SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 12
Batı Dünyası’nda, Hristiyanlığın ilmin önünde bir engel olduğu noktasında oluşan kanaat, din ve ilmin birbirlerinden ayrılmaları ve birbirlerinin sahalarına girmemeleri gerektiği düşüncesini meydana getirmiştir. Sonuçta, din ve nübüvvet kurumları toplumda önemli bir değer kaybına uğramıştır. Maalesef, bu yaklaşım, dinlerin mahiyetlerindeki ve pratikteki birçok farklılıklara rağmen, bizde de aynen taklit edilerek, toplumun genelinde kabul görmüştür. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ifadesiyle, başkaları için kurulan darağacında İslâm da asılmak istenmiştir.
Üstad Hazretleri “İşârât-ı Seb’a”da, İslamiyet ile diğer dinlerin aynı kategoride ele alınamayacağının nedenlerini açıklamaktadırlar. Bu risalede, Avrupa’da ihtilallerin ve Protestanlığın ortaya çıkmasına sebebiyet verildiği zamanda, Hristiyanlığın bir tahakküm ve istibdat vasıtası haline geldiğinden, hürriyet isteyen düşünürleri ezmeye vesile edildiğinden, toplumun rahatını ve içtimai yapısını yerle bir eden dört yüz seneye varan ihtilallere sebep olarak görüldüğünden halkta ve düşünce adamlarında Hıristiyanlığa karşı bir küsme ve düşmanlık oluştuğunu, ama İslâmiyet için bu hususların geçerli olmadığı, tam tersine halkı havassa karşı faizin haramlığı ve zekat gibi yollarla koruduğundan, ilme ve aklın kullanılmasına her zaman teşvik ettiğinden, Müslümanların dinlerine tam sarıldıklarında terakki ettiklerinden ve dinden uzaklaştıklarında gerilediklerinden, İslâm tarihini şahit göstererek bahsetmektedirler.
Her zaman dinde değişiklik ve reform talep edenler olmuştur
Daha önceki yazılarda da açıklandığı gibi, dinde değişiklik ve reform talebinde bulunanlar, genelde, Batı Dünyası’nı kendilerine örnek almışlar, körü körüne bir taklitçilik içerisine girmişler ve Batılı müsteşriklerden aldıkları fikirlerin yönlendirmesiyle böyle bir yola girmişlerdir. Bunun böyle olacağının haberi, 14-15 asır öncesinden, Hazret-i Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) tarafından ümmetine bildirilmiştir.
Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ““Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. Onlar bir keler (Kertenkele) deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz.” buyurmuşlar, sahâbeler "Ya Resûlallah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) Yahûdiler ve Hristiyanlar mı olacak?" diye sorunca “Ya başka kimler olacaktı?”” diye cevap vermişlerdir.
İmam-ı Nevevi Hazretleri, hadislerde bahsedilen, peşinden gidileceklerin Yahudiler, Hıristiyanlar, Farslar ve Rumlar olarak ifade edilmesini, o zamanda bilinen topluluklar olmalarına bağlayarak, sonraki asırlarda gelecek bütün gayrı Müslim toplulukların buna dahil edilebileceğini ifade etmektedirler.
Her peygamber gelip de dinini ikame ettikten sonraki devirlerde, her zaman, dinin teklif ettiği hayat tarzını kendileri için yaşanılmaz gören, arzu ve heveslerine uygun olmadığı için değiştirmek veya tahrip etmek isteyenler olmuştur. Maalesef, bunlar dinlerin orijinal mahiyetini değiştirerek tahrip etmişler, kendilerine ağır gelen mükellefiyetleri ortadan kaldırmışlar ve menfaatlerine uygun olan şeyleri dine katmışlardır.
İslâm öncesindeki, semavi dinlere sonradan katılmış bu uydurmaları ayıklamak ve tahribatları azaltmak amacına uygun olarak Batı’da geliştirilen tarihsellik yaklaşımı, böyle bir değişiklik ve tahribata maruz kalmamış İslâm’a da uygulanmak istenmektedir. Bir taraftan müsteşrikler buna teşvik ederken, diğer taraftan Batı’nın mukallidi haline gelmiş kendilerine modernist diyenler tarafından bunun bayraktarlığı yapılmaktadır.
Kureyş müşrikleri de, gelen vahiy onların arzu ve heveslerine uymadığından, Allah Rasûlü’nden (aleyhissalâtü vesselâm) onları memnun edecek bir kitap getirmesini veya isteklerine uygun olarak bu vahyin değiştirilmesini talep etmişlerdir.
Kur’an’da bu talepler şöyle dile getirilmiştir: “Böyle iken, âyetlerimiz kendilerine, açık deliller halinde okunduğunda, âhirette huzurumuza varacaklarını ummayanlar, “Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir” derler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem asla olacak bir şey değil. Çünkü ben sadece bana vahyedilene tâbi olurum ve eğer sizin arzunuza uyar da Rabbime isyan edersem, o müthiş günün azabından korkarım.” (10/15)
Peygamberler bile, dinde herhangi bir şeyi değiştirebilme yetkisine sahip değillerdir. İslâm dini son hak din olduğu ve kıyamete kadar hıfzedileceği Allah (celle celâluhu) tarafından taahhüt edildiğinden, tarih boyunca bu tahribatı yapmak isteyenler çok olmalarına ve ellerindeki büyük imkânlara rağmen buna muvaffak olamamışlardır.
Organize faaliyetler, tarihsellik ve tarihselciler…
Dinde hedefledikleri tahribatları yapabilmek için, bazı gruplar planlı bir şekilde çalışmakta, bu amaca hizmet edebilmek için kadrolar hazırlamakta, bu kadroları en önemli kurumlara ve birimlere yerleştirmekte ve onları toplumların nazarına sunmaktadırlar. Bu insanlar, vakti gelince, farklı farklı yerlerden, organize bir şekilde, bu ortak amacı gerçekleştirmek için, bu tahribe yönelik söylemleri ile ortaya çıkmaktadırlar.
Hatta, dile getirilen menfi söylemlere karşı savunma yapacak elemanların bile kendilerinden olmasını temin etmeye çalışmaktadırlar. Böylece iddia eden ve savunanlar planlı bir şekilde topluma o şer olan düşüncelerini telkin etmektedirler. Tarihsellik düşüncesinin ve tarihselliğin çok popüler hale getirilmesinde de bu ekip çalışmalarının büyük pay sahibi olduğu söylenebilir.
Tarihsellik üzerinden, Kur’an, Sünnet, sahabeler, mezhepler, mezhep imamları ve diğer Müçtehidin-i İ’zâm yıpratılmaya ve onlar üzerinden bizlere ulaşan hakikatler tahrip edilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada, müsteşrikler, Şia, tarihselciler ve Kur’an Müslümanlığı diyenler ve bunlara benzer bazı grupların, düşüncelerinde, iddialarında ve amaçlarında, birçok ortak paydada buluştukları ve birbirlerinden beslendikleri ve açık veya gizli birbirlerini destekledikleri görülmektedir.
Tarihselciler, Kur’an’ın ve Sünnet’in bazı hükümlerinin bugün kullanılamayacağını ileri sürmekte ve böylece mezheplerin değersiz olduğu düşüncesini ortaya atarken, diğer taraftan tarihselliğe karşı ve muhalif olduklarını söyleyen ve Kur’an Müslümanlığı diyerek, Kur’an’dan başka diğer kaynakları kabul etmeyenler de, hadisi şerifleri, Sünnet-i Seniye’yi ve dolayısıyla mezhepleri inkar etmektedirler. Bunlar, her ne kadar birbirlerine muhalif gözükseler de hepsi ortak bir amaca yönelik olarak faaliyet göstermektedirler.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, çok popüler hale getirilen, reklamı yapılan ve nazara verilen bir tarihsellik düşüncesi vardır. Tarihselciler, Kur’an’ın belli bir topluma ve bir zaman diliminde geldiğini ve onlara hitap eden birtakım özel hükümler içerdiği fikrini benimseyerek, Kur’an’daki bazı hükümlerin daha sonraki zaman dilimlerini kapsamadığını veya kapsayamayacağını iddia etmektedirler. Bu yüzden, her asırda veya her dönemde, insan aklı baz alınarak, bu hükümlerin nasıl olacağına karar verilmesi gerektiği düşüncesine sahiptirler.
Kur’an ile ilgili bu düşüncenin, Sünnet için de geçerli olduğunu ileri sürmektedirler. Öyle olunca, hadis kitaplarındaki hükümlerle alakalı olan hadisler, onlar için bağlayıcı olmamaktadır.
Buradan hareketle, mezhep imamlarının ortaya koydukları sistemlerin ve hükümlerin içinde bulundukları zaman dilimine hitap ettiğini ve dolayısıyla günümüz insanlarını bağlamadığı fikrini ortaya atmaktadırlar.
İnşaallah sonraki yazıda, tarihselcilerin yanlışlıkları ve yaptıkları tahribatlar konusu ile devam edelim.