Bu haftaki yazımda, İslam’ın ilk yılları Mekke’sinde Müslümanlara karşı üç yıl boyunca uygulanan ve tarihe BOYKOT olarak geçen süreci kısaca hatırlatacak ve günümüz KHK’sıyla kısa bir mukayesesini yapmaya çalışacağım.
Son Nebi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) nübüvvetinin 7. yılına doğru Mekkeliler iyice çığırdan çıktılar. Hem Allah Resûlü'ne, hem de Müslümanlara karşı içlerinde, iyice perçinlenmiş bir kin ve nefret artık iyice dışa taşmaya başladı. Buna Habeşistan’a sığınan muhacirlerin teslim edilmemesi, Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibi kahramanların İslam’ı kabulü, Ebû Talib’in Allah Resûlü’nün arkasında duracağı konusundaki açık beyanı ve çevrede yaşayan kabilelerden az da olsa Müslümanlığı tercih edenlerdeki artış gibi durumlar da eklenince, Mekke liderlerinin kimyaları iyice bozuldu.
Karanlık ve kirli emellerini konuşup karara bağladıkları Dâru’n-Nedve’de bir araya geldiler. Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı şartları daha da ağırlaştırmaya, sözlü hakaret ve saldırılarını fiile dönüştürmeye karar verdiler. Tehlike git gide artarak devam ediyordu. Allah Resûlü’nün ait olduğu iki oymak mensupları, tehlikeleri aza indirgemek için Allah Resûlü’nün yaşadığı bölgede toplanma ve orada yaşama kararı aldılar. Az da olsa, bu iki oymaktan olmayan insanlar da vardı. Bölge, herkesi barındıracak kadar evden yoksun olduğu için, bazı aileler de mecburen çadırlar kurup oralara yerleştiler.
Müşriklerin asıl hedefi Hz. Peygamber’di. Onlara göre, şayet Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bedenini ortadan kaldırmayı başarırlarsa, istedikleri her şey yerine gelmiş olacaktı! Boykot kararının, Muharrem gibi Arap geleneğinde savaşın ve adam öldürmenin haram sayıldığı bir zaman dilimine denk gelmesi bile, müşriklerin hınçlarının ve kanun kural tanımazlığının sembolik açıdan ayrı bir göstergesidir. Üç yıl aralıksız süren bu ağır ve insanlık dışı tecrit ve boykot, sonunda zulüm başlarının iradesi dışında, vicdanlarını kaybetmeyenlere çok ciddi dersler içeren bir Rabbani plan çerçevesinde son bulmuştur.
Küfür yobazları, aldıkları kararlarla Mekke’de büyük bir sindirme hareketi başlatmış, hiç kimsenin insanlık dışı bu uygulamaya karşı çıkıp itiraz etmesine fırsat tanımamışlardı. Dolayısıyla böylesine ağır ve dayanılmaz baskı karşısında, Mekke’deki bir kısım kimseler korku ve kitle psikolojisinin tesirinde kalarak istemeseler de bu boykota katılmışlardır. Hatta öylesine bir baskı olmuştu ki, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) amcası Ebû Lehep bile kendi oymağının karşısına geçerek, bu boykotu yapanların yanında yerini almıştı.
İlginçtir ki, o güne kadar farklı zamanlarda birbirleriyle çekişme ve kavga halinde olan Mekke içindeki ve çevresindeki kabileler, Müslümanlara uygulanan bu ağır boykot karşısında bir araya gelmiş ve adeta el ve güç birliği yapmışlardı. Bu da, müşriklerin Allah Resûlü ve Müslümanlara karşı olan kin ve nefretlerinin büyüklüğünü ve derinliğini göstermesi açısından oldukça önemli bir noktadır. Hatta o güne kadar Mekke’de haksızlık ve zulümlere karşı kabul edilmiş ve etkili bir kurum haline gelmiş olan Hılfu’l-Fudûl üyeleri bile, boykotun içerisinde yer almak zorunda kalmışlardı. Diğer bir tabirle faziletliler, söz konusu masum Müslümanlar olunca rezillik yarışına girmişlerdi. Müşrikler, işi sadece sözde bırakmamak ve işin ciddiyetini göstermek için boykotu yazılı belge haline getirmiş ve Ka’be’nin kapısına asmışlardı. Çağdaş bir ifadeyle belirtecek olursak âdeta sivil bir soykırım belgesi olan bu boykot maddelerinin kısaca özeti şöyleydi:
“Hz. Peygamber (s.a.s.), öldürülmek için kendilerine teslim edilinceye kadar, Haşim oğullarından gelecek barış teklifi asla kabul edilmeyecek, onlara merhamet gösterilmeyecek, evlilikler iki yönlü olarak yasaklanacak, hiçbir şey satılmayacak ve alınmayacak, onlarla beraber oturulmayacak, görüşülmeyecek, selam verilmeyecek ve konuşulmayacaktır. Evlerine gidilmeyecek, eve kabul edilmeyecektir.”
Yazılan bu insanlık dışı belgenin altına da mühür vurarak, Ka’be’nin duvarına asıldı. Belge, Mansur b. İkrime adındaki kişi tarafından yazıldı ve yazdığı gün de kader-i İlahi, adamın eli felç olup işlevsiz bir hale geldi.
Boykotta yazılan maddelerin uygulanışı, sıkı bir takibe alındı ve üç yıl boyunca tavizsiz uygulandı. Haram aylarda da, şeytani bir yöntemi devreye koydular. Dışarıdan gelen tüccarlar Mekke’ye girer girmez önlerine geçildi, Haşim ve Muttalip oğullarına satacakları ürünlerin fahiş fiyattan satılması, şayet ellerinde mal kalacak olursa, kendilerinin daha yüksek fiyatla onları alacakları garantisi verildi ve onlardan alınacak ürünlere ise oldukça düşük fiyatlar konulması tembihlendi. İnsi şeytanlar, şeytaniyetleri gereği her türlü alternatifi düşünmeye, şer merkezli her uygulamayı pratize etmeye çalışıyorlardı.
Bu süreçte zora giren diğer bir konu da aile hayatıydı. Başka kabilelerle evlilik yasaklandığı gibi, daha önce yapılan evlilikler de sonlandırıldı. Ortada kalan kadınlar, erkek ve çocuklar, bu kargaşadan dolayı büyük sıkıntılar yaşadı.
Boykotun elebaşı Ebû Cehil olmakla beraber, Peygamber amcası olan Ebû Lehep ve karısı da her aşamada onu desteklediler, aldığı her kararda yanında yer aldılar. Boykot süresince dillendirilmesi zor ve acı mı acı manzaralar yaşandı. Yiyecek sıkıntısından dolayı hayatları cehennemvâri bir hal alan insanlar, özellikle de yaşlı, çocuk ve hastalar, bunların başında gelmekteydi. İnsanlar ağaç yaprakları yedi, buldukları kuru deri parçalarını su içinde yumuşatıp ateşe tuttuktan sonra günlerce idare etti, açlıktan dolayı ölü hayvanların etlerini, kokmuş leşlerini, derilerini, kemiklerini ve köpekleri yemek zorunda kaldılar. Daha doğrusu bu süreçte insanlar nerdeyse bulabildikleri her şeyi hatta yenmemesi gerekenleri bile bulduklarında, âdeta bayram neşvesi içinde yediler, açlık ve hastalıktan dolayı vefat eden insanlar oldu ve sıkıntılar katlanılmaz seviyeye ulaştı.
Diğer taraftan, bu karanlık dönemde Mekkeliler de kıtlık ve belalardan kurtulamadılar. Yağmurlar kesildi, sular kurudu, ürün sıkıntısı yaşandı. Hatta öyle ki Allah Resûlü’ne müracaat edip ondan dua etmesini istediler de, Resûlullah (s.a.s.) dua edince, durumları yeniden normale dönmüş oldu.
Rivayete göre Duhan Sûresi’nde sözü geçen olay da, bu süreçte meydana gelmiştir. Allah Resûlü (s.a.s.) Yusuf (a.s.)’ın yedi kıtlık yılı gibi kıtlığa mâruz kalmaları için Kureyş’e beddua etmişti. Bunun üzerine büyük bir kıtlık meydana geldi. Öyle ki köpek leşlerini bile yemek zorunda kaldılar. Peygamberimize gelip, bunun kaldırılması için duasını istirham ettiler. Bu kıtlık sırasında, açlığın da etkisiyle Mekkeliler yer gök arasını duman halinde görüyorlardı.
Bu dönemde iki büyük kahramanı unutmak mümkün değildir. Bunlardan biri, malını son kuruşuna kadar tüketen ve Resûlullah için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Hz. Hatice, diğeri ise hem malı hem de canıyla her türlü tehlikeye karşı sonuna kadar yeğenini koruyan Ebu Talip’tir.
Ağır geçen üç yılın sonunda, Mekkeli müşriklerden bazılarında vicdani kıpırdanmalar meydana geldi, gizliden gizliye, boykot çemberine alınan bölgeye erzak taşıdılar ve boykotun kaldırılmasında çaba sarf ettiler. Bu cılız sesler yavaş yavaş yükseldi, şer şebekesi ve cinayet çetesi üzerinde ağırlık meydana getirdi ve sonunda boykotu kaldırmak zorunda kaldılar. Diğer taraftan da anlaşmanın yazıldığı metin, bir mu’cize eseri olarak güveler tarafından yenilmişti. Böylelikle de zaten doğal olarak bu ağır maddeler de ortadan kalkmış oldu. Bölgedeki insanlar yeniden evlerine döndü ve yeni bir devreyle karşı karşıya geldiler. Takip eden yıllarda ise Mi’rac, hicret ve derken, İslam’ın dünyanın değişik coğrafyalarına ulaşmasının da önü açılmış oldu.
Üç yıl süren, ancak belki de yüzyıllara bedel bu işkence ve insanlık dışı muamelelerin yaşandığı yukarıdaki sürecin benzeri, günümüz Türkiye’sinde yeniden devreye konmuştur. Modern Ebu Cehil ve Ebû Lehepler, modern dâru’n-nedvelerde, devletin gücünü de arkalarına alarak yazdıkları ve adına da KHK dedikleri boykot belgeleriyle, masum insanlara, yukarıda kısaca işaret edilen manzaraların benzerlerini yaşatmaktadırlar.
Derslerini Ebû Cehil ve Ebû Leheplerden alan çağdaş soykırım mimarları, her türlü karanlık yapıyla ilişki kurmuş, mâsum ve mazlumlara nefes alacak bir hava bırakmama konusunda, âdeta bu yapılarla konsensus sağlamışlardır.
Mekkeli müşriklerin aynısını yapan yeni Dâru’n-nedveliler, masum insanları ağaç yaprakları yemeye mecbur etme noktasında, utanmaksızın ve çekinmeksizin açıktan söz vermişler, mallarına, mülklerine konmuşlardır. Tırnaklarıyla kazarak kazanıp elde ettikleri fabrika, iş yeri gibi ticari faaliyetlerini gaspetmiş, onların başına da kıyımcılıktan başka bir şey yapmayan kayyımlar atamışlardır.
Şi’b-i Ebî Talib’e benzer, ülkenin her tarafındaki hapishaneleri boykot mahalline çevirmiş, yaşlı, kadın, erkek, hasta, çocuk ve bebek demeden açlığa, sefalete, hastalıklara ve ağır şartlarda ölüme terketmiş ve her türlü haklarını ellerinden almışlardır.
Yetmemiş, bu mazlum ve mağdurlara gelecek her türlü yardım için aşılmaz engeller koymuş, yapanlar cezalandırılmış ya da tehdit edilmiş, ticaret yapmaları ve mal alıp vermeleri de yasaklanmıştır. Evlilikleri engellenmiş, evlenenler zorla ayrılmış, boykot yılları benzeri bir sürü aile ve çocuk, bu süreçte perişan olmuştur.
Boykot yılları, sıla-i rahimi yok ettiği gibi yeni dönem münafıklarının uyguladığı boykot da, bütün akrabalık ve komşuluk ilişkilerini yok etmiştir. Hatta o kadar ki, komşusunu ve öz evladını ispiyonlayan müfteriler, vatansever olarak alkışlanmıştır.
Modern Dâru’n-Nedveliler, mazlum ve masumlar kendilerini kanun karşısında savunamasın diye, kadim Mekkelilerin yaptığı çirkinliklerin yeni versiyonunu devreye sokmuşlar ve avukatları uyararak bu davalardan yüksek meblağlar istemelerini sıkı sıkıya tembihlemişlerdir.
Kadim Mekkelilerin ellerinden kaçırdıkları muhacirleri geri getiremediklerinden dolayı girdikleri psikolojinin benzerini yaşayan yeni cahiliye Mekkelileri, bütün hınçlarını, boykot mahallindeki masumlardan almaya çalışmış, huzur ve güvene çıkan bütün yolları da sıkıdan sıkıya kapatmışlardır.
Diğer taraftan Mekkelilerin çektiği sıkıntılarda her gün biraz daha kara bulutlar gibi yenilerin başlarında görünmeye başlamış, yağmurlar kesilmiş, göller kurumuş, maddi sıkıntılardan dolayı intiharlar, hırsızlıklar ve çöplerden yiyecek toplamalar âdiyattan manzaralar haline gelmiştir. Aynı zamanda bulaşıcı bir hastalık olan COVID-19 hastalığından dolayı da, hem bu işin elebaşları, hem de yapılanlara sessiz kalan yığınlar, kendi hayatlarından endişe eder hale gelmişlerdir.
Ülke bir baştan bir başa âdeta Hz. Yûsuf’un yaşadığı kıtlık yıllarına dönüşmüş, aile içi şiddet zirve yapmış, toplumsal güven ortadan kalkmış, herkes herkesin kurdu olmuş, hacizler hayatın parçası, ödenmeyen çek ve senetlerle felç olan ticaret yıkıntıya dönüşmüş, yöneten-yönetilen arasındaki sıcak ilişki yerini ve nefret ve kaosa terk etmiştir.
Dileğimiz odur ki, boykot maddelerinin silinip yok olduğu ve çıkan cılız seslerin gür bir hale gelip kadim Mekke’nin zulüm belgesini ortadan kaldırdığı gibi, KHK’nın da kısa bir gelecekte ortadan kalkması, her türlü hakları ellerinden gasbedilen mâsum ve mazlumların haklarının, kendilerine yeniden iade edilmesidir. Böylece sadece toplumsal barış değil, kaybolan hukuk düzeni de inşa edilmiş olacaktır. Yaşasın eski-yeni Ebu Cehiller ve yardakçıları için Cehennem…
Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
https://www.patreon.com/muhittinakgul
https://twitter.com/muhittinakgul