Yakın gelecekte Türkiye’nin ardı ardına şu üç durumu yaşaması çok muhtemel görünüyor: Topyekûn iflas, hesaplaşma ve yeniden inşa.
Topyekûn iflas Dönemi
Ahlaki ve manevi yozlaşmanın neticesinde Türkiye bir iflasın eşiğine sürüklendi. Bu iflasın en bariz belirtisi yaşanan ekonomik krizdir. Türk lirasının hızla değer kaybı, (1 Dolar 12 TL’yi geçti) enflasyonun (Eylül %19,58) ve işsizliğin (Ağustos % 12) artması ekonomideki kötüye gidişin vahametini göstermektedir. Gerçek enflasyon ve işsizlik rakamları bunların çok üstünde olduğu hususunda kimsenin bir şüphesi yok. Ekonominin durdurulamaz kötüye gidişi, toplumda derin yaralar açmaktadır. Halk zor durumda. Bazıları karnını doyurmak için, çöplerden yiyecek toplarken, Saray ve aveneleri debdebe ve lüksün içinde yüzüyorlar. En acı olan şey ise, insanların geçim sıkıntısından intihara teşebbüs etmeleridir. Bunlar maalesef, Türkiye’nin acı gerçekleridir.
Bir yandan halk geçim sıkıntısı çekerken, diğer yandan toplumda var olan farklılıklar üzerinden ayrımcılık körüklenmektedir. İnsanlar birbirine yabancılaştırıldı; düşman hale getirildi. Etnik ve ideolojik parçalanma derinleştirildi. Bunun neticesinde sosyal doku zedelendi; insanlar birbirine selam veremez hale geldi. Ayrımcılık üzerinden siyaset yapma ve oy devşirme politik bir strateji haline getirildi. Ortaya çıkan toplumsal tahribat kimin umurunda. Yüzlerce yıllık çabayla inşa ettiğimiz kardeşliğimiz çok ciddi yara aldı. Belki de siyasilerin ya da siyasilerin ipini elinde tutan güçlerin asıl hedefi toplumsal barışı bozmaktı. Şu anki şartlarda bunu bilmek pek mümkün değil. Doğru politikalarla ekonomiyi düzeltmek mümkün. Ancak tahrip edilen sosyal dokuyu tamir hiç de kolay olmayacak.
Ekonomik kriz, ateşlenen toplumsal fitne topyekûn iflasın en dıştaki tezahürü. Daha derinlerdeki kriz, ahlaki ve manevi yozlaşmadır. Hâkim siyasiler ve yandaşlarının işledikleri zulüm, hırsızlık, yalan, rüşvet, uyuşturucu ticareti, fuhuş, dinin ve devlet gücünün istismarı ahlaki ve manevi iflasın neticesidir. Bütün bunların sebebi ise iman zafiyetidir ve kalplere otağını kurmuş nifaktır. Nifak kalbin hastalığıdır. Kalbi hasta olan insandan kimseye bir hayır gelmez. Ne ciddi bir siyaset adamı, ne güvenilir bir bürokrat, ne ehil bir din adamı olur. Ne iyi bir komşu ne de candan bir arkadaş. Din ve dava adına yola çıkmış insanların geldiği noktaya bir bakın, yürekler acısı. Yaptıkları şey alenen İslami değerleri çiğnemek, üstüne üslük hala utanmadan dindarlık taslıyorlar. İnsanlar dinden uzaklaşıyor, bu memleketin gençleri ateist, deist, agnostik oluyor kimin umurunda.
Ekonomik, sosyal ve ahlaki buhranlarla Türkiye’yi hızla iflasın eşiğine sürüklendi. Bu durum herkesin yaşadığı, bildiği ve fakat açıkça ifade edemediği bir gerçekliktir. Ancak toplumsal ve ekonomik krizin henüz siyasi neticelerini ortaya çıkmadı. Zamanı geldiğinde onu da göreceğiz inşallah. Üst üste gelen buhranların neticesinde öyle görünüyor ki hakim siyasiler önce itibarlarını, sonra iktidarlarını kaybedecekler. Bu bir kaos, hesaplaşma döneminin başlangıcı olacaktır.
Hesaplaşma Dönemi
15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de hemen hemen herkes siyasiler tarafından Hizmet Hareketine karşı olmaya ve taraf tutmaya zorlandı. İnsanlar taraflarını belirledi. Hizmet ve mensupları yalan ve iftiraya dayalı yoğun propagandayla gözden düşürüldü ve hain ilan edildi. Hizmete yapılan zulüm ve haksızlıklar halkın gözünde haklılaştırıldı. Halk muvazene ve muhakemesini kaybetti. Onlara göre, bir tarafın yaptığı her şey yanlış, diğer tarafın yaptığı her şey doğruydu. İnsanlar dini ve çoğu zaman siyasi saikle, hesap etmeden büyük bir kötülüğün ortağı oldular.
Hesaplaşma döneminde asıl büyük tartışma 15 Temmuz hadisesi etrafında olacak. Gizlenen hakikatler bir bir ortaya çıkacak. Bu durumu öğrenen bazıları inanamayacak, bazıları ise gerçeği kabul etmenin faturası ağır olacağı için, inkar edecek. Hizmetin masumiyeti kesinlik kazandıkça şaşıracak, bir nevi şok yaşayacaklar. Nihayetinde bazıları kendi nefisleriyle hesaplaşacak, “Nerede hata yaptık ve bizi bu hataya kim sürüklerdi” diyerek muhasebe yapacaklar.
Yerinde muhasebe insanları olgunlaştıracak daha ferasetli düşünme ve davranmalarına sebep olacaktır. Aldatılmanın acısını yüreklerinde hisseden ve hatalarından ders çıkarmayı öğrenmiş halk kitleleri önce iktidardaki siyasi aktörlere hesap soracaklar. Dolayısıyla bu dönemde siyaset alanı mücadelenin en yoğun yaşandığı yer olacak. Eski siyasilerin birçoğu belki de siyaseti bırakacak, gözlerden ve gönüllerden uzak olmayı yeğleyecek. İflasın neticesinde daha da fakirleşmiş olan halk yeni arayışlara yönelecek ve siyaseti yeniden şekillendirecek. Eski devrin kudretlileri güç ve kuvvetlerini kaybedecek, kaçabilenler yurtdışına, kaçamayanlar ise adalet önünde hesap verecek. Bu sürecin neticesinde yeni partiler, yeni liderler ve yeni siyasi aktörler ortaya çıkacak.
Aldatma işinde baş rol oynayan gazeteciler özellikle İslamcı gazeteciler, ve sonra zalimin yanında saf tutmuş din alimleri ve şeyh efendiler halkın öfkesinden nasiplerini alacaklar. Hakikatler peyderpey gün yüzüne çıkıp kesinlik kazandıkça, Cemaatin masumiyetine ve mazlumiyetine inananların sayıları çoğaldıkça Cemaate teveccüh artacak. Bu sürecin neticesinde kalpleri katılaşmış, kadim Cemaat düşmanı bir güruh hariç, belki de Türkiye’de yaşayanların kahır ekseriyeti Cemaatin suçsuz olduğunu kabul edecek. Evet böyle bir külli teveccühün olacağına inanıyor ve cenabı Hak’tan bunu diliyor ve dileniyoruz.
Yeniden İnşa Dönemi
Ak Parti iktidarı ilk on yılında oldukça başarılıydı. Bunun neticesinde Türkiye İslam ile demokrasiyi barıştıran nadir ülkelerden biri olarak gösteriliyordu. İlk on yılındaki bu muazzam muvaffakiyetin sırrı neydi? Birinci soru bu. İkinci soru: Aynı parti ve aynı lider son beş yılda niçin bu kadar başarısız oldu ve niçin Türkiye’yi iflasa götürdü? Bunlar çok önemli sorular. İnsanların çoğu bu soruların cevabını biliyor. İnsanların bilip de söylemediği cevabı biz söyleyelim: Ak partinin ilk on yılındaki başarının sırrı bürokrasideki Hizmet kadrolarıydı. Ahlaklı, liyakat ehli ve çalışkan hizmet kadroları devleti ve dolayısıyla milleti ihya etmişti. Ancak baştaki ahmak adam bunu kendinden bildi ve 15 Temmuz darbesi bahanesiyle Hizmet kadrolarını tırpanlamada tereddüt etmedi. Netice felaket oldu. Başkanlık sistemiyle daha da güçlenen Erdoğan daha başarılı olacağına başarısız oldu, ülkeyi ekonomik, sosyal ve ahlaki buhrana sürükledi. Şimdilerde bu buhran derinleşerek krize dönüşmektedir. Bunun sebebi Erdoğan’dır ve hizmet kadrolarının yerine, aldığı partizan, menfaatperest, liyakatsiz bürokratların iş başında olmasıdır.
Nihayetinde, Türkiye ekonomide, sosyal barış ve en önemlisi ahlak ve maneviyatta iflas etti. Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulacak? Türkiye sadece siyasetle ve muhalefetin iktidara gelmesiyle kurtulabilir mi? Durum hiç de kolay görünmüyor. İktidara kim gelirse gelsin mevcut kadroları işgal eden partizan, liyakatsiz, rüşvete ve gayrimeşru yolarla iş yapmaya alışmış bürokrasiyle çalışmak zorunda kalacak. Tefessüh etmiş bürokratik kadro ile yola gitmek kolay olmayacak. Dolayısıyla, Türkiye’yi içine düştüğü bataklıktan kurtarmak ve girdiği bu labirentten çıkarma işi çok çetin olacak. Mesele parti ve siyaset meselesi değil, mesele yetişmiş, ahlaklı ve liyakatli kadro meselesidir. Türkiye’de böyle bir kadro sadece Hizmet’te vardır. O zaman dosta güven düşmana korku salacak şu cümleyi kuralım: Hizmet kadroları olmadan başarılı bir şekilde kimse Türkiye’yi yeniden inşa edemez. Bir başka ifadeyle Türkiye’yi iğneden ipliğe yeniden inşa etmek ahlaklı, liyakatli ve vatanperver Hizmet kadrosuyla mümkün olacaktır.
Bunun olabilmesi için, iflas eden bir Türkiye’de insanların muhasebe ve murakabe sonucu gerçeğe uyanması, Cemaatin suçsuz, masum ve mazlum olduğunu kabul etmesi ve nihayetinde Hizmet’e teveccüh etmesi gerekiyor. Diyelim ki bu oldu. İkinci şart, zalimden tarafa olmuş, bunca zulme, haksızlığa, kötülüğe rıza göstermiş bu milleti de Hizmetin affetmesi gerekiyor. Bu hiç de kolay olmayacak. Hizmet kadroları onca zulme rıza gösteren bu halka haklı olarak kızgın ve dargınlar. Belki halk teveccüh edecek, belki de gelin ve elinizi taşın altına koyun diyecekler. Ancak Hizmet en azından Yusuf (as)’ın dediği gibi "Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. Şüphesiz Rabbim onların hilesini hakkıyla bilendir" (Yusuf 50) diyecek. İnsanların kendi hatalarını itiraf etmesini ve Hizmetin masumiyetini kabul etmesini talep edecek. Ancak böyle bir kabul ve teveccühten sonra Hizmet tekrar elini taşın altına koyacaktır.
Sırf Allah rızasını için hiçbir zaman sorumluluktan kaçmayan Hizmet kadroları, adeta tabiatları haline gelmiş manevi hallerinin gereği olarak merhamet ve şefkatle tekrar halka hizmeti Hakka’a hizmet olarak görecek ve milleti ihyaya talip olacaktır. Hapishanelerde adaletsizliği iliklerine kadar hissetmiş, çile ile cevheri çeliklenmiş, kafasını kessen adaletten bir milim ayrılmayacak savcı ve hakimler önce adalet diyecekler. Hapishanede çile dolduran, ahlaki ve manevi bakımdan terakki etmiş her biri bir merhamet ve şefkat abidesi kesilmiş asker ve polisler devlet adına milletimizi kucaklayacaklar ve millet devlet barışının tesis edeceklerdir. Hapishanede mesleklerini icra edememenin burukluğunu yaşayan öğretmenler aşkla mesleklerine yeniden sarılacak ve öğrencilerine zulmün, merhamet ve şefkatsizliğin ne kadar vahim, sevgi ve şefkatin ne kadar ulvi olduğunu kendi tecrübelerine dayanarak anlatacaklar. Böylelikle bürokrasideki hizmet kadroları elini taşın altına tekrar koyacak ve Türkiye’yi ayağa kaldıracak. Bu yeni dönemde iyilik ve kötülük savaşının destanlaşan hikayesi dalga dalga bütün Türkiye’ye belki de bütün dünyaya yayılacak ve her yerde anlatılacak. Türk milleti bir kez daha iyilikten tarafa ağırlığını koyacak ve Allah’ın inayet ve yardımıyla yeniden iyilik, güzellik ve adalet Türkiye’ye hakim olacaktır, inşallah.