Bayramların benim için en güzel taraflarından birisi Ankara’ya gidip siyasetin nabzını lakından tutmak oluyor. Kurban Bayramı tatili yine böyle bir siyaset turu atmama vesile oldu. CHP ve MHP Genel Merkezleri’ne yaptığım ziyaretler gibi siyasilerin yoğun olarak bulunduğu mekanlara da uğradım bir hafta boyunca. Evdekilerin “Tatili siyasilerle mi geçirmeye geldin?” serzenişi olmadı değil. Ancak o kadar baş döndürücü bir sürecin yaşandığı zamanda Ankara’da tatilimi evde oturarak veya gezerek geçiremezdim ve dahası geçirmezdim. Bu yazımda sadece üç partiye değineceğim belki diğer yazılarda diğer partilere de değinebilirim.
Ankara hava sahasına girdiğinizde üç olayın etkisini görüyorsunuz. Birincisi yerel seçim yenilgisi AKP’yi hala kendine getirememiş. İkincisi; Sinan Ateş cinayeti davası süreci çerçevesinde gerilen AKP-MHP ilişkileri. Üçüncüsü ise; AKP ile CHP arasında başlayan yeni süreç.
Edindiğim izlenim şu; AKP’de ciddi bir dağılmışlık ve bitmişlik hissi var. Eskiden AKP’de bir sorun ortaya çıktığı zaman “Reis mutlaka bu işi çözer” düşüncesi artık “Reisin işi zor” söylemine dönüşmüş durumda. Partinin tavanı yani yönetim kademesinde bir bıkkınlık hakim. Özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden sonda TBMM’nin dolayısıyla milletvekillerinin işlevinin giderek azalması milletvekillerini olumsuz yönde etkiliyor. Bakanların tek yetkin olduğu bir sistemde bir de ekonomik krizin yoğun olarak hissedilmesi milletvekillerini bıktırmış durumda. Adamlar seçim bölgelerine gidemiyorlar bile. Seçmenin soruları karşısında bunalmış durumdalar. Bir de yerel seçimlerde yaşanan büyük değişim sonrasında AKP’li belediyelerin muhalefete yani CHP’ye geçmesi de AKP’yi yerel teşkilatlarda da bitirmiş durumda. Eski ve yeni AKP milletvekilleri ile yaptığım görüşmelerde aldığım en önemli izlenim şu; Hiç kimse seçimlere kadar bu iktidarın gideceğini düşünmüyor. AKP’lilere göre Türkiye’yi 2025 sonbaharında bir seçim bekliyor.
Ankara hava sahasında ağırlığını hissettiğiniz bir başka konu ise Sinan Ateş cinayeti ve dava süreci. 1 Temmuz’da başlayan duruşmalar devam ediyor. Şu ana kadar belki de MHP’nin istediği bir şekilde ilerliyor dava. Sanıklar tam bir tiyatro oynuyor. Amaç MHP’yi bu kanlı suikastin failleri arasından kurtarmak. AKP şimdilik MHP’den istediğini almış olacak ki siyaseten bu davanın seyrinin bu şekilde gitmesine izin veriyor. Sonuçta Vatan Partisi lideri Perinçek’in dediği “yargı siyasetin köpeğidir!” anlayışını aynen MHP’liler de uyguluyor. Yargı resmen siyasi diktanın etkisinde bulunuyor.
Gelelim AKP ile CHP arasında başlayan yeni sürece. AKP’nin Anayasa’yı değiştirmek için CHP’ye olan ihtiyacı kadar gündem değiştirmeye de ihtiyacı var. Ben herkesin aksine AKP’nin CHP’ye Anayasa değişikliği konusunda mecbur olduğunu düşünmüyorum. Zira Erdoğan, şimdiye kadar hiçbir Anayasa ve yasa değişikliğini normal siyasi zemin üzerinde sağlamadı. Sinan Ateş cinayeti ile MHP’yi hizaya sokan AKP, özellikle yerel seçim sonrasında tuz buz olan İYİ Parti’den kopacak milletvekilleri ile DEVA ve Gelecek partilerinin desteği ile Anayasa değişikliğini referanduma götürecek çoğunluğa ulaşacağını biliyor. Erdoğan’ın tek amacı var; ekonomiyi düzeltip biran önce Anayasa değişikliği sürecini başlatmak. Hedeflenen tarih ise Ocak 2025. Yani 2024 yılı bütçe görüşmelerden sonra AKP, yeni Anayasa değişiklik sürecini başlatmak istiyor. Kim bilir belki de 2025 yazında halk oyuna sunulacak Anayasa değişikliğinden alınacak sonuçla yine 2025 yılı sonbaharında bir erken seçimi düşünüyor. Ancak bu denkleme karşın AKP milletvekilleri Erdoğan’ın seçim kararı almayacağını ve CHP’ye seçim kararı aldırmaya çalışacağına inanıyor. CHP’nin seçim çağrısına AKP’nin de olumlu cevap vermesi seçim kararının TBMM’de alınması anlamına gelir ki bu da Anayasa’ya göre Erdoğan’ın yeniden aday olmasını sağlar. Peki CHP, Erdoğan’ın bir dönem daha aday olmasını neden olacak bir erken seçim kararına imza atar mı? Bu biraz da ekonomik krizin etkilerinin derinleşmesi ve halkın AKP’den uzaklaşması ile yakından ilgili. Tabi böyle olsa bile Erdoğan’ın karşısında kim aday olacak CHP’den? İBB Başkanı İmamoğlu mu yoksa ABB Başkanı Yavaş mı? İmamoğlu için en büyük risk hakkında siyasi yasak kararı içeren davanın henüz istinaf aşamasından geçmemiş olması. Yani olası bir Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde İmamoğlu’nun yasaklı hale gelmesi Mansur Yavaş’ı CHP’nin tek adayı durumuna getirir. Kuşkusuz isimler üzerinden hesap yapmak için çok erken.
Anayasa değişikliği konusuna gelecek olursak! Ben, Erdoğan ile partnerlik kuran Ergenekon’un Anayasa değişikliği sürecine izin vereceklerini düşünmüyorum. Zira Erdoğan’ın istediği Anayasa değişikliği tamamı ile Kemalizm’in ciddi şekilde aşınması ve bunun yerine Erdoğanizm’in oluşması anlamına gelir ki Ergenekon’un bu duruma “evet” diyeceğini düşünmüyorum. Bir başka etken ise kuşkusuz Batı bloğu. Yani ABD ve AB. Erdoğan’ın Suriye lideri Esad’a “Sayın Esad” demesinden sonra Ankara ile Şam’ın yakınlaşmasına karşı çıkan –özellikle- ABD bu yakınlaşmaya meydan vermemek için tüm tuşlara basma konusunda kararlı gibi görünüyor. Zira AKP ve Erdoğan’ın dış dünyada “ağır hasta” olarak görülüyor. Uzun lafın kısası şu ki; Türkiye’de iç siyasetin şekillenmesi bir anlamda dış siyasette atılacak adımlarla doğru orantılı olacak.