, fakat îman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” buyurunca,
Efendimiz (sav); “Yâ Rabbi! O halde benimle halkımı baş başa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim.” buyurması üzerine bu âyet indirildi.
Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler, Safa tepesinin altın olması gibi hârikalardan daha önemlidir. Bu aynı zamanda, Kur’ân’ın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.
Bakara Sûresi 165. âyette Allah; "Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler (Altını, gümüşü, villaları, şan, şöhret ve makamlarını, şehvetlerini, zevklerini ve putlarını). Mü‘minlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azâbı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a âit olup, Allah’ın azâbının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!"
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yâni, sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki, Kur'an ıstılahında insan 'kul' vasfıyla anılır. Onun için kulluk, Kendisine kul olunan Allah'a karşı beslenen sevgi'nin en ileri derecesidir. ”el- Vedud ” Allah'ın güzel isimlerindendir. Yarattıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen demektir.
Cenâb-ı Hak; “Nahl sûresi 68-69. âyetlerde; “Rabbin bal arısına şöyle vahyetti:“Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin! Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!” Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet (bal) çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda (Allah’ın kudret ve hikmetine) delil vardır."
Bu âyette vahiy, ilham anlamındadır. Kuşun uçmayı, balığın yüzmeyi, yeni doğan bebeğin emmeyi öğrenmesi gibi, bütün canlıların hayat vesilelerini öğrenmeleri de ilham eseridir. Bütün büyük keşifler, önemli edebiyat ve san’at eserleri de bu kabildendir. Bal arısının hârika kimyagerliğine âyet özellikle yer vermektedir.”
Nahl sûresi 4. âyette, "Nitekim O, insanı bir nutfeden yarattı. Ama o, yaman bir hasım kesiliverdi."
Nahl Suresi 78. âyette, " Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz. Öyle iken size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz." diye,
Mülk sûresi 23.âyette de; "Ne kadar da az şükrediyorsunuz? buyuruyor.
Nur sûresi 30ve 31. âyetlerde ise; "Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinâdan korumalarını söyle! Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır."
"Mümin kadınlara da, bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki, mecburen görünen kısımları (el ve yüzleri) müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler....."
Namaz, mü‘mini Rabbi ile irtibata koyan bağdır. Enerji kaynağı ile cihazı birleştiren kablo mesabesindedir. Kablosuz cihaz çalışmadığı gibi, ibâdetsiz insan da karanlıkta kalır, rûh gıdasını alamaz ve güçsüz düşer.
Meryem sûresi 59. âyette, " Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır." Buyrulmakta, ümmetlerin çöküşlerinin, namazı gevşetmekle başladığına işâret edilmektedir.
Furkan sûresi 27,28 ve 29. âyetlerde Cenâb-ı Hak, "O gün zâlim, parmaklarını ısırır, “Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ân’dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma, tehlike sınırına sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır."
Şuarâ sûresi 3. âyette ise; ”(Habibim) Onlar iman etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin.” buyuran Cenab-ı Hak; Efendimiz'e (sav), Habib'im, senin vazifen hakk'ı tebliğ, gerçekleri duyurmaktır. Allah dilemeden, murad etmeden, sen kalplere iman koyamazsın, ferman buyurmuştur.
Şuarâ sûresinde 78.âyette; "O’dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren.“
79.âyette; “O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren.“
80.âyette; “Hastalandığımda O’dur bana şifâ veren.“
81.âyette de; “O’dur beni öldürecek ve sonra da diriltecek olan.“ buyurarak, insanın nasıl düşünmesi gerektiğini öğreten Allah (cc); onu yaratıp kendi haline bırakmamıştır. Onun vücudunu devamlı sûrette geliştirme, her türlü ihtiyaçlarını karşılama, ona zarar verecek binlerce tehlikeden koruma işlerini de uhdesine almıştır. Yüce Yaratıcı bunu öyle bir sisteme bağlamıştır ki, insanın bu kadar ilerleyen bilgi ve tecrübeleri, bu sistemi güzelce farketmekle beraber lâyıkıyla kavrayamamaktadır.
Devam eden âyetlerde; “Büyük hesap günü günahlarımı bağışlayacağını umduğum ulu Rabbim de yine O’dur." (26/82)
“O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder.“ (26/88)
“O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah’a temiz bir kalple gelmesi olur.” (26/89)
Abese sûresi 34,35,36. âyetlerde; "İşte o (hesap verilecek) gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.”
İnfitar sûresi 6,7,8. âyetlerde ise; "Ey insan, nedir seni o kerim Rabbin hakkında aldatan?
“O değil mi seni yaratan, bütün vücud sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren,“
“Ve seni dilediği bir surette terkib eden?” ferman buyurmaktadır.
Gaşiye sûresi 18,19,20,21. âyetlerde; "Gök nasıl kurulup uçsuz bucaksız yükseltilmiş?,
“Dağlar nasıl da yeri tutup, dengeleyen direkler halinde dikilmiş,“
“Yeryüzü nasıl yayılıp hayata elverişli kılınmış?“
“ İşte böyle... Sen insanları irşada devam et! Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir.”
Nur sûresi 45.âyette, " Allah her canlıyı sudan yarattı: Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.”
Beled sûresi 8,9,10. âyetlerde ise; "Biz ona görmesi için gözler,
“Gönlüne tercüman olacak dil ve dudaklar, vermedik mi?,
“Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?”buyurmaktadır.
Görülüyorlar ki, insan dünyaya imtihan için gelmiştir. Kendisine akıl, irâde ve şuur verilen her insan, sahip olduğu maddî ve mânevî her uzvundan ve latifelerinden, bunları dünyâda kendisine emânet eden Allah‘ın huzurunda hesâbı sorulacaktır.
Ne varki insanın, bunun şuuruna varabilmesi ancak ve ancak Allah'a ve âhiret hayatına inanmasına bağlıdır. Bir insanda îman yoksa, bunları anlaması da mümkün değildir.