Hoca Efendinin dar-ı bekaya irtihalinden sonra, bazı mahfillerde ‘Hizmet Hareketi’nin geleceği ile alakalı sorular sorulmaktadır. Bunlardan biri de ‘Hizmetin geleceği ne olacak ?’ sorusudur. Böylesine önemli bir sorunun cevabına farklı alanlardan pek çok değerli artı veya eksi yönleri ile kişinin katkı sunabileceğini düşünüyorum.
Öncelikle şunu ifade etmekte yarar var; gelecekle alakalı bir kehanette bulunmak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Murad-ı ilahi nedir, bilemeyiz. Murad-ı ilahinin ekstra bir sebep olmazsa, genellikle kulların iradelerine bağlı cereyan ettiği de bilinen bir noktadır. Fakat meseleyi aktüaliteye girmeden sadece Kuran zaviyesinden değerlendirmek gerekirse, sorulan soruya cevap teşkil edebilecek birkaç hususu burada zikretmek mümkündür.
Hizmet Hareketi’nin geleceği, hiç kimsenin teminatı altında değildir. Ne bir fert ne de şahs-ı manevi dine hizmeti tekeline almış ve bundan sonra da onlar götürecekler değildir. Gerek hizmetin geleceği, gerekse de -Allah korusun- dağılıp gitmesi, bu hizmet içindeki insanların yerine getirmeleri gereken birtakım şartlara bağlıdır. Bunlardan birkaçına kısa kısa temas etmek gerekirse;
Birinci olarak, malum olduğu üzere, Allah’ın ne kainattaki icraatında ne de dinini insanlara ulaştırma da hiçbir mahlukuna, ne kuluna ne de herhangi bir topluluğa ihtiyacı vardır.
Allah (cc) adeti gereği, geçmişten bugüne sebepler açısından bir kısım özelliklere sahip kişi veya toplulukları, adını yüceltme (İ’lay-ı Kelimetullah) yolunda istihdam etse de, onlar bu güzel hasletlerini, özelliklerini kaybettiklerinde bir başka kişi veya cemaatle değiştirmesi / değiştirdiği çok görülmüştür. Allah’ın herhangi bir kişi veya topluluğa, hatta tüm insanlığa onların iman etmelerine, ibadet-ü taatte bulunmalarına ,dinini muhtaçlara ulaştırmalarına ihtiyacı yoktur. Allah mahlukatından, alemlerden müstağnidir. O (cc), değil bir fert veya topluluk, bütün bir insanlık bile yok olsa, hepsini yeniden yaratmaya muktedirdir. “Rabbin müstağnidir (her şey ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir), geniş merhamet sahibidir. Yoksa dilerse sizi ortadan kaldırır, peşinizden yerinize dilediğini getirir, nasıl ki sizi de başkalarının soyundan getirmiştir.” (En’âm, 133; Nisa, 133) ayetleri bu gerçeği ifade etmektedir. Buna benzer bir başka ayette de aynı hakikat şu şekilde geçmektedir.
“Görüp anlamadın mı ki Allah gökleri ve yeri, hikmetle ve ciddî bir maksat için yaratmıştır. Eğer dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir. Allah'a göre bu, sözü edilecek bir şey değildir.” (İbrahim 19-20; Fatır 16) Zaten her bir yüzyılda ekseriya tüm insanlık adeta yok olmakta, bir nesil gitmekte ve yeni bir nesil gelmektedir. İnsanlık alemi için söz konusu olan bu kural Müslümanlar için de söz konusudur.
Bir başka ayette ise, dikkat çekici bir şekilde muhatap kitle daraltılmakta ve müminlere hitap edilerek, onların kulluğa dair önemli bir vazifesi olan ‘İnfak’ emrini cimrilik veya başka nedenlerle yerine getirmedikleri takdirde bu hizmetten onları alacağı, yerlerine de onlardan daha hayırlılarını getirileceği biraz da tehdidvari bir ifade ile bildirmektedir.
“İşte sizler Allah yolunda harcamaya (İnfak) dâvet ediliyorsunuz. İçinizden bazıları cimrilik ediyor. Her kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder. Müstağnî (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Allah'tır; muhtaç olan ise sizlersiniz. Şayet imandan ve takvâdan yüz çevirirseniz O, yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi hayırsız olmazlar.” (Muhammed, 38)
Evet, bu ayet müminler açısından Allah (cc) yolunda kulluk ve hizmet etmenin hem mühim bir vazife ve sorumluluk hem de bir lütuf, bir ihsan-ı ilahi olduğuna işaret etmektedir.
O halde, hiçbir kimse, hiçbir fert, topluluk ve cemaat kendisini vazgeçilmez olarak telakki etmemelidir. Eğer bir kişi veya cemaat Allah’a ve topluma karşı deruhte ettiği konumun hakkını veremiyor ve sorumluluklarını yerine getiremiyorsa, zamanla onlar sahneden silinir, Allah yeni ‘cedid’ bir nesil getirir. Şimdiye kadar olduğu gibi.
İkinci bir husus olarak, Allah’a ait meseleler ancak O’nun sevdiği özelliklere sahip kişi veya topluluklarla temsil edilebilir. Allah vasıflara bakar. Ona göre hükmeder. Allah kendine ait vazifeleri kendi kriterlerine uygun donanıma sahip olan kişi veya kişilere gördürür. Zira, “Hâlık’ın atiyyelerini (hediye) ancak (O’na layık) matiyyeleri (binek’ taşır.” Buna göre Allah (cc) çok ulvi ve değerli bir vazife olan dine hizmet meselesini, başta Peygamberler olmak üzere seçkin kullarına gördürmüştür. Çünkü onlar ilahi ahlakla ahlaklanmış kişilerdir. Bu şerefli vazifeyi götürecek olan kişi veya tüzel kişiliklerin de bu ahlakı temsil etmeleri gerekir ki, Allah’a ait vazifelerde inandırıcı olabilsinler. Onlarla temsil edilen bir vazifeyi layıkıyla taşıyabilmek, ancak onların özelliklerinin yörüngesinde bir hayat sürmekle mümkündür. O zaman kişi ve şahs-ı maneviyi teşkil eden fertler açısından bu özelliklerin;
a) Öğrenilmesi / öğretilmesi ve bilinmesi
b) Daima bunun öneminin şuur ve idrakinde olunması,
c) Bu özelliklerin ferdin ve cemaatin tabiatı haline gelmesi / getirilmesi
d) Kişi ve sosyal bünyenin bu vasıflara zarar verecek unsurlardan korunması ve muhafaza edilmesi
e) Şahıslarda ve cemaat nezdinde bu güzel hasletlerin geliştirilmesi ve beslenmesi noktaları büyük önem arz etmektedir.
Eğer bu vasıflar kaybedilirse, emaneti taşıma liyakati de kaybedilmiş olacaktır. Allah dinini bir şekilde koruyacak olduğuna göre, bu şerefli vazifenin, onun kıymet ve değerini takdir edemeyenlerden alınıp, bilenlere, takdir edenlere verilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu hakikatı ifade eden “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir)” (Maide, 54) ayeti, bu adet-i ilahiyeyi nazara vermektedir.
Müfessirler buradaki “Dinden dönme” tabirini, genellikle “İmandan, ibadet ve taatından geri dönmek, Allah yolunda koşturmaktan (Cihad) vazgeçmek” şeklinde yorumlarlar. Buna göre bu ayette sayılan özellikler şunlardır; Allah’ın onları sevmesi, onların da Allah’ı sevmeleri. Onların müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmaları. Bir de Allah yolunda mücahede etmeleri ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmamaları.
Bunlara daha başka özelliklerde eklenebilir. Fakat, bu ayetten açıkça anlaşılan husus, Allah’ın, dinine ait vazifeleri sıradan insanlara değil bir kısım özelliklere sahip olan olan topluluklara yaptırdığıdır.
Şimdi Kuran’a ait bu iki önemli husus beraber değerlendirilecek olursa, Hizmet Hareketi’ni dünden bugüne taşıyan -Allah’ın sevdiği - vasıflar özellikler ne ise, geleceğe taşıyacak olan vasıflar da yine o vasıflar olacaktır. Allah (cc) kendi yolunda istihdam edeceği kişilerin -Anadolu tabiri ile kara gözüne kara kaşına değil- vasıflarına bakmaktadır. Hizmet Hareketi bütün projelerinde dünyevi bir hedefi değil, dünden bugüne hep rıza-i İlahi kazanma gibi yüce ve yüksek bir ‘Gaye-i hayal’i kovalayarak bu günlere geldi. İhlas ve samimiyetle yaptığı hizmetler karşısında rıza-i ilahi dışında dünyevi maddi manevi bir çıkar peşinde koşmamakla, Allah’ın yardımının şartı olan kardeşlik, birlik, beraberlik, ahenk ve uyum içinde çalışmakla geldi. İsar ruhu ile, fedakarlık, diğergamlık ve hasbilikle geldi. Sevgi, şefkat, insana saygı, hoşgörü, müsamaha, halim selim ve mülayemetle geldi. Herşeyi Allah’tan bilip Allah’a vermekle gurur, enaniyet ve aidiyet duygularından kaçarak geldi. Herbir meselesini hiçbir sivil toplumda olmadığı kadar ‘Ortak Akıl, Kollektif Şuur, İstişare’ ile ele almakla geldi.
Hasılı Hizmet insanını Hizmet insanı yapan özüne ait Allah’ın sevdiği ne kadar haslet varsa, bunlarla bugünlere ulaştı. Dolayısıyla bu özellikleriyle -inşaallah- Allah onları sevdi, insanlığa da sevdirdi.
Eğer bu hal ve keyfiyetin değeri bilinebilir, korunabilir, nesillerden nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılabilirse, Allah o kullarını kendine ait mübarek işlerde istihdama devam edecektir. Hizmet insanı bu vasıflara sahip çıktığı nisbette bozulmayacak ve Allah onları değiştirmeyecektir. “Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe, Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.” (Enfal, 53)
Bunu sağlamak ise, fert planında bu değerlerin özümsenmesine, hayata hayat kılınmasına, cemiyet planında da genç nesillere yaygın - örgün eğitim öğretimle bu özelliklerin kazandırılmasına bağlıdır. Bunlar ‘celb-i menafii, faydalı hususları kazanma’ adına yapılması gereken hususlardan birkaçı denilebilir.
Bir de ‘Def’i Mazarrat, zararlı hususlardan korunma’ noktaları açısından da meseleye yaklaşılması gerekmektedir. Bu da başka bir yazıda ele alınabilir.