Dini, soyu, cinsiyeti ne olursa olsun her insanın temel hak ve özgürlükleri vardır. Bunlara zarar vermek kul hakkını gasp olur. Meselâ; bir insanı öldürmek, yaralamak veya sakatlamak, hırsızlık, yolsuzluk, gasp, talan, terör, kapkaççılık, ırza tecavüz, iftira, hakaret, gıybet, sû-i zan, hile, hasetlik, lâkap takma, içki veya uyuşturucuya alıştırma, hastayı tedavi etmeme…, hattâ bir insana sertçe bakıp onu korkutma gibi fiiller kul hakkına zarar vermektir.
Kul hakkının söz konusu olduğu her durumda Allah (c.c.) hakkı da söz konusudur. Zira kul hakkına zarar veren her fiil, dinen yasak ve haramdır. Haramı çiğnemek Allah (c.c.) hakkını doğurur.
Kul hakkının affı, öncelikle hak sahibine veya onun varislerine ait bir hak ve yetkidir. Bu hak ve yetkiyi başkası kullanamaz. Yani kişi, başkasının hakkını affedemez. Bazı fiillerin affında ise yetki hem hak sahibine hem de devlete aittir. Ancak hangi tür olursa olsun bütün hak ihlâllerinde Allahü Teâlâ’nın da affetme veya cezalandırma yetkisi vardır ki bu yetki tartışılmaz.
Her birine örnek verecek olursak: Bir insanı kasten öldürmek veya ölümüne kasten sebep olmak o insanın hayat hakkını yok etmektir. Bu fiilde, haram olan bir fiil işlenmiş olduğu için Allah’ın (c.c.) hakkı, kamu düzenini bozan bir fiil olduğu için devletin hakkı, öldürülen insanın da hayat hakkı vardır. Devlet, bu hak ihlâlinin yaptırımı olarak kısas uygulamak zorundadır ve bunu yapmamazlık edemez. Kasten öldürülen kişinin varisleri de kısasın uygulanmamasını isteyemez. Zira kısasta Allahü Teâlâ’nın emri ve hakkı, kamu düzeninin, güven ve huzurun korunması ve öldürülen kişinin hayat hakkı sözkonusudur ve bunda asıl hak sahibi vârisler değil, öldürülen kişidir. Öldürülen kişi ahirette katili affetmezse Allahü Teâlâ da onu affetmez; eğer hakkından feragat ederse Allahü Teâlâ öldüreni dilerse affeder dilerse affetmez. Affeder mi etmez mi onu da biz bilemeyiz.
İkinci örnek: Bir kimse, kasten değil de hata ile öldürülmüşse, onun vârislerinin öldürenden diyet talep etme hakları vardır. Vârisler isterlerse bu diyeti almaktan vazgeçebilirler. Ancak onlara devlet, herhangi bir şahıs veya kurum, diyet almaktan vazgeçmesi için baskı yapamaz. Vârisler ister diyet alsın isterse almasın, devlet, öldürene bu filinden dolayı ceza uygulayabilir. Zira hata ile de olsa öldürme, kamu düzenini bozan fiillerdendir. Öldürülen kişinin, yaşama hakkı gasp edildiği için ahirette hak dava etme yetkisi vardır. Allahü Teâlâ ise öldüreni, yasak ettiği bir fiili işlediğinden dolayı ahirette ayrıca cezalandırabilir, -kul hakkı dışında- dilerse cezalandırmaz.
Üçüncü örnek: Bir kişinin malı gasp edilse, bunda, malı çalındığı için mal sahibinin, kamu düzenini bozan bir suç işlendiği için devletin, haram olan bir fiil işlendiği için de Allahü Teâlâ’nın hakkı söz konusudur. Malı gasp edilen, gasp edeni isterse affedebilir, çalınan malının tazmininden vazgeçebilir. Ama vazgeçmezse devlet veya hiçbir şahıs, hakkından vazgeçmesi için onu zorlayamaz. Devlet, gasp suçunu işleyene had uygulamak zorundadır. Çünkü had, Allah’ın (c.c.) emri ve hakkı, kamu düzeninin gereğidir. Ahirette ise Allahü Teâlâ gâsıbı -kul hakkı hariç- affeder veya affetmez. Onu da biz bilemeyiz.
Sözü uzatmayıp son bir örnekle yetinelim: Bir kişi, bir insana iftira veya hakaret etse veya hoşlanmadığı bir lâkap taksa ya da eğer fasık (büyük günah işleyen) değilse (fasıkın gıybeti caizdir ancak yapmamak iyidir) onun gıybetini yapsa bu fiiller kul hakkını ve ayrıca, haram kılınan eylemler olduğu için Allah (c.c.) hakkını ihlâldir. Kendisine iftira veya haraket edilen ya da lâkap takılan veya gıybeti yapılan kişi, bu fiilleri işleyeni dilerse affeder, dilerse affetmez. Zira hak sahibi odur. Hiçbir kişi, kurum veya devlet, hak sahibini hakkını affetmesi veya affetmemesi için zorlayamaz. Kişi hakkını affetmezse, affetmesi için ona tavsiyede bulunulabilir. Nitekim, bazı zatların af tavsiyesi bu minvaldedir. Bu tür fiillerden dolayı faili affetmek büyüklüğün şanındandır derler ama affetmemek de küçüklük veya kusur değildir. Hak sahibi hakkını affetmiyorsa onu eleştirmeye veya ayıplamaya kimsenin hakkı yoktur.
Belirtilen fiillerden iftira fiiline karşı devlet yaptırım uygular, zira devlet, vatandaşının onurunu korumak zorundadır. Allahü Teâlâ, kendine ait hakkı, yani yasak ettiği bir fiilen işlenmiş olmasını dilerse affeder dilerse affetmez. Ancak Allah (c.c.), hak sahibinin hakkına müdahalede bulunmaz. (Burada şunu belirtmekte fayda var: Cenab-ı Hakk (c.c.), gıybet, sû-i zan, iftira, lâkap takma gibi fiilleri işleyen kişiyi, onun bazı salih amelleri dolayısıyla affetmeyi dilerse, hak sahibine hakkını helâl etmesini teklif edebilir, bu helâllik karşılığında da ona ecir ihsan edebilir veya onun -kul hakkına girmeyen- günahlarını affedebilir.)
Bazı insanlar vefat ettiği zaman onda hakkı olduğunu düşünenler, haklarını helâl etmediklerini ifade ettiklerinde (ki bu tür ifadeler, genellikle kamuya yansımış olaylarla ilgili olmaktadır) kimileri, hakkını helâl etmediğini söyleyenleri eleştirmektedir. Bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Zira burada asıl söz sahibi olan, hakkına zarar verilen kişidir. O da hakkını helâl edip etmemekte serbesttir. Allahü Teâlâ’nın bile hak sahibine baskı yapmadığı bir durumda kulun kula, hakkını helâl etmesi veya etmemesi için baskı yapması, onu eleştirmesi veya kınaması da kul hakkını ihlâldir.
Son bir not: Ölen bir Müslümanın ardından onu kötülükle anmak tasvip edilmeyen bir fiildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ölülerinizi hayırla anın.” (Tirmizî, Cenâiz, 34) diye tavsiyede bulunmuştur. Ancak topluma zararı dokunmuş, insanları yanlışa yönlendirmiş, haram olan fiilleri işlemiş, zulmetmiş kişilerin bu fiillerini anmak veya anlatmak yasaklanmamıştır. Bunların yaptıkları yanlışlar, o kişilerin şahsını karalamak maksadıyla değil de yaptıkları yanlışlardan insanları kaçındırmak maksadıyla anlatılabilir. Buna rağmen, o kişilerin ardından küfretmek, hakaretvâri sözler söylemek doğru bir davranış olmadığı gibi Allah’a (c.c.), peygamberlere, Kur’an’a, dinî şiar ve değerlere, Müslümanlara -hâşâ- küfreden veya küfre varan ağır hakaretlerde bulunan kişilere Allah’tan (c.c.) rahmet dilemek de doğru değildir. Vesselâm.