ZORLU DÖNEMLERLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI- 6
Günümüzde, Efendimiz’in (SAV) “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o gün dininin gereklerini yerine getirmek için sabreden kişi, avucunda kor ateş tutan kimse gibi olacaktır” buyurdukları bir zaman dilimi yaşanmaktadır. Bu zamanda bir insanın kendi başına, iman cephesine cemaat olarak yapılan saldırılar karşısında ayakta kalması neredeyse imkânsız gibidir.
Daha önce, Bediüzzaman Hazretlerinin bu toplu hücumlara ancak bir cemaatin oluşturduğu bir şahsi manevi ile mukabele edileceği tespitini paylaşmıştık. “Sadıklarla beraber olunuz” emr-i ilahisi de Hak yolunda mücahede edenlerden oluşan bir topluluk içerisinde bulunmayı emrettiğinden hareketle, birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğu ve bu uğurda ödenecek bedellerin fazla olmayacağı üzerinde durulmuştu:
Kenarda duranlar, Uzaklaşanlar, Küskünler ve Vefa- 2
“Herbirinize karşı bu sene de görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetliydi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta'ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim…
Yakınınızda bulunmakla çok bahtiyarım. Sizin hayalinizle ara sıra konuşurum, müteselli olurum. Biliniz ki, mümkün olsaydı, bütün sıkıntılarınızı kemâl-i iftihar ve sevinçle çekerdim.” (13. Şua)
Hazret-i Üstad her vesileyle bu konunun ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmışlardır. Denizli hapsine Risale-i Nur talebelerinin toplattırılıp imha edilmesi gibi bir büyük planın olduğu ve bu planı engellemenin mümkün olmadığının anlaşıldığını, buna binaen bu hadiseye kusurlarıyla sebebiyet verenlerin itap edilmemesini ve bu hadiselerdeki Allah’ın (CC) murad ettiği hikmetlere ve güzelliklere, yani kader-i ilahinin planına odaklanmak gerektiği üzerinde durmuşlardır:
“"Allah neyi seçti ise, hayırlı olan odur" dediriyor. En ziyade beni düşündüren Risale-i Nur'u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemâl-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütuhata meydan açıyor.
Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka her birinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı, Ramazan'da, bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte, bu musibet dahi, o yüz sevabı, her bir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâğ ettiğinden, Risale-i Nur'dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve her şeyi imanı ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zâtlara acımak ve rikkatten ağlamak hâletini, tebrik ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek hâletine çevirdi.
Ben de "Küfür ve dalâlet dışında her türlü halimiz için Allah'a hamd olsun" dedim. Bana ait bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nur'un, hem Ramazan'ımızın, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açılsa, "Yâ Rabbenâ, şükür! Bu kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inayettir" dedirtecek kanaatim var. Hadiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu, fakat mânen pek çok hafif geldi. İnşaallah çabuk geçer.
"Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız; halbuki o sizin için bir hayırdır." (2/216) sırrıyla müteessir olmayınız…” (13. Şua)
İnanan insanların başlarına gelen bela ve musibetler, mü’min kardeşlerini üzüyor olsa da, bu hadiseler eliyle ortaya çıkan faydalar, güzellikler ve hayırlar o kadar fazladır ki, bu durum, onlara acımak ve ağlamak duygularının yerini, ortaya koydukları istikametli duruş, sadakat ve sebattan dolayı tebrik ve takdir edilmeleri duyguları almaktadır:
“Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risale-i Nur şakirtlerinden, kalben ve ruhen ve fikren daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünkü kalb ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurlarıyla sıkıntı çekmezler. Maddî zahmetler ise, Risale-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevaplı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrâda inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle ispat ediyorlar. Evet, "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" deyip, metinâne bu fâni zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar.
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların emsallerini çoğaltsın, bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın ve onları da Cennetü'l-Firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eylesin. min.”
KENARA ÇEKİLENLER
Hazret-i Üstad’ın, Hafız Tevfik abinin bu musibetlere birden fazla maruz kalması sebebiyle duyduğu üzüntüsü, onun kazandıklarını hatırlayınca, aslında üzülmekten ziyade bunlardan dolayı tebrik edilmesi gerektiği ile yer değiştirmiştir. Sebep olarak da bu ağabeyin, kendisine lütfedilen Risale-i Nur hizmetlerindeki önemli makamından ve büyük hissesinden bir derece çekmek istediğini, fakat buna hizmetinin kudsiyetinin izin vermediğini ve az ve geçici bir zahmetle bu büyük manevi şerefleri koruduğunu ifade etmektedirler.
Günümüzde yaşanan süreç öncesinde de bazı Hizmet insanları hizmetlerin çok büyük inkişafı ve gelişmesi karşısında kendilerine ihtiyaç olmadığı düşüncesiyle kenara çekilmek istemişler, hicret etme düşüncesinden uzaklaşmalar gibi renk kayıpları yaşamaya başlamışlardı. “Biraz da dünyamıza bakalım, nasılsa yeterince hizmet edenler var, biz de biraz mal servet, makam mansıp edinelim” gibi düşünceler zuhur etmiş ve dünyevileşme eğilimleri artmıştı.
Allah (CC) davasına o güne kadar sahip çıkan bu kullarının, kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarına ve böyle kayıplar yaşamalarına izin vermemiş ve celali tecellilerin ağırlıkta olduğu bu süreci yaşatarak toparlanmalarına ve hizmetlerdeki şerefli konumlarını tekrar kazanmalarını sağlamıştır:
“Evet, kardeşlerim, madem her şey gidiyor; ve gittikten sonra eğer lezzet ve keyif ise, boşu boşuna gider, bir hasret kalır! Eğer sıkıntı ve zahmet ise hem dünyevî ve uhrevî, hem böyle bir kudsî hizmet noktasında öyle bir lezzetli faideler var ki, o zahmeti hiçe indirir.
İçinizde biri müstesna, en ihtiyarı ve en ziyade başına sıkıntılar toplanan benim. Sizi temin ederim, tam bir sabır ve şükür ve tahammülle halimden memnunum. Musibete şükür ise, musibetteki sevap ve uhrevî ve dünyevî faideleri içindir.” (13. Şua)
Allah (CC) kullarına zulmetmez, O Adil-i Mutlak’tır. Kullarının işledikleri hataları ve günahlarına binaen, onlara bir takım bela ve musibetler verir, zalimleri musallat eder ve aynı zamanda, bunların karşılığında samimi kullarına ekstradan türlü türlü lütuflarda bulunmaktadır:
“Bu meselemizde elmaslar şişelerden, sıddık fedakârlar mütereddit sebatsızlardan ve hâlis muhlisler, benlik ve menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için bu şiddetli imtihana girmemizin iki sebebi var:
Birisi: Ehl-i dünya ve siyasetin evhamlarına dokunan kuvvetli bir tesanüd ve ihlâsla fevkalâde hizmet-i diniyedir. Zulm-ü beşer buna baktı.
İkincisi: Herkes kendi başına bu kudsî hizmete tam ihlâs ve tam tesanütle tam liyakat göstermediğimizden, kader dahi buna baktı. Şimdi kader-i İlâhî, ayn-ı adalet içinde hakkımızda ayn-ı merhamettir ki, birbirine müştak kardeşleri bir meclise getirdi, zahmetleri ibadete ve zayiatları sadakaya çevirdi.
Ve yazdıkları risaleleri her taraftan nazar-ı dikkati celb etmek ve dünyanın mal ve evlâdı ve istirahati pek muvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından, onların yüzünden âhiretini zedelememek ve sabır ve tahammüle alışmak ve istikbaldeki ehl-i imana kahramanâne bir nümune-i imtisâl, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir.” (13. Şua)