Birlikte yaşamanın, hoşgörünün temelinde „sevgi“ vardır. Sevgi, bütün şifreleri çözen sırlı bir anahtardır. Bu anahtara sahip olanlar, dünya barışının temsilcileri olacaklardır. Unutmayalım, gönüllerin fethi sevgi iledir.
Anneyi evlâdı için ölüme götüren sevgidir.. Başkaları için yaşamanın kaynağı sevgidir. İnsanlara güveni olmayan, sevgiden mahrum olan insanlar saldırgan olur, herkesi düşman bilir.
Aynı gemide olduğumuz unutulmamalı.. Önemli olan gemiyi batırmak değil, yüzdürmek ve hedefine, sâhil-i selâmete ulaştırmak olmalıdır. Bu geminin son kaptanı İnsanlığın İftihar Tablosu, kâinatın yaratılış vesilesi Hz. Muhammed (sav)‘dir. En önemli vazifemiz, bu sevgi insanı ve âhirzaman kaptanını tanımak, O’nun (sav) rehberliğinde hakkı ve adâleti temsil etmektir.
Bizler her şeyden evvel insanız. İnsanlara, insanca muâmele etmek vazifemizdir. İnsanlığa verilebilecek en büyük hediye, âhiret hayatlarını kurtarmalarına yardımcı olmaktır. Bu da „emr-i bi’l-maruf nehy-i an’il münker - iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma“ yapmakla mümkün olur.
İnanan bir gönül, hâl, tavır, davranış ve nezâketi ile inandığı değerleri çok iyi temsil ederek, herkese sevgi ile tatlı dil-güleryüzle, güllerin çiçeklerin tebessüm ettiği gibi insanlara yaklaşır.
Mü’minlerin vazifesi, ortalığı fesada verenlere, yakıp yıkanlara, toplumu birbirine düşman haline getirenlere karşı tamirci, ıslahçı olmaktır.
Mü’min; başkalarını rahatsız edecek tenkit, duydukları zaman içlerinde gayz, kin ve nefret uyandıracak, -doğru bile olsa- laf getirip götürme, gıybet gibi şeylerden uzak durmalıdır.
Acımasızca tenkitlere, hakâretlere karşı mukâbele-i bilmisilde bulunmamak bir fazilettir. Mü’min, kendisine yapılan menfî hareketlere karşı, aynı şekilde karşılık vererek moralini bozmaktansa, inandığı değerleri ile meşgul olmayı, hayr’ul-halef evlatlarını, nesillerini geleceğin ümidi olarak yetiştirmeyi tercih eder. Bununla birlikte elbette temkinli, tedbirli ve dikkatli olmak, oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek de inanan insanların vazifesidir.
Kehf sûresi 19.âyette Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Bir de gayet nâzik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin. Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız."
Hucurat sûresi 6.âyette ise; „Ey iman edenler! Herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenâlık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz“ buyuruluyor.
Kimliğimizi, nâmus ve itibârımızı, şahs-ı mânevinin izzetini, onurunu, en önemlisi dinimizin haysiyet ve şerefini korumakla mükellefiz. Hizmet, bir meslek değildir. O bizim hayat tarzımızdır, fedâkarlık ve adanmışlıktır.
Hizmet bize villalar, arabalar vaad etmedi. Allah'ın rızâsını hedef gösterdi. Kimsenin hizmette alacağı yoktur. Bilakis hizmet insanlarının hepsi hizmete borçludur. Allah bizleri hizmetle tanıştırmasaydı, kimbilir hangi bataklıklarda yok olup gidecektik.
Şeffâfiyet; inancımıza ve kendi kültürümüze göre yaşantımıza engel olunmayan, inanç, ahlâk ve kültürümüzü başta yavrularımıza, gençliğimize rahat anlatma ve öğretme imkânı verilen demokratik her ülkede, kanunlara, nizamlara uygun hareket etmek ve güvenilir, mûtemed insanlar olarak yaşamaktır. Bununla beraber insanların mutluluğuna, sulh-u umûmiye, yani; dünya barışına katkıda bulunmaktır.
Haklı dâvâmızda haksız duruma ve ye’se düşmeden, ümit kırıcı değil, ümit verici insanlar olarak; adâletten, ahlâktan ve fâziletten ayrılmamalıyız.
Mânevi beslenmenin olmadığı yerde, dünyanın en iyi sistemini de uygulasanız problemler bitmez. Gençliğin önü alınmaz, yuvalarda, toplumda huzur ve güven oluşmaz. Onun için Allah'a inanan, O’ndan korkan, O’nu seven, zerre kadar hayır ve şerrin hesabını soracak olan Hâkimler Hâkiminin o olduğunda şüphesi bulunmayan insanlar olmamız ve bu şuurda nesiller yetiştirmemiz gerekiyor.
Evet zor da olsa, hayatımızı istikâmet üzere sürdürmemiz ve devam ettirmemiz gerekiyor. Çünkü bir daha dünyaya gelme şansımız yok. Onun için kaybetmeden kazanma yollarına önem vermek gerekiyor.
Mü’min; nefsinin, hislerinin ve dilinin esîri olmamalıdır. Yüce Allah vücudun en isabetli yerlerine yerleştirilen uzuvlarını ve latîfelerini hangi maksat ve gâye için yerleştirmiş ise, o istikâmette kullanmalıdır. Çünkü hiçbir şey bize âit değil, herşey mülkün hakiki sahibi Allah'a âittir. Bizler sadece emanetçileriz.
Sırr-ı teklifin gereği olarak Allah (cc), insanı iradesiyle serbest bırakmıştır. Ama emir ve yasaklarını, Kur'an-ı Mûcizül Beyan ve Resulullah Efendimiz ile (sav) -O Resulullah ki; yanılmayan, yanıltmayan, yanılmış olanları Hakk’a dâvet etmek üzere rehber olarak vazifelendirilmiştir- bildirmiştir.
Allah ve Resûlullah’a (sav) gönül verenler, demokratik bir ortamda -kendilerine kim ne yaparsa yapsın- vurup kırmazlar, yakıp yıkmazlar, zulmetmez ve zâlime destek vermezler. Sevgiyle, şefkat ve merhametle, ahlâk-ı âliye ve adâletle muâmele etmek, mazlumların hakkını korumak ve onlara sahip çıkmakla üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye, ıslahçı rol oynayarak huzur, güven, barış ve kardeşlik ruhuna katkıda bulunmaya gayret ederler.