Bir kurumu itibarlı kılan o kurumun başındaki insanlardır. Devlet ve ülke de öyledir. Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Prof. Dr. Ali Erbaş, Kazakistan‘da yapılan Türk Halkları Müftüleri Birliği Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Hizmet Hareketi‘yle ilgi söylediği iftiralarla yine bilindik şeyleri tekrar ederek içerdeki dışardaki düşmanlara (!)gözdağı vermeye çalıştı. Erbaş, konuşmasıyla yalnız Diyanet kurumunun değil ülkemizin de itibarını yıkıp götürüyor.
Aslında az çok mürekkep yalamış herkes bilir, bizim gibi Orta doğu ülkelerinde, diyanet ve emsali kurumlar nedir, asli görevleri nelerdir, o kurum ve başkanlarının ülke erkleri içindeki gücü kuvveti, itibarı ne kadardır, bu kurumlar icraatlarında ve açıkladıkları düşüncelerinde ne kadar bağımsızdır… Türk Halkları Müftüleri Birliği Toplantısı türünden yapılan faaliyetler ne kadar işlevseldir. Bunlar üzerinde tartışılabilir konulardır. Fakat bir kurumun kendi kendini bitirmesi tüketmesi ve bunun sebeplerinin farkına bir türlü varılamaması anlaşılır bir durum değildir.
Biz diğer ülkeleri ve onların dini kurumlarının nasıllığını bir kenara bırakarak bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve Hizmet Hareket’i hakkındaki söylemlerine bazı noktalarıyla nazara vermek istiyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 3 Mart 1924 Atatürk’ün emri ile kurulmuştur. Kuruluş hedefinde, ‘’İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ibadet yerlerini yönetmekle görevli kurum’’olduğu ifade edilmektedir. 9 Temmuz 2018 tarihine kadar Başbakanlığa bağlı bir bakanlık bünyesinde genel müdürlük seviyesinde bir başkanlık olarak faaliyetlerine devam eden kurum bu tarih de Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır. Bunun manası şudur; Diyanet İşleri Türkiye Cumhuriyeti içinde halkın dini ihtiyaçlarını karşılamak için devletin kontrolünde, emrinde çalışan bir kurumdur. Yani hem Diyanet İşleri Başkanı hem de teşkilatı devletin atanmış memurlarıdır. Yani emir kullarıdır. Devlet yönetimi mantığı içinde bu yadırganacak bir durum değildir. Her devlette, devlet kurumları ve o kurumların yetkilileri, anayasa ve kânunlar çerçevesinde amirlerine karşı sorumludurlar. Başka türlü olması da düşünülemez. Bu tür kurumlar gerek idari ve ilmî faaliyetlerinde gerekse de beyan ve açıklamalarında bağımsız değillerdir. Her bir icraatının sınırı ve sorumluluğu vardır. Kuruluş yıllarından itibaren bugüne gelinceye kadar Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatına, çalışmalarına hatt-ı hareketine bakıldığı zaman genel olarak iki ana dönemle karşılaşılmaktadır.
Birinci dönem kurulduğu yıldan bu yana Ak Parti‘nin 3. Dönem iktidarına kadar ki dönem, yani 2011‘li yıllara tekabül eden zaman dilimi.
İkinci dönem ise 2011’li yıllardan 2022 ye kadar ki kısa dönemdir denilebilir.
Birinci dönemde DİB ,Türkiye Cumhuriyeti’nin başında laikliği savunan ve bunu birçok acı olay ve baskı ile bir rejim olarak oturtmaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü gibi -kısmen diktatör sayılabilecek- kişilere bağlı çalışan bir kurum olmasına rağmen anayasa ve kânunların kendisine çizdiği sınırlar içerisinde, dine, dini hayata hizmet etme adına elinden gelen ne ise onları yapmaya gayret gösteren bir kurum gibi çalışmıştır. Merhum Andan Menderes döneminde kısmen rahatlayan DİB, daha sonraki iktidarlar döneminde de bazen rahatladığı, bazen de sıkıntıya düştüğü zamanlar olmuştur, olmuştur fakat DİB en zor zamanlarında bile teşkilatını teşkilat yapan, halkın nazarında muteber kılan özelliklerinden asla taviz vermemiştir.
Bu dönemde nice değerli DİB başkanları, müftüler, vaizler, İmam-Hatipler, müezzinler ve hocalar gelip geçmiştir. Dine diyanete baskıların zirve de olduğu dönemler de bile DİB başkanları ve mensupları rejimin dayatmalarına rağmen asli vazifeleri ne ise onu yapmaya gayret etmişlerdir. O dönemin DİB teşkilatlarına bakıldığı zaman en bariz özellikleri günlük, gelip geçici siyasi-politik rüzgarların tesirine kapılmamaları olduğu görülecektir. Her şeye rağmen onlar camiye siyaset sokmamışlardır. En kötü dönemlerde bile hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun herkes rahatlıkla camiye gidebilir ve ‘’bu cami benim camimdir’’diyebilirdi.
Yapılan vaaz ve verilen hutbelerde her ne kadar ideal manada olmasa da ‘’saf, temiz, berrak dini’’ konular, objektif bir şekilde ele alınır, anlatılır, dinlenebilirdi. DİB ekseriya, halkı kucaklayıcı bir yöntem takip ederdi. DİB‘in halkı birleştirici, uzlaştırıcı, kaynaştırıcı bir yönü vardı. O zamanda tarikatlar, cemaatler vardı fakat her cemaat, tarikat, gider Cuma ve bayram namazını camide kılardı. DİB ve teşkilata mensup çalışanlar cemaat ve tarikatları bir realite olarak kabul eder, onlarla müşterek projelere imza atarlar, iyi geçinirlerdi.
Diyanetin yaptığı ilmi çalışmalar ve verdiği fetvalarla saygın bir yere sahipti. İslam Ansiklopedisi ve diyanetin fetva kurulu, günü, çağı ve şartlarını kavrayan yaklaşımları ile herkesin müracaat merciiydi. Siyasi görüşü, cemaati, tarikatı ne olursa olsun kânun ve yönetmeliklere uyan her kişi Diyanet‘te rahatlıkla çalışabilirdi. DİB’in bu ve buna benzer özellikleri halkın onu benimsemesine, güvenmesine vesile olmuştu.
Diyanet, sürgün hayatı yaşatılan Bediüzzaman hakkında dahi menfi rapor yayınlamadı
Ve bütün bunlar şartlar ve ortam açısından bakıldığında en namüsait dönemlerde başarılmıştı. İsmet İnönü döneminde derin devletin en önemli iç tehdidi irtica idi. İrticanın göbeğinde de onlara göre Bediüzzaman Said Nursi (ra) vardı. O günün Diyanet Teşkilatı bile Bediüzzaman hakkında kamuoyuna deklare edilen menfi bir rapor yayınlamadı. O rejim, DİB teşkilatını dini, dini hayatı, dindarı kontrol etmek için ihdas etmiş olmasına rağmen DİB ve teşkilatı halktan yana pozitif bir tavırla hayırlı güzel hizmetlere imza atmıştı. Her ne kadar devletin derin tarafı bazı önemli konularda DİB‘in itibarını zedelemeyecek bazı dokunuşlar, temaslarda bulunsa da hiçbir iktidar, hiçbir başbakan Diyanet‘e açıkça müdahalesi bulunmamış, cesaret edememişlerdir. 12 Eylül askeri darbesinde bile. Bu sıkıntılı dönemlerde hizmet eden başkan ve her seviyedeki DİB çalışanlarını şükran ve minnetle anıyoruz.
DİB‘in ikinci döneminde yani AK Parti‘nin iktidarda güçlendiği, bilhassa 2011‘li yılları ve sonrası DİB‘in bu saygın duruşu, yerini yavaş yavaş itibarsızlığa terkettiği yılardır. İçlerinde binlerce değerli çalışanıyla, yılların emektar kurumu DİB maalesef basiretsiz bazı yöneticileri ve Ak Parti iktidarının baskıları ile bir partinin dini teşkilatı haline dönüştürülmüştür. Bilhassa 15 Temmuz darbe fitnesinde DİB tabiri caizse erkler tarafından tepe tepe kullanılmıştır. Birinci dönemde DİB’e saygınlık, hürmet kazandıran ne kadar özellik varsa onların yerini maalesef tamamiyle tam da aksi tutumlar almıştır.
Geçmiş de, hükümdar ve sultanlar iki sebepten dolayı itibarlı din alimlerini, şeyhleri yanlarında tutmaya özen gösterirlermiş. Bunun sebebi olarak da;
1-Onların nüfuzlarından yararlanmak.
2- İcraatlarına meşruiyet kazandırmak.
Onun içindir ki, İslam tarihi, Peygamber yolunun hakiki temsilcileri olan gerçek alimlerle, hükümdar ve sultanların mücadelesi ile doludur dense sezadır.
Ak Parti, DİB teşkilatını, ilahiyat, cemaat ve tarikat çevrelerini gönüllü ya da gönülsüz farklı yollarla tesir altına alarak yukarıdaki iki sebepten dolayı çok iyi bir şekilde kullanmış ve hâlâ kullanmaktadır. Kullanamadıkları, icraatlarından dolayı kendilerini tenkit eden cemaat ve tarikatlara de sizleri de ‘‘Setö, Metö vs terör örgütü ilan ederiz’’ gibi dedikodular yayarak çirkince gözdağı vermekte ve tehdit etmektedir.
Dün, DİB‘in devletten bağımsız bir kurum olduğu nasıl söylenemez ise, bugün bu, hiç söylenemez. Hatta bugün kayıtsız şartsız bir teslimiyet sözkonusudur. Onun içindir ki DİB yaptığı, Ak Parti ve derin devletin icraatlarını meşrulaştıran ilmi çalışmalar veya ‘‘Kendi Dilinden F’’gibi raporların, ilmi objektifliğinden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü her alanda diktatörce hareket eden Ak Parti başkanının bilhassa DİB’i kendine bağladıktan sonra onu kendi çıkarları istikametinde kullanmaktan hiç çekinmediği apaçık görülmektedir. Onun gözüne girmeye çalışan bir önceki ve şimdiki talihsiz DİB başkanları da bu teşkilatın yüz karası olarak anılmaya razı bir şekilde hâlâ her fırsatta ‘‘F aşağı, F yukarı“ söylemlerine devam etmektedirler.
DİK imzasıyla yayınlanan ve devlet imkânlarıyla herkese ulaştırılmaya çalışılan ‘‘Kendi dilinden F’’ sözde raporu ve emsali söylemler kötü yöneticilerin Diyanet teşkilatına sürdüğü kara bir lekedir. Bu rapor ve söylemler, devletin, devlet memuruna, baskı ile kabul ettirip yayınlattığı, kurgulanmış, cımbızlanmış, çarpıtılmış, okuyan ve dinleyenlerde şartlanmışlık oluşturmak için planlanmış, ilmî objektiflikten uzak bir karalama kampanyasıdır. Ak Parti‘nin gerçek aydın dindarlara, din düşmanlarının bile yapamadığını yapma çabasıdır. Bu rapor ve söylemlerin nasıl bir kurgu çalışması olduğu ile ilgili,