FİRAVUNLAŞMIŞ EGOLARINA GÖKLERDE BİLE TAHT BULAMAYANLAR
Aslında, İslam dini ve Hizmet-i imaniye ve Kur’an’ iyede ortaya konmuş olan ilkeler ve prensipler başkalarından ziyade, insanların günahı ve kusuru daha çok kendilerinde aramaları gerektiğini ifade etmektedirler.
Mana alemlerinin sultanlarının hayatlarına bakıldığında, onların buna uygun hareket ettikleri görülmektedir. Onlar başa gelen bela ve musibetlerde herkesten önce kendilerini sorumlu tutmuşlardır. Vazifelerini hakkıyla yapamadıklarını veya Allah (CC) ile olan münasebetlerinin hakkını veremediklerini düşünmüşler ve günahları ve kusurlarından dolayı bu hadiselerin meydana gelmesindeki en baş sorumlu veya baş mücrim olarak kendilerini görmüşlerdir. Başkalarını suçlamanın arka planında var olan kendilerini pîr u pak olarak görmek gibi insanın manen sükûtuna neden olacak bir duruma asla tenezzül etmemişlerdir.
ŞİRK TEHLİKESİ
Aslında, başkalarını suçlamak suretiyle işin içinden sıyrılmaya çalışanlar ve meydana gelen menfi hadiseleri sadece şahıslardan bilenler, olup biten her şeyin arkasındaki hakiki Müsebbibü-l Esbab olan Allah’ın (CC) icraatını inkâr etmektedirler.
Bu insanlar bir taraftan kendilerini temize çıkarırken diğer taraftan elde edilen başarıları şahıslara vermekte veya haklarında takdir edilen bela ve musibetlerde asıl faktör olarak sebepleri kabul etmekte, kaderin onlar hakkındaki takdirleri ve bu takdirlerdeki kendi paylarını görmezden gelerek bir tür şirke düşmektedirler.
"Kazanma Kuşağındayken Korku, İftira ve Gıybet" başlıklı Bamteli’nde, böyle kritik dönemlerde atf-ı cürümlerin çok olduğu ve bazı insanlarda, başkalarını suçlamak suretiyle işin içinden sıyrılma gibi bir kompleksin varlığından ve bazı Hizmet insanlarında da bu hastalığın olabileceği üzerinde durulmaktadır:
“Duygu ve düşünce zehirlenmesine mübtelâ olan kimseler, hiçbir mahzur görmeden gıybet ve iftira edip duruyorlar; bazen korku bazen de atf-ı cürüm marazıyla başkaları da onlara iştirak ediyorlar…
Şimdi bunun radyoaktif tesirinin, size de sirayet etmesi gayet normal; sizden bazıları da farkına varmadan atf-ı cürümde bulunuyorlar. “Acaba başkalarını suçlarsak, biz de bu işin içinden sıyrılabilir miyiz?” diyorlar, farkına varmadan. Bazıları tazyik karşısında, bazıları da yapılan yanlışlıkları önde bu işi götüren insanlardan bilerek bu günahı işliyorlar. “Gıybet” gibi bir günah-ı kebâiri irtikâp etmek, “iftira” gibi bir günah-ı kebâiri irtikâp etmek… Hafizanallah!.. Bir yönüyle icraat-ı İlâhiyeye, bazılarını ortak koşmak suretiyle şirke düşme manasında…”
EN ÇOK BAŞKALARINI LEKELEYENLER TEPEDEN TIRNAĞA LEVSİY TA BATMIŞ İNSANLARDIR
M. Fethullah Gülen Hocaefendi “
Muharrem, Kerbelâ ve Çağın Yezidleri” başlıklı Bamteli’nde (2014) bu hususu ve bir mü’minin davranışının nasıl olması gerektiğini şöyle ifade etmektedirler:
“Şahsi hayatın itibarıyla, “Acaba ben bir fâsık mıyım? Nifakım var mı?” demelisin. Kendi durumunu bu şekilde belirlemezsen, hatalar hafif gelir, sevap iklimine de yanaşamazsın. Kendini, arınmaya muhtaç kusurlu bir insan görmedikçe, istiğfar bilmezsin, bilemezsin! Tevbe bilmezsin, bilemezsin! İnâbe bilmezsin, bilemezsin! Evbenin rüyasını bile göremezsin! “Üstümü başımı kirlettim, aklî melekelerimi kirlettim, tasavvur sistemimi kirlettim, tahayyül mekanizmamı kirlettim!” mülahazaları olursa, bir arınma kurnası ararsın. Fakat kendini pîr u pak, kusursuz, melekler gibi masun ve masum görürsen, tepeden tırnağa kir akıp durduğu halde, kirlerini görmezsin. Ve kendi kirlerini görmeyen insanlar, ruh haleti itibarıyla, -insan psikolojisinde vardır- dışarıda kirli aramaya durur. En çok başkalarını lekeleyen, onlar hakkında nâsezâ, nâbecâ sözler söyleyen, tepeden tırnağa levsiyâta batmış insanlardır.”
Eğer durmadan suçlu aranıyorsa, bütün hatalar ve yanlışlıklar başkalarına atfediliyorsa bu demektir ki bu iddia ile ortaya atılanlar kendilerini günahsız, kusursuz, hatasız, masum, lekesiz ve tertemiz olarak görmektedirler. Meydana gelen hadiselerde bir sorumluluklarının, bir paylarının bulunmadığı gibi hakikatle te’lif edilemeyecek düşüncelere sahiptirler.
Bu yaşanan ifritten sürecin yol açtığı suçu hep başkalarında arama, atf-ı cürümlerde bulunma ve birilerine yaşananları fatura ederek onlardan hesap sorma peşine düşme gibi cemaatin bütünlüğüne, kardeşliğine zarar verebilecek ve çok önemli fitnelere yol açabilecek hallere karşı cemaatini uyarmaktadır.
Hocaefendi, böyle zamanlarda, meydana gelen problemleri en sağlıklı bir şekilde çözebilecek, düşmanların hücumlarından kaynaklanan zararları en minimize edebilecek peygamberane ve mü’mince duruşun nasıl olması gerektiğini başta peygamberler olmak üzere insanlığın kutupları ve güneşlerinin hayatlarından örnekler vererek ortaya koymaktadırlar.
Orijinali 1983 yılında Sızıntı’da yayınlanan,
"Biraz Da Kendimize Bakalım!.. " başlıklı Kırık Testi’de Hocaefendi, bu konu üzerinde çok büyük tahşidatlar yapmışlardır. Burada yapılan tespitler üzerinde, Hizmet insanlarının derin müzakereler yapmasına eşedd-i ihtiyaç ile ihtiyaç vardır:
“Şayet, bundan böyle de, her mağlubiyet ve hezimetimizi mütehakkim ve işgalci düşmanların sayı üstünlüğü, mekanize edilmiş birlikleri, tekniği-teknolojisi ve ihanet dolu stratejileriyle izaha kalkışacaksak, toparlanıp kendimize gelmemiz ve yıkılışımızın gerçek sebeplerini tespitimiz kat’iyen mümkün olmayacaktır.
Ah, ne olurdu! Bir kere de kendimize bakıp iç dünyamızı kontrol edebilseydik!..
Rica ederim, söyleyin! Emin misiniz size düşen her şeyi yaptığınızdan; hareket ve faaliyetlerinizi hep doğru yolda sürdürdüğünüzden; irade gücü ve iç mukavemetinizden; bayraklaştırdığınız dava ve düşünceyi tam temsil ettiğinizden?.. Yaptığınız her işin yerinde olduğunu; düşüncelerinizin, kin, nefret, garaz gibi kötü huylarla zedelenmediğini; plân ve projelerinizin hata kabul etmez bir buudda tanzim edildiğini iddia edebilir misiniz?.. Aman Allah’ım! Bu ne büyük bir çılgınlık, ne affedilmez bir kabahat olur!..
Aslında, hep başkalarının eksik ve gedikleriyle meşgul olanlar, kendi hata ve kusurlarını görmeyecek kadar kör; gönüllerini coşturup ruhlarına istikamet veremeyecek kadar da iradesiz ve meflûç kimselerdir. Böyleleri her söz ve davranışlarıyla, durmadan başkalarını gayyalara yuvarlarken, firavunlaşmış egolarına göklerde bile taht bulamazlar. Nefsanîliğine “pes” demiş ve kendi içinde mağlup bu derbeder ruhlar, düşünce ve iradelerini delik deşik eden bu türlü zaaflardan kurtulacakları âna kadar da doğruyu göremeyecek, doğru karar veremeyecek ve hele kat’iyen bellerini doğrultamayacaklardır.
Her düşüş ve hezimet, insanın iç düzeninin, ruhî âhenginin bozulmasıyla başlar ve dönüp kendini bulacağı, duygularıyla dirileceği güne kadar da devam eder. Kendi iç dünyalarında yıkılmış fertlerin, evvelâ ailede, sonra da cemiyetin her kesiminde, peşi peşine sökün edip gelen bilumum bozulup dağılmalarda, etrafı cürümlerle karalayıp kendilerini mesul görmemeleri ise, içtimaî problemleri bütün bütün içinden çıkılmaz hâle getirmiştir.
Bırakınız Allah aşkına, başkalarını suçlamayı! Biraz da kendinize bakınız!.. Yolunuz doğru, duygularınız hüşyâr, metafizik geriliminiz tam, yüreğiniz hizmet aşkıyla çarpıyorsa, size kimse zarar veremez ve veremeyecektir! Ne zarar, ne de kâr kimsenin elinde değildir; o, gökler ötesi âlemlerde programlanır, sonra da kararlarının önüne geçilmez bir ulu el tarafından tatbike konur. Özünde duruluğa ermiş, azmi, inancı tam, hakkı tutup kaldırmada kararlı ve gözlerinde buğu buğu muhabbet kudsîler, o yüce takdirden, şimdiye kadar hep ruhu kanatlandıran mesajlar almışlardır.”
Sonuç olarak, sürekli kendilerini sorgulayanlar sebebiyle Allah’ın (CC) inayet ve keremi imdada yetişmekte ama sürekli başkalarını suçlayanlar ve kendilerini unutanlar sebebiyle bu inayet ve rahmetten mahrum kalınmakta ve maalesef başa gelen bela ve musibetler de daha uzun sürmektedirler.