İnsanı her yönüyle en iyi bilen, onu yaratan Allah’tır. Emânet ettiği paha biçilmez değerde maddi-mânevî uzuvlarını ve latîfelerini, kulların en iyi şekilde âhiret hayatı adına değerlendirmesi, -irâde-i cüz’iye esas alınarak- yine Rabb-ül âlemin olan Allah’ın yönlendirmesiyle mümkündür.
Mekandan münezzeh, şekilden müberrâ, ezelî ve ebedî, her şeyi yoktan yaratıp şekillendiren, sevk ve idâre eden Allah (cc); icraatını, emir ve hükümlerini, özel donanıma sahip, en parlak âyine-i İlâhi olan insanlardan seçerek nübüvvetle tavzif etmiştir. Onlar vasıtasıyla kullarını doğruya, gerçeğe ve saâdet-i dâreyni elde etmeye yönlendirmiştir.
İnsanlar, mutluluk ve huzuru elde etmek için uyarıcılara ve belli prensiplere muhtaçtırlar. İnsanların rehbersiz, kendi akıl ve irâdesi ile doğruyu, gerçeği ideal mânâda bulması mümkün değildir. Onun için merhameti sonsuz Allah (cc), kullarını sırat-ı müstakîme yönlendirmesi için Peygamberler, Nebîler, Resûller göndermiş; onların aracılığı ile kanunlar va’z etmiş, emir ve yasaklar koyarak, helal ve haramlarla yollarını tâyin etmiş ve böylece ‘akla kapıyı açıp irâdelerini ellerinden almayarak’ imtihana tâbî tutmuştur.
İnsan, az imkan ve güç eline geçince kendisini bir şey zanneder. Halbukî, o kadar âciz, zayıf zavallı bir varlıktır ki; bir sineğe, bir mikroba mağlup olur. O kadar korkaktır ki, odasında bir yılan, bir akrep bulunsa, rahat ve huzur içinde uyuyamaz. Her zaman bir yardıma ve desteğe muhtaçtır. Hz.Yunus (as) gibi kendini karanlıkta, denizin dalgaları arasında bulsa, insan kime yalvarır? Elbette en büyük istinat noktası olan Allah’a..
Cenâb-ı Hak, kullarını gerçeklere uyaracak, doğruya yönlendirecek, dünyâ sonrası hayâtın haritasını, yol güzergâhını tâyin edecek, ebedî saâdeti elde etmesine destek verecek, pasaport, pusula ve alacağı vizelerle yanılmasına fırsat vermeyecek elçiler göndermiştir.
Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyan’da; “Her ümmetin bir peygamberi vardır.” (Yunus sûresi, 47) , “Biz her ümmete bir peygamber gönderdik” (Nahl sûresi, 36) , “(Habibim) Senden önce de kendi milletlerine peygamberler göndermiştik” (Rum sûresi, 47) ve “Her kavim için bir hidâyet rehberi vardır” (Ra’d sûresi, 8) gibi âyetlerde bu hakîkat ifâde edilmektedir.
İnsanlar, kendi akıl ve irâdeleri ile rehbersiz hiç bir zaman müstâkim olamamışlardır. Bir peygamber gelip, ömür boyu insanları îmâna, fazîlete, güzelliklere dâvet edip, belli seviyeye getirdikten sonra ruhunun ufkuna yürümüştür. Fakat insanlar her peygamberden sonra yine sapıtmışlar, Allah’a başkaldırıp isyan etmişlerdir.
Beşer karîhası, Hz. Adem’den (as) Efendimiz Hz. Muhammed’e (sav) kadar uzanan çizgide kendi ruh, mânâ, idrak edilme ve yorumlanma açısından değişim geçirmiş, zamanla bu toplumlara da aksetmiştir.
Bu durum, farklı zamanlarda gelen peygamberlerin farklı hususiyetlerle gelmesini gerektirmiştir. Dolayısıyla bütün insanlığı kucaklayacak ve getirdiği düsturlarla kıyâmete kadar beşerin ferdî, âilevî, içtimâi ve siyasî her türlü problemlerini çözebilecek âlemşümul hüviyette bir peygambere ihtiyaç hasıl olmuştur.
Allah (cc), kıyâmete kadar hükmü bâkî ve bütün beşeri doğruya yönlendirecek, tatmin edecek kapasitede olan Kur’an-ı Mûciz-ül Beyan ile, Enbiyâlar Serveri Hz.Ahmedî Mahmud-u Muhammed Mustafa’yı (sav), en son Rehber olarak gönderip; nübüvvet müessesesinin kapısını kapatıp noktalamıştır. Artık O (sav), kıyâmete kadar bütün insanlığın Peygamberi ve Rehberi’dir.
Hz.Allah (cc)“...İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim...” buyurmaktadır. (Maide sûresi,3)
Efendimiz (sav) nübüvvetle şereflenmeden önce, dünya bir mâtemhâne durumundaydı. O’nun (sav) teşrifiyle, getirdiği nur ve ahlâkla, birbirlerine yabancı, düşman gibi görünen insanlar, birer dost ve kardeş haline gelmişlerdi.
Allah Resulü (sav) peygamberlikle tavzif edilmeden evvel, kabileler kendi çıkarları ve menfaatleri için birbirini yiyip bitiriyor, yakıp yıkıyor; kuvvetli zayıfı eziyor, haklarını gasp ediyor, çoluk çocuğu, nâmus ve haysiyeti ayaklar altında çiğniyorlardı. 120 yıl devam eden Evs ve Hazrec kabilelerinin arasında geçen ‘Buas Savaşları’ gibi..
İslâm'dan evvel, insanlar putlara tapıyor, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kadınların (anaların) hak ve hukuku çiğneniyor, alınıp satılan hayvan muâmelesi görüyorlardı. İnsana yakışmayan her türlü ahlâkî zaaflar yaşanıyordu.
Peygamberlerin gönderiliş gâyesinin en başında, insanların kendilerini yaratan Allah’ı tanıyıp O’na hakkıyla kulluk yapmalarını sağlamak ve kullarını Allah’a inanmaya, emir ve yasaklarına itaate dâvet etme gelmektedir.
Allah kulları arasından öylelerini seçer Peygamber yapar ki; onlar, dağların bile yüklenmekten çekindiği bir sorumluluğu yüklenmeyi kabul ederler.
“Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun, Allah’a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün. İşte bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz.” (Haşir sûresi,21)
Allah’ın, insanların dünyâ ve âhiret hayatlarının huzur ve emniyeti adına vazifelendirdiği bu yüce kâmetlerin bazı sıfatları vardır. Onlar, küfürden, dalâletten, zulümden, hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, gayr-ı ahlâki tavır ve davranışlardan uzak, özel donanımla gönderilmişlerdir.
Peygamberler de sıdk, emânet, fetânet, tebliğ ve ismet sıfatları vardır. Nebîlerde Sıdk, peygamberler için zarûri sıfatlardandır. Tehlikeli noktalarda dahi olsa doğruluktan ayrılmazlar. Sâdık, bütün hal ve hareketlerinde A’dan Z’ye doğru olandır. Peygamberler bu sıfatla mücehhez olmadıkları takdirde güvenilirliklerini kaybederler.
Diğer bir özellikleri Emanet’tir. Peygamberler emniyet edilen, güvenilir insanlar olup, Allah’ın emir ve yasaklarını kullarına aktarma hususunda ne bir fazlalık ne de bir eksiklik olmadan, tahrip ve değişiklik yapmadan, Allah’tan başka kimseden çekinip korkmadan vazifelerini yerine getirmeye çalışırlar.
Bir diğer özellikleri de, Tebliğ’dir. Onlar, getirdikleri dîni, Allah kullarına anlatmakla muvazzaftırlar. Aynı zamanda tebliğ ettikleri dîni yaşayarak, insanlara örnek ve model olmaları; dünyâ –âhiret muvâzenesini, dengesini kurmalarıdır. Peygamberlerin tebliğ vazifesi olmasaydı, gönderilişleri mânâsız ve gâyesiz olurdu.
Peygamberler, aynı zamanda Fetânet sâhibidirler; fevkalâde ve harikulâde akıl, zekâ ve muhakeme kabiliyetiyle donatılmışlardır. Peygamberlerin günahlardan uzak ve mâsum olma özellikleri de vardır ki, buna da İsmet diyoruz. Onların, büyük küçük, gizli açık her türlü günahlardan korunmuş olmaları demektir.
Allah (cc), peygamberliğin kime lâyık olduğunu en iyi şekilde bilen olması itibâriyle, elçilerini mükemmel donanımlarda, eksiksiz, kusursuz olarak yaratmış ve onları insanların hidâyetine vesile kılmıştır.
Efendimiz (sav) Hâtem-ün Nebî ve bütün kâinatların yaratılış vesîlesi olması itibariyle, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Mûciz-ül Beyan’da O’na, özel, husûsi yer vermektedir.
Meselâ;
“İşte bunun içindir ki ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiyâ sûresi, 107)
“Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik, lâkin insanların ekserisi bunu bilmezler.” (Sebe sûresi, 28)
“(Habibim) Onlar iman etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin” (Şuarâ sûresi, 3)
“Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu? Allah dilediğini (küfür ve dalâletindeki inadı sebebiyle) sapıklık içinde bırakır, dilediğini (hikmete binaen kendi lütfundan) doğru yola iletir. (Habibim) O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir” (Fâtır sûresi, 8)
“Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin” (Kehf sûresi, 6)
Îmanın sıcaklığını vicdanında derince hissedip duymayanlar, Allah ve Resûlullah’a ait itaatteki inceliği kavrayamaz, bilemezler.
Allah Resûlü’nü (sav) ve O’nun getirdiği yüce ahlâkı kavrayıp bilemedikleri için de; dünyanın bir çok yerinde zâlimler -kuvveti kullanarak- mazlumları ezmekte, hak ve hukuklarına tecâvüz etmekte, maddî-mânevî değerlerini gasp etmektedirler.
Efendimiz (sav), en son Peygamber olarak temsil makâmında vazifelendirilmiş, ifrat ve tefritten uzak, dünyâ ve âhiret dengesini sağlamıştır.
İnsanların, Allah’ın beşere en son hediyesi olan Nebîler Sultânı, Sonsuz Nûr’un sâhibi Efendimiz’i (sav) okuyup anlamaları ve örnek almaları gerekmez mi?
Mehmet Ali Şengül