Türkiye’de seçim atmosferine girilmesiyle birlikte zaten var olan ve daha da yükselen toplumun ekseriyetini içine alan bir huzursuzluk, endişe ortamı oluştu. Nerdeyse her iki insandan biri ya ekonomik ya da adli nedenlerle ya da AKP’den başka bir partiye sempati duyduğundan veya Kürt, Alevi ya da herhangi bir cemaat mensubu olduğundan dolayı potansiyel bir korku, endişe taşıyor. İnsanların ekserisi mutlu değil, çünkü kendilerini güvende hissetmiyorlar.
Huzursuzluğun sebebi
Bu huzursuzluk ve endişe ortamının kaynağı nedir? denilecek olursa; görüldüğü kadarıyla kendilerini ‘İslamcı ‘bir parti olarak lanse eden bir kadronun yani AKP’nin yaklaşık yirmi yıldır iktidarda olmayı suiistimal etmesi, bu nedenle de iktidarı bırakmama çabasıdır, denilebilir. Çünkü iktidardan düştüğü anda bazı icraatlarından dolayı bağımsız yargı tarafından yargılanmaktan ve büyük cezalar almaktan korkmaktadırlar. Bundan kurtulmak içinde siyasi ömürlerini uzatabildikleri kadar uzatmak adına her yolu meşru görmektedirler. Bu durum geçmişte Irak ve Suriye’deki Baas Partisi’ni hatırlatmaktadır. Seksenli doksanlı yıllarda insanlar eski Suriye ve Irak rejimlerinden bahsederken Baas’ı anlatır ve şöyle derlerdi, “Bir kadro yani Baascılar devleti ele geçirmiş, ülkede demokrasi varmış gibi seçimler yapılır fakat bu seçimler formalitedir. Zaten her zaman yüzde doksan beş oy oranıyla iktidardaki parti yani Baas Partisi ve diktatör kazanır. Asker, polis, hâkim gibi önemli bürokratik kesimin hemen hepsi resmi ya da gayr-ı resmi Baas Partisi üyesidir. Devlet adeta istihbarat devletidir. Azınlık Baascı bir kadronun kontrolü ve zulmü altında ne kadar ezilirse ezilsin halkın yapabileceği çok şey yoktur. Zira rejime muhalif olmak büyük bir beladır.İstihbaratın alıp götürdüğü ve geri gelmeyen, bulunamayan, haber alınamayan o kadar çok insan vardır ki. Onun içinde halk, korku ve endişe içinde olup bitene razı olurlar.vs ‘’Eskiden küçümseyici ifadelerle anlatılan bu ve buna benzer manzaraların güzel ülkemizde de yaşanması ‘’İslam’’adına hareket ettiklerine inanan kimseler açısından utanç verici bir durumdur fakat var mı utanan?
Korku, endişe ve huzursuzluk çıkarmak din ve dindarlıkla zıttır
Böyle çirkin bir duruma şahsiyet sahibi hiçbir insanın, idarecinin düşmemesi gerekirken ‘İslamcı’ ’olduğunu iddia eden bir partinin insanlar nezdinde dini ve dini hayatı anlamsız kılacak kadar ileri giderek, sırf iktidarda kalabilmek için, ülkede bir korku ve endişe ortamı oluşturmaları, bundan da rahatsızlık duymamaları utanılması gereken bir durumdur. Bunu, din ve dini hayatın gayesi, dindarlığın karakter ve ahlakı ile telif etme mümkün değildir.
Dinin en önemli hedeflerinden biri de müntesiplerine iki cihan saadetini temin etmektir. Gerçek manada inanan insan, huzuru ve itminanı elde etmiş insandır. Böyle bir insan sosyal hayatta konumu ne olursa olsun yakın, uzak çevresine huzur, güven ve emniyet veren bir kişidir, öyle olmalıdır. Hatta hakiki bir mümin, kendisi sıkıntılar içinde kıvransa bile başkalarının huzur ve mutluluğu için ‘’yaşatma ideali, İsar hasleti’’ ile hareket eden kişidir. Müslümanlık dünya coğrafyasında ancak kalplerin fethedilmesi ile kalıcı olmuştur. Zorbalık, korkutma, endişe ve sindirme ile değil.
Mümin ve Müslüman kelimelerinin insanda ilk çağrıştırdığı ağırlıklı mana da güven, selamet, barış ve huzurdur. İslam’la ilgili yapılan bir tarifte’’ İslâm, silm u selâmet maddesinden gelip, kulun Allah’a teslim olması, O’nun buyruklarına inkıyat etmesi, salim ve emin bir yola girerek selâmete yürümesi, herkese hatta her şeye güven vaad etmesi, elinden-dilinden kimsenin rahatsız olmaması mânâlarına gelir.’’ (Ruhumuzun Heykelini Dikerken, 2)denilerek bu hakikat enfes bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hususu ifade eden en önemli hadislerden biri’ “Müslüman, dilinden ve elinden insanların selâmette olduğu kişidir. Mümin ise, insanların canları ve malları konusunda (kendilerine zarar vermeyeceğinden) emin oldukları kişidir.” (Nesâî, “Îman ve şerâiuhû”, 8; İbn Hanbel, II, 380) hadisidir.
Madem mümin güven insanıdır, Müslüman elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir. O halde mümin ve Müslümanın hâkim olduğu bir toplumdaki atmosferin en önemli özelliğinin, huzur, sükûnet, güven, emniyet, barış, sulh, selamet, can mal güvenliği olması değil midir? Hatta o toplumun bu yönüyle diğer toplumlara örnek olmak suretiyle bir cazibe merkezi haline getirilmesi gerekmez miydi? Efendimiz(as) başında olduğu toplumun yaşadığı zaman dilimine Asr-ı saadet denilmesi, Hz. Ömer ve Ömer b. Abdülaziz (ra) gibi tarihte pek çok İslam idaresi döneminde insanların adalet, refah ve huzur içinde yaşaması gerçek İslam idaresinin nasıl olması gerektiğine dair fikir vermesi açısından oldukça önemlidir. Diğer onlarca örnek de göz önünde bulundurulacak olursa bu zihniyetin gerçek ‘İslami ’bir idari anlayışından ne kadar uzak olduğu görülecektir.
Peki, Türkiye’de durum nedir?
Bu açıdan Türkiye’nin son on-on iki yılına bakıldığı zaman ülke de ‘’huzurun bendi yıkıldı’ ’denilebir. Zira o gün bu gündür yaşanan olaylar, yapılan yanlışlar, demokrasi ve hukuk adına işlenen cinayetler ülke ve insanımızda ne güven bıraktı ne de huzur. Yirmi seneden beri ülkede söz sahibi olan ‘’İslamcı’’ anlayış, bunca zamandır iktidar da olmasına rağmen, Müslümanlığın vadettiği güven ve huzur ortamını oluşturamadı. Hâlbuki Allah onlara öyle fırsatlar, öyle nimetler sundu ki -eğer maksatları Müslümanlık olsaydı- bu kadar uzun bir zaman diliminde çok hayırlı işler yapabilir hatta yepyeni bir toplum bile inşa edebilirlerdi. Ama olmadı. Belki bazıları ‘’işte inşa ettiler ya ‘’diyebilir. Tabi ki inşa ettiler fakat kendi zihniyetlerinde bir nesil inşa ettiler. Bu onlar açısından normal olsa da yetişen bu neslin özgül ağırlığına bakıldığı zaman toplumun özlediği huzur, güven ve barış atmosferini temin etmekten çok uzak oldukları görülmektedir. Çünkü takındıkları tutum, davranış ve icraatları maalesef sosyal hayattaki huzur ve güveni temin etmekten daha çok endişe ve korkuları tetikleyen bir yapıya sahip gözükmektedir. Adalet, emniyet teşkilatlarının partizanca icraatlarına, ak troller ve havuz medyasının şimdiye kadar ki takındıkları tavra bakıldığında halkın huzur ve güveninden daha çok belli bir zümrenin huzur ve güvenini temine çalıştıkları görülmektedir.
Bugün ülke insanının hatırı sayılır bir kısmı uzun zamandan beri huzursuzdur. Toplumda eski samimiyet eski dostluklar ya azaldı ya da kalmadı. Ekseri insanlarda devlete olan güven hissi kayboldu. Hatta derin devlet ve AKP zihniyetinin kurguladığı 15 Temmuz darbe fitnesi pek çok ailevi, akrabalık ilişkilerini zedelediği gibi halkta da devlete karşı derin şüpheler oluşturdu. Bilhassa hizmet insanına yapılan haksız muameleler toplumun vicdanını zedeledi. Çünkü hizmet insanına karşı işlenen bu haksız, hukuksuz, zalimane muameleler toplum vicdanında ‘’bu insanlara, bu derecede bir zulüm, hukuksuzluk reva görülebiliyorsa, varın siz gerisini hesap edin’’ düşüncesini uyardı.
Yanlışlar yanlışları doğurdu
17/25 Aralık’ta düğmelerin yanlış iliklenmesiyle başlayan süreçte AKP sürekli siyasi, hukuki, dini bir kısım yanlışlar, hatalar işledi. Ayakta ve hayatta kalabilmek için huzursuzluk ve kargaşadan, kaostan beslenen bir yapı haline dönüşmeyi tercih etti.
Bundan dolayıdır ki yıllardır ülkede bir gerilim, kutuplaştırma siyaseti takip ediliyor. Halk, profesyonel derin birimlerce, özenle ayrıştırılıyor. Halk, siyaset, din-mezhep, cemaat, ırk, milliyet konuları üzerinden parçalanmaya çalışılıyor. Vazifesi halkı bir ve beraber tutmak olan bir cumhurbaşkanı, kendi partizanlarının saflarını sıklaştırmak için ötekileştirme ve nefret söylemlerini bizzat kendisi yapıyor, yayıyor. Gazeteler, havuz medyası her gün verdikleri olumsuz, kavgacı, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı haberler ile adeta halkı bunalıma sürüklüyor. Çünkü ekonomik başarısızlıklar, adalet sistemindeki problemler, uyuşturucu ve mafya ilişkileri, yolsuzluk, dış ilişkilerdeki sıkıntılar, ülkenin itibar ve imkanlarının başkalarına peşkeş çekilmesi gibi gerçeklerin gündeme gelmemesi gerekiyor ve bunun için oluşturulan suni gündemler, tezgahlanan olayların ardı arkası kesilmiyor, tükenmiyor. Saray ve devlet kurumlarındaki belli personelin bilhassa iletişim başkanlığının işi gücü bu algıyı oluşturmak/yönetmek. İnsanlar her güne bir facia ile uyanmaya alıştı neredeyse. Acaba aklı başında hangi ülke lideri veya yönetimi halkını bu kadar rahatsız eder, rahatsız edilmesine müsaade eder.
Son on yıldır ülkenin gündemindeki konulara bakıldığı zaman yurtdışında Suriye faciası, DAIŞ problemi, şimdilerde Yunanistan krizi, yurt içinde de Kürt meselesi, 15 Temmuz darbe fitnesi, laik-İslamcı, alevi-Sünni çatışmaları olduğu ve bunlarla hedeflenen hususunda toplumda huzursuzluk ve endişe ortamı körüklemek, toplumun zihnini asıl konulardan uzaklaştırmak olduğu anlaşılmaktadır.
AKP zihniyeti, her kesimle kavgalı
Yirmi kusur yıldır iktidarda olan AKP zihniyetinin neredeyse toplumda kavga etmediği, düşmanlaştırmadığı bir kesim kalmadı gibi bir şey. Siyaset, demokrasi açısından meseleye yaklaşılacak olursa, farklı partiler, bu zihniyete göre düşman olarak tanımlandıkları için, halkın neredeyse yüzde yetmişi potansiyel düşman olarak algılanmaktadır. Bu parti yetkililikleri ve üyeleriyle güya hukuki olduğu iddia edilen amansız bir mücadele yürütülmektedir. Sadece siyasi açıdan bakıldığında bu düşmanca tavırların toplumun yaklaşık olarak yüzde yetmişinde kaygı, huzursuzluk ve endişe meydana getirdiği muhakkaktır.
Milliyet açısından meseleye bakılacak olursa, verilerde, Türkiye’deki Kürt vatandaşların nüfusun ortalama olarak yüzde yirmisini oluşturdukları belirtilmektedir. Suçlu ile suçsuzu ayırt etmeden takip edilen Kürt politikasının Kürt halkını Türk kardeşinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, o kesimde de bir güvensizlik, huzursuzluk oluşturduğu muhakkaktır. Hâlbuki dini kriterler açısından meseleye yaklaşıldığında esas alınması gereken kıstas ırkçı düşünceler değil, iman, kardeşlik, sulh, barış, güven, sevgi-şefkat olmalı iken onun yerine şövenist, derin devlet kriterlerin esas alınmasının din, iman, Müslümanlık ile bağdaştırılması mümkün değildir.
Sanat, spor camiası, AKP zihniyeti dışındaki sivil toplum örgütleri de oldukça huzursuz ve endişe içindedirler. AKP zihniyetine maddi çıkarları için yaslananan azınlık bir grup sanatçı ve spor camiası dışında onlarında tehdit, şantaj, korkutma ile sindirilmeye çalışıldığı müşahede edilmektedir. Ekseriyeti teşkil eden halkın ise, enflasyon, ekonomik sıkıntılar altında ezildiği AKP ve teşkilatlardan beslenen seçme bir zümre dışında, huzurlarının çoktan kaçık durumda olduğu bilinmektedir. AKP ve Cumhurbaşkanını icraatlarından dolayı tenkit eden pek çok vatandaşın halkın içine korku salmaya yönelik tutuklanması da sıklıkla yaşanan sıradan olaylar haline geldi.
Dini cemaatler de huzursuz
Din-Mezhep-cemaatler açısından konuya bakıldığı zaman onlarda mutlu ve huzurlu değiller. Zira başta alevi vatandaşlar olmak üzere aradıkları huzur ve güven ortamını bu dönemde de bulamamışlardır. Her dönemde, farklı çıkarları hedefleyen riyakâr politik yaklaşımlardan bıkmışlardır. Eski rejim tarafından hukuki, mezhepsel bir kısım hakları, problemleri çıkmaza sokulduğu gibi AKP iktidarından beklentileri suya düşmüştür. Süleyman Efendi(ra) talebelerinin yurtları yıkılarak tehdit edilmeleri, Alpaslan Kuytul Hocanın doğruları korkusuzca söylemesi karşısında tutuklanması ve hapse konması, güneydoğudaki ulema ve mollalara Nurşinli Nureddin Efendi'nin (ra) Hizmet Hareketi'ne verdiği destekten dolayı dışlanması, tecrit edilmesi ile gözdağı verilmesi, şimdilerde bazı cemaatlerin AKP’nin icraatlarını tenkit etmeleri gibi olaylar hep birer huzursuzluk ve memnuniyetsizlik sebebi olarak gitgide artmaktadır.
‘İslamcı’ geçinen zihniyetin en son düşmanlaştırmaya çalıştığı grup, ortaya koyduğu eğitim hizmetleri ile Türkiye ve dünya genelinde milyonlarca insanın sevgisini ve desteğini kazanan, sayısız vatan evladına dokunarak onlarda sağlam bir karakter, iman ve ahlak oluşmasına vesile olan, Hizmet Hareketi ve Hizmet insanı yani cemaattir. Bu şeytanlaştırma gayretleri hem hizmet insanlarını hem de onları seven, maddi manevi destekleriyle bu sevgisini gösteren milyonlarca insanı da derinden etkilemiş, huzursuz etmiştir. Bu zulüm ve haksızlıklar hizmet insanını yakından tanıyan ve 15 Temmuz darbe fitnesi ile bir ilgisi olamayacağını çok yakından bilen halkında huzurunu kaçırmıştır. Çünkü Hizmet insanı ve onların yetiştirdiği imanlı nesil toplumun adeta tutkalıydı. Sevgi ve hoşgörülü hizmetleriyle toplumun her kesimine ulaşabiliyor, diyalog kurabiliyor ve onlarla beraber oturup kalkabiliyorlardı. İmanlı ve ahlaklı idiler fakat bunu dayatmıyor hayranlık uyararak sevdiriyorlardı. Laik, Müslüman, Alevi, Sünni, Türk, Kürt her görüş ve inanıştan insanlar hiç çekinmeden en kıymetli varlıkları olan çocuklarını onların eğitim yuvalarına teslim edebiliyorlardı. Onlarla beraber yan yana Cem evi ,cami inşa edebiliyor, toplumdaki kutuplaşmaları önlemek için otellerde proğramlara katılmayı ülke ve insanının birlik beraberliği için önemli bir adım olarak değerlendiriyorlardı.
Ülkenin tadı tuzu, huzuru kalmadı
Hizmet insanının elinde yetişen nesiller toplumda hiçbir kesimi yadırgamıyor, küçük görmüyor her kesime karşı sevgi ve saygı içinde hareket edebiliyorlardı. Anne babalar isyankâr çocuklar yerine kendilerine hürmet eden kol kanat geren evlatlarına kavuşmuşlardı. Öğretmenler, ilim adamları, hocalar, şeyhler, kanaat önderleri kendilerine içten ve samimi bu kadar saygılı bir nesille ilk defa karşılaşmışlardı. Artık 1980 öncesi gibi kurulan her tuzağa kanıp sokaklara çıkan, vuran kıran, hatta öldüren sağ-sol nesiller yok, inançlı, vatan ve milletini seven, okuyan, düşünen, ülkesi için çalışan, üreten nesiller vardı. Doğru zamanda doğru işleriyle halkın gönlüne giren bu nesiller insanımızın hatta insanlığın ümidi haline gelmişti.
Onlara kurulan tuzak yapılan ihanet zaten bitme noktasına gelen ülkedeki huzur ve güveni de kökünden dinamitledi. Hizmet hareketine yapılan bu kötü muamele ile ülkede ‘’huzurun bendi yıkıldı’ ’dense sezadır. Bu olay doğrudan altı yedi milyon insanı dolaylı olaraktan da milyonlarca insanı olumsuz yönde etkiledi. İşte o gün bu gündür ülkenin tadı tuzu, huzuru kalmadı. Hiçbir şey yolunda gitmiyor. Ülkenin adeta şakulü kaydı. AKP ve teşkilatlarda çalışan azınlık bir grup dışında yaklaşık olarak yüzde yetmişlik bir oran mutlu ve huzurlu değil. Aslına bakılırsa şimdilerde onlarda pek mutlu sayılmazlar artık. Huzursuzluk meşum bir hastalık gibi AKP ve yandaşlarının ruhunu sardı, peşlerini bırakmıyor. Hatta pek çoğu endişe ve korku içinde yaşıyor. Çünkü yarın devir değiştiğinde şimdiye kadar yaptıkları haksızlık, hukuksuzluk, yağma, haksız kazanç, çökme, yalan, iftira, kumpas, kara para, uyuşturucu gibi suç- günah ne varsa bunların hepsinden hukuk karşısında hesab verecekleri günlerin telaşı ile yaşıyorlar. Keşke bu telaşlarının binde birini ahirette verecekleri hesap için duyabilselerdi.
Bir ülkenin yüzde yetmişini teşkil eden bir kesimle kavgalı olan ve insanlara huzur yerine endişe korku yaşatan bir anlayış her ne kadar kendini’’İslamcı’’olarak nitelese de Müslümanlık adına bunu böyle kabul etmek mümkün değildir. Zira “Mümin, herkesi sever ve sevilir, herkesle anlaşır ve kendisi de başkaları tarafından sevilir ve anlaşılır. Böyle olmayan müminde hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası olandır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400; 5/335) hadisi insanlar arasında müminin nasıl bir karakteri olması gerektiği bakımından oldukça önemli bir Müslümanlık kriteridir.
Ne kadar yazık oldu.’’İslamcı’’olduğunu iddiasıyle yola çıkan AKP zihniyeti ve onların peşinden sürüklenenler, Allah’ın kendilerine sunduğu imkanları, dine, millete, vatana hizmet etmek için kullanmak yerine, kendi dünyevi hesapları için kullandılar. Diğer taraftan bütün bir insanlığa sevgi huzur mesajları sunan, sunmaya devam eden Hizmet Hareketi’ne de mâni olmaya, bitirmeye çalışarak, onlara ve hizmetlerine sekte vurdular. Hiç kimse de de huzur bırakmadılar. Bugün iktidardan düşseler, herhâlde pek çok insan, sultan Mahmut döneminde, sarayda çevirdiği entrikalarla milleti canından bezdiren Halet Efendi’nin vefatı sonrası, Arif Paşa’nın dediği gibi diyecekler;
“Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.”