iNSANLARIN EKSERİSİ, ŞİRK KOŞMAKSIZIN ALLAH’A İMAN ETMEZLER 5
"Göklerde olan, yerde olan herkes, ihtiyaçları için O'na yalvarır. O, her an yeni tecellilerle iş başındadır". (55/29)
Fatiha suresindeki “(Allah’ım!) Ancak Sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım bekler ve dileniriz.” (1/5) ayetinde, insan, kulluğun sadece Allah’a (celle celâluhu) yapılması gerektiğini ilan etmekte ve bu iş, onun yapamayacağı bir şey olduğu için, Allah’tan (celle celâluhu) yardım talebinde bulunmaktadır.
Sonra gelen ayetlerde ise, Cenab-ı Hak’tan bizler için en önemli olan şeyler istenmektedir. İnsanın sırat-ı müstakime hidayeti, Allah’ın nimetleriyle serfiraz kıldığı enbiya, sıddıklar, şehitler ve salihlerin yoluna hidayeti ve O’nun (celle celâluhu) gazabına uğramışların ve dalalete (sapıklık) düşenlerin yolundan korunma talep edilmektedir.
Hayır ve vücud olan bu nimetlere ulaşabilmek kulun iktidarı dahilinde değildir. İnsana düşen şey; dua, samimi olarak istemek ve bu hususta ısrar etmektir. Buna binaen, namazın her rekatında, bu en önemli ve yüksek hedefler ve istekler sürekli olarak Fatiha ile dillendirilmektedir.
İNSANA DÜŞEN ŞEY, DUA VE TALEP ETMEK VE BU HUSUSLARDA ISRARCI OLMAKTIR
Bu konuları daha iyi anlayabilmek için, 24. Mektup’ta dua ile ilgili anlatılan parçaya bakmakta fayda vardır. Bu risalede, dua üç bölüme ayrılarak incelenmektedir.
Birincisi: İstidat (kabiliyet) lisanıyla yapılan dualardır ki tohumlar, çekirdekler bu dil ile ağaç vs. olmayı isterler. Sebeplerin bir araya gelmesi de neticelerin ortaya çıkması için yapılan bir duadır. Suyun, sıcaklığın, toprağın ve ışığın bir çekirdek etrafında bir araya gelmesi “Bu çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlık’ımız!” anlamına gelen bir duadır. Duanın şartları gerçekleştiğinde meydana gelen bu duaya icabet ettiğinde, Kadir-i Mutlak o ağacı yaratır. Ağacın yaratılması nihayetsiz kudret, irade, ilim ve hikmet sahibi olan zat tarafından gerçekleştirilir. Yoksa bunların zerresine sahip olmayan sebeplerin o ağacı yaratması mümkün değildir.
İkincisi: Her türlü canlının, yaratılıştan gelen fıtrî olan, iradeleri ve iktidarları ile elde edemeyecekleri ihtiyaçlarını şefkatli ve merhametli olan yaratıcılarından istemek için yapılan dualardır. Hiçbir şekilde ulaşamayacakları bu ihtiyaçları, hiç ummadıkları bir yerden ve tam zamanında karşılanmaktadır. Örneğin, canlıların vücutlarındaki her bir hücrenin rızık duasına Rezzak-ı Hakiki’nin cevap verip kabul etmesinde olduğu gibi.
Sebepleri yerine getirmek, sadece neticeleri Allah’tan talep etmektir. Bu sebepler, o neticeleri yaratabilmek için gerekli sonsuz kudrete, iradeye, ilme ve hikmete sahip değillerdir.
Üçüncüsü: Şuur sahibi varlıkların ihtiyaçları hususunda yaptıkları dualardır. Bu iki kısma ayrılır. Birincisi; ihtiyaç ıztırar (çaresizlik ve mecburiyet hali) derecesinde ise.. veya fıtrî bir ihtiyaç ise.. veya istidat lisanıyla yapılan duaya yakınlaşmışsa.. veya safi ve halis bir kalp ile bu dua yapılmışsa bu duaların büyük ekseriyeti kabul edilmektedirler.
İnsanlığın gelişmesindeki önemli olan icatlar ve buluşlar hep bu duaların neticesidir. Medeniyet harikaları ve Allah’ın icraatında sebepleri perde yapmasının neticesi olan ve meydana gelen olayları sadece açıklamaya yarayan, keşfedilen bütün kanunlar manevi duaların sonuçlarıdırlar. Yaratmak ve vücuda getirmek için gerekli ve zaruri olan sonsuz kudretin, iradenin, ilmin ve hikmetin zerresine bile sahip olmayan, olması da mümkün olmayan bu kanunlar, sadece Allah’ın icraatına verilmiş isimlerden ibarettirler. Samimi ve istidat diliyle yapıldığı için bu dualar kabul edilmiştir. Zaten, bir engel yoksa ve şartlar yerine gelmişse, istidat ve fıtrî ihtiyaç ile yapılan dualar da her zaman kabul edilmektedirler.
Bu gruptaki ikinci dua ise meşhur olan duadır ki ikiye ayrılır. Biri fiili olan (amelle yapılan), diğeri ise sözle yapılandır. Mesela tarlanın sürülerek tohumların ekilmesi bir fiili duadır. Rahmet-i ilahiden Rızık talebi, yapılan bu işlemler ile gerçekleşmiş olur.
Şuurlu varlıkların söz ile yaptıkları dualara da icabet edilmekte, ya aynıyla veya daha iyi bir şekilde kabul edilmektedirler. Kulların vazifesi sadece dua etmek ve istemektir. Cenab-ı Hak bu duaların kabulü hususunda, hikmetine göre bir muamelede bulunmaktadır.
KADER VE İRADEYE BAKAN BOYUTLARI İLE DUALAR
Bediüzzaman Hazretleri 26. Söz’de, kader ve cüz-ü ihtiyariyi açıklarken, insanın şerleri (kötülükleri) talep etmek suretiyle tahribata yol açtığını ve bu talebi sebebiyle cezayı hak ettiğini, iyilik ve güzelliklerin yaratılmasını isteyen ve yaratanın ise rahmet-i ilahiye ve kudret-i rabbâniye olduğunu ifade etmektedirler:
“Evet Kur’ân’ın dediği gibi, insan seyyiâtından tamamen mesuldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiat tahribat nev’inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder. Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi.
Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i ilâhiye ve icad eden, kudret-i rabbâniyedir. Suâl ve cevab, dâî ve sebeb, ikisi de Hak’tandır. İnsan yalnız dua ile, îmân ile, şuur ile, rızâ ile onlara sahib olur. Fakat seyyiâtı isteyen, nefs-i insâniyedir; ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ziyasından bâzı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir.”
İnsan, iyiliklere ve güzelliklere ancak dua ile, îmân ile, şuur ile, rızâ ile sahib olabilmektedir. İyilikleri asıl olarak, ilahi rahmetin gerektirdiğini ve istediğini bilerek ve inanarak dua ile istediğinde ve Hayr-ı Mutlak’tan gelen hayırları rıza ile kabul ettiğinde, insan bu hasenatı sahiplenebilmektedir.
SAMİMİ İSTEMEK
Dua edip Allah’tan (celle celalühü) taleplerde bulunurken çok samimi ve gerçekten istemek çok önemlidir. Dualar samimi olarak yapılmadığında, yani, dil söylerken kalp ona eşlik etmiyorsa, yani, dilin istediği şeye kalp “evet Ya Rabbena bunları Senden istiyoruz” diyerek mühür basmıyorsa, bu gerçek bir dua olmaktan çıkar.
Dualarda istediklerimizi tam anlamıyla, kalpten ve tam bir niyetle isteyebilmek ve bu hususta ısrarlı olmak gerekmektedir. İnsan sürekli olarak, Allah’ın (celle celalühü) razı olacağı hayırları, güzellikleri, iyilikleri ve güzel halleri O’ndan istemeye devam etmelidir ki, yapamadığı/yapamayacağı, elde edemediği/edemeyeceği, ulaşamadığı/ulaşamayacağı hayırların ve güzelliklerin lütfedilmesine vesile olsun.
Emirdağ Lahikası’ndaki şu parçada bu konular çok enfes bir şekilde özetlenmektedir: “Zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum. Ve Risale-i Nur bunu kat’î isbat etmiş. Öyle de, beşeri gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, tabiat gibi, inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua nevinde samimî bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi, bir makbul dua hükmüne geçer.
Onu da Cenab-ı Hak kabul eder, keşfiyat namındaki beşere lâzım olan harikaları ihsan eder diye kat’î delillerle ilm-i usuli’d-dinin ulemâsı, kader ve cüz-ü ihtiyarî bahsinde isbat ettikleri gibi; ben de aynelyakîn derecesinde kat’î kanaatle, feyz-i Kur’ânî ile, Risale-i Nur’un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidarın icad ve ihsan ve tevfik-i ilâhînin yalnız bir perdesi olduklarını kat’î bildiğim için, Nur’lara ve kardeşlerime ilân etmişim ki: Ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde, Cenab-ı Erhamürrâhimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nur’un mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, katiyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür.”
Buna binaen, Üstad Hazretleri “Bütün kâinattan dergâh-ı ilâhîye çıkan, bir duadır.” demektedirler. Yani her şeyden dergâh-ı ilahiye gidenler sadece bu dualardır ve bu dualara icabet ve kabul olduğunda bu talepler yaratılıp vücut alemine çıkarılmaktadırlar. “Sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah’tır.” (37/96) ayetinde ifade edildiği gibi, sebeplerin ve duaların yaratmaya dair hiçbir güçleri yoktur.
Dualar hakkında ayrıca şu yazılara da bakılabilir;