Türkiye’deki tarikatlar cumhuriyetin ilanından önce ve sonra yaşanan bazı hadiselerden dolayı rehabilete edilmeyip bir anda tarihten silinip atılmak istendi ancak bu böyle olmadı. Tarikatlara ve cemaatlere Anadolu insanın yüzlerce yıldır devam eden bir gönül bağı vardı. Âdeme mahkûm edilmek istenen ve samimi alternatiflerine izin verilmeyen tarikatların kimileri gizli saklı da olsa mütevazı bir şekilde insanlara Allah ve Peygamber sevgisini anlatmaya gayret etti… Kimileri konum hainliği yaparak nefislerinin esiri olup insanların saf duygularını kullandı… Kimileri de derin güçlerin adamı veya kuklası olup zaman zaman yapılan operasyonlarda hazır kıta görev yaptı/yapıyor…
Dini kullanan AKP’nin yalancı baharında bir kez daha ciddi bir yönelişin sergilendiği tarikatlar şimdilerde bambaşka bir boyutta. İşte bunlardan biri de İsmailağa Cemaati. Rahmetli Mahmut Ustaosmanoğlu’nun bin bir zahmetle ayakta tuttuğu ama operasyon üstüne operasyonların yapıldığı bu cemaatin önde gelenlerden birinin ailesinde yaşanan ve insanın kalbinin dayanamayacağı çocuk evliliği şuan Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri. 6 yaşındayken bir çocuğun yaşadığı böyle bir durumu kabul etmek veya ama fakat diyerek mazeretler üretmenin hiçbir anlamı yok. Olayla ilgili birçok aklıselim uzman çok iyi yazılar kaleme aldı/alıyor. Örneğin konunun dini boyutu için Ahmet Kurucan ve Reşit Haylamaz’ın yazılarına bakılabilir.
Burada konuyu yıllarca bekletip kendilerince doğru zamanda ortaya atanların ne yapmak istediğini iyi anlamak gerekiyor. Hangi görüş veya tarikata mensup olursa olsun bir insanın işlediği suçu genele yayarak dine saldırmayı gaye edinen ruhlara, pusuda bekleyenler, provokatörler, konunun uzmanı olmayıp olayın dinsel, kültürel, tarihsel ve kriminal yönünü değerlendirmeden ahkâm kesenler de eklenince hadise çığırından çıkmaya başladı bile… Yaşanan mevcut durumun bazı yönlerini maddeler halinde anlamaya çalışalım.
a-Tarikatların doğuşunu ve özellikle tasavvufu iyi araştırmadan yorum yapmak doğru değildir. Tarikatlar uzun bir dönem misyonunu çok iyi eda etmiştir. Toplumdaki her müessesenin belki bir yönüyle fonksiyonlarını eda edemediği fasıllar olmuştur ama Hz. Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Hacı Bektaş Veli gibi insanlar Anadolu'da çok önemli misyonlar yerine getirmiştir, öyle ki bugün bile Batı ülkelerinde bu insanlar kabul ve saygı görmekte. Birçok kişi bu insanların yaşantılarını ve eserlerini okuyarak Müslüman olmakta…
Tarikatlar bir başka yönüyle Anadolu’daki anarşinin önüne geçmiş, insanlarla Allah arasında ciddi bir bağ kurmuştur. Ancak içinde yaşadığımız asırda birçok sebepten ötürü gerçek misyonunu eda edememekte ya da ehil olmayan kişilerin elinde oyuncak olmaktadır. Konuyla ilgili Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, “Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Risale-i Nur mesleği, tarikat değil, hakikattir. Sahabe mesleğinin bir cilvesidir.” diyerek çok detaylı açıklamalar yapmış ve cağa göre çözüm reçeteleri ortaya koymuştur. Tasavvuf ve tarikatların eski zamandaki tasnif ve tanzim edilen metot ve üslubuyla artık yol alınamayacağını belirten Bediüzzaman, tasavvuf ve tarikatın mefhum ve kelimelerini ispat ve izah etmiş; tefekkürü, zikri, fikri, şükrü, seyr u sulûkü, ihlâsı, uhuvveti modern gereksinimlere göre açıklamıştır. O bunları açıklamakla yetinmemiş tatbik etmiştir de. Lakin dönemim siyasileri Bediüzzaman’ın çözüm önerilerini dinlememiş ve Onu skolastik bataklığı içine saplanmış bir medrese hocası zannetmişlerdir. Aynı şekilde muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi de ifade etmeye çalıştığım şekilde tarikat ve cemaatlere çok ciddi saygı ve değer vermiş ancak içinde bulunduğumuz dönemde ‘cı-cu’ ile biten yapılanmalara karşı olduğunu ifade etmiştir. Hocaefendi, uzun yıllar büyük bir titizlikle hazırladığı ve Allah’a yaklaşma adına çok önemli bir yol haritası olarak görülen Kalbin Zümrüt Tepeleri gibi eşsiz bir eseri ortaya koymuştur. Bununla yetinmeyerek El-Kulûbu'd Dâria gibi mükemmel bir hazineyi Yaradan’la dua aracılıyla irtibat kurmak isteyenlerin istifadesine sunmuştur. Hocaefendi’nin hassas yaşam tarzı da yazdıklarıyla örtüşmektedir.
b-Son bir asırda Anadolu topraklarında derin yapıların insanları dinden ve imandan uzaklaştırmak adına özellikle dinin temsilci gibi görünen kişilerin düştüğü zaaflardan veya kendi operasyon elemanları vasıtasıyla hayata geçirdiği sinsice planlanmış birçok irili ufaklı hadisenin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bunlardan bazılarını örnek vermek istiyorum.
1) Menemen Olayı; Satın aldıkları esrarkeş bir meczubu tarikat mensubu diyerek sunan karanlık odaklar, Mustafa Fehmi Kubilay’ı canice şehit ettirip dindarlara karşı rahatça operasyonlar yapmışlardır. Olayla hiçbir alakası olmayan ve İstanbul’da bulunan dönemin önemli simalarından Erbilli Şeyh Esat Efendi ve müritleri yargısızca infaz edilmiştir. Esat Efendi, Ahmet Yesevi’den Nakşibendi’ye kadar uzanan bir yolda ülkesine hizmet etmiş dini bir hareketin lideridir. Ancak Esat Efendi, Menemen Olayı’ndan sonra sorgulanmadan hakkında idam cezası verilmiş, 87 yaşında olduğu için idam infazı yerine getirilmemiş, ancak oğlu ile birlikte 28 kişi hukuksuz bir şekilde asılmıştır. Bu olay Türkiye’de yıllarca zihinlerde taze tutulmuş ve dindarlar töhmet altında bırakılmıştır.
2) Müslüm Gündüz-Fadime Şahin olayı: Derin odakların Bediüzzaman ve Risalelere karşı mücadeleleri hiç bitmedi. İnsanları Risalelerden soğutmak adına bu çerçevede kendisini Risale-i Nur talebesi olarak tanıtan Aczmendi Tarikatı Lideri Müslüm Gündüz, 28 Şubat müdahalesinden tam iki ay önce, 1996'da bir evde uygunsuz durumda Fadime Şahin isimli türbanlı genç bir kızla basıldı. Olay Türkiye'nin gündemine oturmuştu... Tarikatlar konusunda şartları olgunlaştıran odaklar bin yıl sürmesini hedefledikleri planı uygulamaya koymuşlardı. Konunun detayları 2009'da Ergenekon davasının bir tanığının iddiaları ile netlik kazanmıştı. Tanık, Dönemin aktörlerinden Fadime Şahin hakkında şunları ifade etmişti; "Fadime Şahin, aslında pavyonda çalışan bir telekızdı. Oradan alınıp, özel bir görevle Gündüz'ün metresi haline getirildi. O dönemde yine gündemde olan cinci hoca Ali Kalkancı da aslında bir alkolikti. Bütün olaylar Refahyol'u düşürmek için organize edildi." Bu tanığın iddiasına göre, askeri müdahaleye zemin hazırlamak ve kamuoyunu yönlendirmek amacıyla Strateji Dergisi'nin Nişantaşı'ndaki ofisinde toplantılar düzenlemiş ve Şahin, Seyhan Soylu (Sisi) tarafından Kalkancı ve Gündüz'e gönderilmişti. Sonradan Ali Kalkancı’nın uyuşturucu imal eden ve satan bir dolandırıcı olduğu ortaya çıkmıştı. Kalkancı mahkemedeki ifadesinde geçmişte Ergenekon Terör Örgütü tarafından kullanıldığını itiraf etmişti…
3) Selam Tevhid Terör Örgütü: Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun eşinin Bursa’da bir karakola giderek kocasının İran ajanı olduğunu söylemesi ile başlayan süreçte Anadolu topraklarında dindar görünenlerin planladığı ve hayata geçirdiği dehşet verici yapının fotoğrafı gün yüzüne çıkmıştı… Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy cinayetlerine uzanan yapıyla ilgili gerçekleşen Hizbullah Operasyonları… AKP’li vekillerden, birçok dini vakfa ve Hakan Fidan’a kadar uzanan bir yapı… Selam Tevhid Davası sadece Ergenekon’un değil yüzyılların derin yılanı İran’ın da fırsat buldukça Türkiye’de dini kullanarak neler yapmaya çalıştığının en ibretlik örneklerinden biri.
4) Hizmet Hareketi’ne uygulanan soykırım: Yıllar önce “AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı” olarak gündeme gelen ve adım adım uygulanan projeler... “Cemaatlerin tarikatların kökünü kazıyacağız…” diyerek açıktan ifade edilen tehditler… Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dindarlara karşı yapılan cadı avı ve insanların ötekileştirilmesi birçok farklı senaryoyla devam etti. Fethullah Gülen Hocaefendi ve arkadaşları hayatları boyunca bunun acı tecrübelerini yaşadı.
Kuran-ı Kerim öğrenme ve öğretmenin yasaklanması, ezanın Türkçe okutulması, tarikatların ve cemaatlerin üzerindeki baskı ve kapatmalar, başörtüsünün yasaklanması, sosyal hayatta din ile ilgili birçok şeyin görünmez kılınması... Tüm bunlar, yüzyıllarca beraber olduğumuz aynı toprakların içinden çıkmış “Sol” denen kesime duyulan hınç ve öfke olarak büyüdü muhafazakârların kalbinde. Halk, önce dini siyasete alet eden Refah Partisi’ne belediye seçimlerinde verdiği destekle bu tepkiyi dışa vurdu… Refahın siyasal tabanı belediyecilikte edindiği tecrübeyle adım adım iktidara yürüdü. Ancak devletin laikçi reaksiyonu devreye girdi ve yukarda örneğini verdiğim bir dizi provokasyonla post modern darbe koşulları oluşturuldu ve 28 Şubat yaşandı. Ancak muhafazakâr kesimin içindeki tepki daha da arttı.
Batı’yı ve içerdeki birçok insanı kandıran ve değiştiğini söyleyen Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığından aldığı destekle yeni bir parti kurdu. Halktan gelen rüzgârı da arkasına aldı… Derin devlet Ergenekon operasyonlarında yediği darbeden silkinerek bu kez neticesi aynı olan ama yöntemi farklı bir plan yaptı. AKP’yi ve Gülen’i bitirme planıydı bu. Anadolu’daki dindarları ancak dindarların eliyle ortadan kaldırma planıydı bu. Erdoğan ve çevresindekilerin kumaşında yolsuzluk ve hırsızlığın alası vardı. Bu kumaş bu plan için biçilmiş bir kaftandı. Önce yavaş yavaş ve sinsice Ergenekon ve Selam Tevhid davaları yavaşlatıldı. Erdoğan kimselere hissettirmeden Ergenekon’la anlaşmıştı. Yıllardır haz etmediği başta Hizmet olmak üzere tüm tarikat ve cemaatleri saf dışı edip halifeliğini ilan edecekti… Kendince bir yolunu bulup işi bitince Ergenekon’u da alt edebilirdi! Her zaman ikiyüzlü tavrıyla demokrasiyi bir araç gören Erdoğan, oy için rolünü çok iyi oynuyordu…