Türkiye de sadece bu yıllar değil yakın tarih itibariyle de pek çok haksızlık ve zulümler işlenmiş. İşlen(miş)dememin sebebi ,bazı gerçekleri sonra dan öğrendiğim(iz)için.
Bu ülkede, ne zaman birileri kabiliyeti, yeteneği, başarısı, çalışması ve gayretiyle ön plana çıktıysa , güya bu ülkenin kaderini yönlendirenler bir bahane uydurup ‘’biz varken sen de kim oluyorsun ki’’ dercesine ,önlerine çıkanı ,tabiri caiz se pataklayıp refüze etmişler. Ya da derenin yukarısından su içen kuzuyu yemeğe niyet etmiş kurt gibi ‘’Niçin suyumuzu bulandırıyorsun?’ ’gibi sudan sebeplerle gözlerine kestirdiklerinin hakkından gelmişler. Her halükarda kendini bu ülkenin sahibi olarak gören bu anlayışın zihni yapısını anlatmak için bir zaman şöyle bir şey anlatılırdı. Bu kimseler şöyle derler’’ Bu ülkeye şeriat gelecekse onu da biz getiririz!’’
Bir dönem buna irticacı dedikleri saf Anadolu Müslümanları, bir dönem alevi diye anılan ehl-i beyt vatandaşları, bir dönem ermeni vatandaşları, başka bir dönem okuyan düşünen hakiki vatansever solcular, bir dönem kürtler , bir dönem de cemaat ve tarikatlar maruz kalmış bu insafsız muamelelere.
Halbuki ülke mozaiğinin ekserisini oluşturan, vatanın gerçek evlatları, vatandaşları, zaten bunlardan ibaret değil mi? O halde bunlara bu eza ve cefayı reva görenler kim? Bu nasıl bir insanlıktır ki, türlü türlü oyunlarla , iki de bir, bu milletin bir parçası olan uzuvları kesip atabiliyor?
Bu anlayış ,bu işi ,son dönemde eline geçirdiği bir maşa ile yapıyor. Hem de istediğinden daha fazla bir şekilde . Maalesef şimdilerde o maşa ,o elin kendisi haline dönüştürülmüş gibi duruyor. Eskiden tağut (şeytanın sistemi) olarak andığı devleti, şimdiler de kutsayacak bir hale geldi. İnsanın nereden nereye diyesi geliyor içinden. Allah’ın bir nimet bir fırsat olarak verdiği imkanları, ,birlik ve kardeşlik içinde ferağat ve fedakarlıkla , yine O’nun yolunda kendilerini , dünyevi menfaatlerini düşünmeden değerlendirmek varken ,gurur, kibir rekabet, kıskançlık, hükmetme duyguları ile onları, kendileri ve dünyevi maksatları için kullandılar. Bütün bunlara da ‘’din yolunda’’ süsü verdiler. Hatta bu uğurda dini hayata hizmet etmiş bir kurumu yani Diyaneti, tarikat ve cemaatleri, ilahiyat camiasını da alet ederek ,meseleyi , samimi müslümanlar aleyhine , halkı iğfal etmeye kadar götürdüler. Birkaçı müstesna , aklı başında birkaç insanda çıkıp ‘’Bu yaptıklarınız doğru değildir’’ kadar bile diyemedi maalesef.
Birilerinin farz-ı muhal bir hatası olmuş olsa bile bu hataları idare etmek, düzeltmek, düzeltmek için çözüm yolları bulmak, zemin oluşturmak , ıslah etmek öncelikle ve evvelen bizzat idareye ve idareciye ait bir vazife değil midir? Fakat mesele maalesef ıslah değil, ifsaddı.
17/25 Aralıktan 15 Temmuz a , oradan da bu güne kadar, bu süreç içinde kimler ne sıkıntılar yaşadı? Yıllardan beri her gün sosyal medya da duyduğumuz, gördüğümüz, şahit olduğumuz olayları bilmem ki burada sayıp dökmeye imkan olur mu? Hani yaşanan bu sıkıntıların bittiği de söylenemez. Bu süreç, içinde, binlerce insanı etkileyen ne zulümlerin ne haksızlıkların işlendiği bir dönem oldu.
15 Temmuz darbe iftirasıyla kendilerine fırsat oluşturan bu anlayış , maşa olmaya dünden razı ve mahkum olan AKP zihniyeti , 28 Şubatçıların düşünüp planlayıp da cesaret edemedikleri her şeyi yaptılar.
Gelecekte bu dönem ,dışta dindarlığın köpürtüldüğü , içte ise dinin, dini duygu düşüncenin boşaltıldığı bir dönem olarak anılacak. Keşke anılmakla kalsa , maalesef bu dönemde yetişen dindar görünümlü ,fakat ekseriyet itibariyle dine ve dini hayata uzak nesiller , güya dindar bir iktidarın eseri olarak arkada kalacak.. Maalesef Türkiye’de hatırı sayılır bir oran , dindar görünümlü bu anlayışın yanlışlıklarından dolayı dine, imana, inanan insanlara olan inanç ve güvenlerini yitirmiş durumdalar. Hatta toplumun geniş bir kesiminde haşa’’müslümanlık bu ise ben …..’’-yazmaya kalemim varmıyor- demekteler. Dindarlık iddiasında olan bir partiye, günah olarak tek başına dine ve inanca olan güveni,,saygıyı yıkmak yeter de artar bile.
Boş bir darbe iftirası ile binlerce insanın yollarda hapishanelerde vefat etmesi, mallarına çökülmesi ,KHK ile işten çıkarmalar, annesiz babasız büyüyen ,hapishanelerde hayatı geçen çocuklar, başörtülü bacılar(!),tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan devletin milletin malını gulül(yolsuzlık)yolu ile yemeler, sırf haksızlığını örtmek için saf temiz masum müslümanlara atılan iftira, yalanlar, milyonlarca insanın huzurunda on binlerce insanın binlerce defa yaptığı ve halen yapmaya devam ettikleri zulüm , toplu gıybetler ,su-i zannı vs vs … ,evet ,bunlar da var fakat bunlar kadar hatta daha önemlisi , onlarca yıldır milyonlarca insanın emeği ile yetişmiş ve sadece Türkiye için değil bütün bir dünya adına ümit ,umut olmuş , terörün panzehiri olan bir nesli, terörist ilan etmeye yeltenerek millet ve din adına büyük bir cinayete imza attılar.
Bu kadar büyük veballeri üstlenmenin siyasi, politik, dünyevi bir kısım sebepleri olabilir ,mutlaka vardır. Fakat bunu yapanların İslamcı geçinen ,propagandalarında dini argümanlar kullanan, dini hedefleri olduğunu iddia eden ve dini kullanarak inanmış kitleleri aldatan bir parti olması söz konusu olunca, ister istemez ,meseleleri , dini ve imani sorumluluk açısından da ele alma gereği ortaya çıkıyor. Konu, dini ,çok farklı açılardan ele alınabilir, alınıyor da zaten. Burada -objektif veya değil- biraz hissi biraz da manevi bir hususu söylemek geliyor insanın içinden.
Herkes bir derece günahkardır. Hemen herkes günahlarından dolayı üzülür pişman olur, tevbe eder. Bozulmamış kalpler için küçük bile olsa her günahın kalpde bir ağırlığı, bir pişmanlığı vardır. Sıradan bir mümin için bile durum aynıdır. Her hangi bir müminde bile , bu günahların binde biri olsa onun derdi ızdırabı, hacaleti, utanması ,pişmanlığı hal ve tavırlarına yansır. Hele hele bu günahlar ,kul hakkını ilgilendiriyorsa .Kimsenin günahını tespit, tecessüs peşinde değiliz. Fakat bütün olaylar o kadar aşikar, elalemin gözü önünde cereyan ediyor ki..
Sıradan bir insanın vicdanı bile bazen ,hiç kimsenin bilmediği bir günahını veya suçunu itiraf etmesine sebep olur. Gider ve’’ ben şunu yaptım der’’ itiraf eder. İtiraf da suçun tespitinde bir delildir .Aynı zamanda cezayı hafifletici bir yönü de vardır.
Ama , dedik ya ,bu sıradan , normal insanlar için böyledir. Bir de vicdanı bozulmuş , acıma ,merhamet, insaf gibi insani hisleri , her şeyini kaybetmiş , tefessüh etmiş , adeta kalpleri kaskatı kesilmiş bir insan türü vardır. Bunlar etten kemikten insan görünümlü olabilirler fakat insani bütün değerlerini kaybetmişlerdir.Onun için dir ki ,işledikleri ,yapageldikleri kötülük ve günahlar onların vicdanlarını sızlatmaz.’ ’Kalbi taş kesilmiş’’ denir ya, tam da öyle, fakat ,bu da -Kuranın taşlardan bahsine bakarsanız -taşlara karşı hakaret olur. Çünkü, hiç olmazsa onlardan bazen tıpkı gözyaşı gibi sular fışkırır, onlardan bazıları da vardır ki Allah korkusundan ,dağların başından , aşağılara yuvarlanırlar.
Üst üste birikmiş , isin, pasın kalın bir kir tabakası oluşturarak, altındaki maddeyi kapladığı , su , ışık gibi şeyleri geçirmediği olur ya.İşte , tam da böyle.Birbiri ardına, ısrarla ,fütursuzca , alenen işlenen günahlara, kötülüklere, onlara keffaret olacabilecek, layıkıyle bir tevbe ,bir nedamet ortaya konulamadığından , bir de , üstüne üstlük, aynı günahlar, sürekli , hem de televizyon ve sosyal medyada ,gözler önünde işlenmesi…İşte -hadisin ifadesine göre(Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/297)- bu günahlardan oluşan siyah noktalar ve bu siyah noktaların oluşturduğu manevi is, pas, günah tabakası, kalblerde ,insanın söz ve davranışlarında imanın kendini ifade etmesine müsaade ve imkan bırakmıyor.
Kalbdeki imanın ,aslında insanın ruhuna ,aklına,fikir ve davranışlarına hükmetmesi onu yönlendirmesi gerekiyorken , açıkça işlenen bu katmerli günahlar kalp kaynaklı ne kadar insani ve imani duygu varsa onları işlevsiz, fonksiyonsuz hale getiriyor.
Onun içindir ki tevbesiz sürekli aynı günahları işlemek, -- eğer günahın günah olduğu inkar edilmiyorsa, insanı küfre sürüklemese de -insanı ehl-i kebair(büyük günahları işleyen)haline getirir. ,Bunun bir sonra ki adımı,günahın niçin günah olduğunu sorgulama ,bir sonraki adımı , onu günah olarak tayin eden zat’a(Allah’a) karşı iç de bir öfke , kızgınlık ,daha bir sonraki adımı da inkar ve küfürdür.‘’Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır’’sözü bu hakikatı ifade eder.
“Zina eden, mü’min olduğu sürece zina etmez; içki içen, mü’min olduğu sürece içki içmez; hırsızlık yapan, mü’min olduğu sürece hırsızlık yapmaz.” (Buhari, Esribe, 1) Bu hadis, inanan bir insanın, imanın şuurunda iken zina, hırsızlık yapmayacağını, içki içmeyeceğini anlatıyor. Başka bir ifadeyle, hadis-i şerif; zina eden, hırsızlık yapan, içki içenin en azından bu günahları irtikâp ettiği esnada hakikî mü’min olmadığına dikkat çekiyor.’’ Bir kişi günah işlerken, iman , adeta ondan uzaklaşıyorsa ,ya sürekli günahlarla yatıp kalkanın hali nasıl olur acaba?
Günahın günah olduğunu inkar etmedikçe büyük günah işlemenin insanı küfre sokmadığı bilinen bir hakikat olsa da sürekli aynı günahları işleyen kimselerin, imani ve insani pek çok değerleri kaybetttikleri, adeta insanlıktan çıktıkları da bir gerçektir.Evet inkar etmediği sürece , günahkar biri , mümin olarak kalabilir fakat , sürekli , toplu ,katmerli bir şekilde işlenen günahların , bir kişinin söz ve davranışlarında küfür kasırgaları/tesiri oluşturduğu da bir gerçektir.
Evet musibet zamanı uzundur.İnsan ise acalecidir..Hakikatlerin anlaşılması açığa çıkması- beklemek zor olsa da -zamana vabestedir.İşler ise ,başına göre değil ,sonuna göre değerlendirilir.Akıbet ise gerçekten Allah’a saygılı olanlarındır.