Vifak ve ittifak tevfîk-i İlâhî’nin bir vesilesidir. İhtilâf ve tefrika, dâvây-ı İslâm’a ve ehl-i îmana büyük bir zarardır, gelecek nesiller adına kötü bir örnek olmadır.
Yeni bir doğum oluyor. Elbette sancısı olacaktır. Kendi işimize bakmaz, başka lüzumsuz işlerle meşgul olup birbirimizle uğraşır isek; durmadan şeytanı taşlar durur, bir türlü Kâbe’yi ziyaret etme fırsatı da bulamayız.
Her şeyin dünyevîleştiği, şeytan saltanatının hâkim olduğu, zâlimle mazlumun yer değiştirdiği bir dünyada bulunuyoruz. Şayet Allah’a ve Resülullah’a itaat etmez, dinin ruhuna muvâfık harekette bulunmaz isek, yollarda engellere takılır kalırız.
Müslümanın her işinin temelinde îman vardır. İman kalbe gerçek mânâda inmediği takdirde, şeytan devamlı oraya el uzatmak ister ve uzatırda.
Mü’min sürekli kendini kontrol eden, Allah’ın kontrolü altında yaşadığına inanan ve hayatını ona göre tanzim eden insandır.
Varlık aleminde, yerler gökler, aylar güneşler, nebâtat ve hayvanât, velhasıl zerreden küreye herşey bir asker gibi Allah’a harfiyyen itaat etmektedirler.
Böylesine Allah’ın mûcizevî, harika olarak yarattığı kâinatta, başta insan olmak üzere bütün varlıkların hayatlarının devamına; toprağı, hava, su ve güneşi vasıta yapması, bulutlardan yağmuru, arıdan balı, kuru çubuktan üzüm salkımlarını göndermesi O’nun (cc) sonsuz kudretine ve muhteşem sanâtına birer alâmettir.
Hayâtını Kur’ân’a göre planlayan, her âyeti kendine hitap eder gibi okuyup anlayanlar -inşaallah- kaybetmez kazanırlar. İnandım dediği halde Allah’a, Resûlullah’a ve Kur’ân’a muhalif hareket edenlerin durumu ise, Allah onları (niyetlerine göre) dilerse affeder, dilerse azap eder.
Mü’min; aklî, fikrî, ruhî ve hissî olarak erkân’ı îmaniyeyi, erkân-ı İslâmiyeyi boşluk bırakmadan temsil etme gayreti içinde olmalıdır.
Mü’minin dâvâsı îlây-ı kelimetullah’dır. Derdi de, küfür ve dalalet yangınından neslin îmanını kurtarmaktır. Koyun kuzusuna süt verir, kuş ise yavrusuna kusmuk! Mü’min de, kötü örnek olarak insanlara kusmuk verip tiksindirmemelidir. Kavl-i leyyinle, tatlı dil- güler yüzle gönüllere girmelidir. Kişi, inancıyla ahlâkıyla, tavır ve davranışlarıyla kendini sevdirmeden, sevdiklerini (Allah, Resûlullah ve İslâm) sevdiremez..
Kalblerin fethi, ülkelerin fethinden daha hayırlı ve daha önemlidir. Mü’min dünyaya tefrika çıkarmak için, yakıp yıkmak için gönderilmemiştir. Gönülleri fethederek rızây-ı ilâhîyi kazanması, ölümsüz ebedî hayâta hazırlanması, barışın, huzurun, güvenin temsilcisi olabilmesi için; yaratılan varlıkların en şereflisi, paha biçilmez latîfeler ve uzuvlarla donatılarak gönderilmiştir.
Bunun yanında insan, dünya itibariyle etten, kemikten bir varlıktır. Neticede çürüyüp yok olup gitmeye mahkûmdur. İnsan, dünyada ne kadar büyümeye çalışsa da ne semaları delebilir, ne de dağları geçebilir. Günümüz itibariyle 2,5 metreyi geçemez.
İtfaiyecilerin vazifesi; yangını söndürmek, yangında yanmakta olanları kurtarmak, duman ve zehirli gazda boğulup ölmelerine engel olmaktır. Masum insanları suda boğmak değildir.
Büyük sadece herşeyi yaratan ve yaşatan Allah’tır. (cc) İnsanlar Allah’a baş kaldırıp, büyüklük tavrı sergileyeceğine, Allah nezdinde büyük olma gayreti içinde bulunmalıdırlar. İnsanlar birilerine melek, birilerine de şeytan diyebilirler. Önemli olan, Allah nezdinde insanın değeri nedir? Allah kuluna nasıl bakıyor? Dikkat edilmesi gereken husus bu olmalıdır.
İnsanların mü’minleri Hak’tan koparmaya çalıştıkları böylesine korkunç bir dönemde, inananlar kopmayacak şekilde birbirine sımsıkı sarılmalı, basit şeylere takılıp kalmamalı,güzel ve iyi yönlerini görüp o noktadan yaklaşmalı, Kâbe’den daha değerli ‘Beyt-i Hüdâ’ olan insan kalbini kırıp rencide etmemelidirler.
Mü’minler; Allah’a, Resûlullah’a ve Kur’ân’a sımsıkı bağlanmak suretiyle, nefis ve şeytana esir olmamalı, en ağır şartlarda bile olsa istikâmetlerini kaybetmemelidirler.
Ey vefâ ehli! Ne olur Allah’a ve Resûlüllah’a verdiğiniz sözü yerine getirin! Diklenmeden, dik durup hak bildiğiniz dâvâda geriye adım atmayın. Zor dahi olsa sabredin. Allah’a dayanıp güvenerek sıkıntılara katlanın.
İçinde bulunduğunuz sıkıntılar, çektiğiniz çile ve ızdıraplar kolay değil ama; bütün bunları merhamet-i sonsuz olan, re’fet ve şefkat sâhibi Allah (cc) görüyor, en ince teferruatına kadar bunları kirâmen kâtibin olan Allah’ın memurları melekler emr-i ilahi ile kayda alıyor. Bir gün, zerre kadar hayır ve şerrin mutlakâ hesabının görüleceği Büyük Mahkeme’ye gönderiliyor.
Hâkimler Hâkimi Allah (cc), Mahkeme-i Kübrâ’da kâfirlerin, zâlimlerin hesâbını görecektir. Mazlumların hakkını zâlimlerden, en küçüğüne varıncaya kadar zâyi etmeyip alacaktır. Böylece mutlak ve gerçek adâlet gerçekleşmiş olacaktır.
Onun için musibet gibi görünen ve Allah’ın takdiri, tâyini ve izniyle gerçekleşen bu sıkıntılara katlanın, sabredin ve geriye adım atmayın. Onun için, diklenmeden hak bildiğiniz dâvâda dik durun diyorum.
Allah kullarına niyetlerine göre muamele eder, edecektir. Hiçbir hakkı zâyi etmez, etmeyecektir. Hiç bir musibet de devamlı değildir. Kendisi fâni olan dünyanın musibetleri bâki olamaz. Kaldı ki, olup bitenler en ağır şartlarda da olsa, ahiret kazancı olması itibariyle gerçek manada musibet sayılmaz.
Gerçek ve hakiki musibet dine gelen musibettir. Bundan dolayı Allah’a sığınmamız gerekmektedir. O’nun yolunda olduktan, rızâsına talip bulunduktan sonra, neticesi Cennet meyveleri, cennet nimetleri ve mükâfatları olması itibariyle, sabredip dişimizi sıkmamız gerekmektedir.
Cenab-ı Hak Nisâ sûresi 69.ayette; “Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaşlar!”
Enfâl sûresi 46.ayette de; “Allah’a ve Resûlüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp zâ’fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”
Al-i İmran sûresi 103.ayette ise; “Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın; Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.” Buyurmaktadır.
Önemli olan dünyâda saltanat içinde yaşamak değildir. Ölümsüz ebedî hayâtı kazanma gayreti içinde bulunmaktır. Bu da, Mevlâ’nın rızâsını elde etmeye, haram ve helal sınırlarına saygılı olmaya, Resûlüllah (sav)’i hoşnût ederek O’nun sünnetini ihyâ etmeye bağlıdır.
Gerçek ideal bir mü’mine yakışan, inandığı gibi yaşamak, Allah’a ve Resûlullah’a saygıda kusur etmemek, emir ve yasakları doğrultusunda hayatını tanzim ederek iffet, haysiyet ve şerefiyle, başkalarının hak ve hukukuna riayet ederek, mutlu ve huzurlu bir şekilde ahiret hayatına yatırım yapmaktır.