İman, şefkat ve nefret ilişkisi

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

17 Eki 2022 09:33


  • Fethullah Gülen Hocaefendi, Hücümat-ı Sitte’de ele alınan şöhret ve makam arzusu, rahat tutkusu, tamah, şehvet, korku, menfi milliyetçilik gibi şeytanın oyunları ve ayrıca haset, çekememezlik, kıskançlık, gıpta ve rekabet ve cemaat aidiyeti gibi negatif duygulardan kurtulabilmenin ancak güçlü bir iman ile mümkün olacağını ifade etmektedirler:

    “Bütün bu negatif duygulardan kurtulmanın ve şeytanın oyunları karşısında nakavt olmamanın yolu ise güçlü imandır, Allah’a teslimiyettir ve kıvamın sağlam olmasıdır. Şayet imanı tam sindirebilmişseniz, Allah’ın izni ve inayetiyle hazmedilmesi en zor şeyleri bile hazmedebilirsiniz. Hz. Üstad gibi, “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur.” der bütün insanlığı kucaklarsınız. Kötülüğe kilitlenen insanlar karşısında bile sadece ıslah diler, her yerde barış ve huzurun hâkim olması adına gayret eder ve katiyen başkaları hakkında negatif düşüncelere girmezsiniz.” (Şeytanın Oyunları)  


    İmanı tam anlamıyla sindirebilen insanlar muhabbet fedaileridir. Onlar imanlarındaki derinlik ölçüsünde bütün mahlukata karşı büyük bir muhabbet ve şefkat beslerler.  Hocaefendi’nin şu sözlerinde bu hakikat tam ifadesini bulur: “İnsanın imandan nasibi, mahlûkata muhabbeti ve şefkati ölçüsündedir. İman ile şefkat doğru orantılıdır, Allah’a gerçekten inananlardan nefret eden insanın, imandan nasibi o kadardır. Böylelerine ehl-i iman nazarıyla bakıyorsak şayet “Hüsn-ü zan, hüsn-i ibadettendir” fehvasınca bakarız. Dolayısıyla bu mevzuda çok defa yanılabiliriz.” (İman, Muhabbet ve Vazife Aşkı)  


    Gerçek mü’minlerin husumete ayıracak vakit ve enerjileri yoktur. Ancak, sahip oldukları bu yüce muhabbet ve şefkat sayesinde tebliğ ve irşat vazifelerini hakkıyla yerine getirebileceklerdir: “İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (SAV) peygamberliğinin nazara verildiği yerde O merhametiyle, şefkatiyle ön plana çıkarılıyorsa, tebliğ ve irşat vazifesinin hakkıyla eda edilmesinin çok ciddi bir şefkat ve merhamete bağlı olduğu söylenebilir. Hakikat bu olunca, hangi devirde olursa olsun irşat erlerinin bu yoldan ayrılmamaları bir esastır.


    Özellikle günümüz nesillerinin, peygamberane bir şefkate, peygamberane bir merhamete herkesten daha fazla ihtiyaçları vardır. Böyle bir şefkat ve merhametle hareket edilmediği takdirde, hak ve hakikati herkese duyurma vazifesi, gereği gibi yürütülemez. Yürütülse bile devamlılığı sağlanamaz… Eğer bir mü’min gerçek bir şefkat kahramanı hâline geldiyse insanların uhrevî kayıp yaşamalarına, Cehennem’de yanmalarına tahammül edemez. Bu sebepledir ki Efendimiz (SAV) sabahlara kadar ağlıyor ve Hz. İsa gibi, “Eğer onları cezalandırırsan şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, Aziz u Hakim (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin.” (5/118) sözlerini tekrar ediyordu. Öyle ki Cenâb-ı Hak, Hz. Cibril’i gönderiyor ve ümmeti mevzuunda O’nu mahcup etmeyeceğini bildiriyordu. Bu da Allah’ın O’na bir merhametiydi. Esasında bu sözlere, bütün peygamberlerin ümmetleriyle ilgili dile getirdikleri şefkat nağmeleri gözüyle bakabilirsiniz. Bu ölçüde ümmetine düşkün olan bir Peygamber, onları kurtarma adına her şeye katlanır.


    Bediüzzaman’a, “Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur.” sözlerini söyleten de böyle bir şefkat hissidir. Aslında büyük zatların hangisinin nabzına elinizi atsanız kalbine kulağınızı verseniz benzer şeyleri duyarsınız.” (Şefkatle Açılan Kapılar)  


    Ancak, bu muhabbet ve şefkat duygularıyla dopdolu insanlar insanlığın kurtuluşu istikametinde her türlü engelleri aşabilecekler ve bu uğurda her türlü fedakarlığı göze alabileceklerdir. Aksi takdirde, en zorlardan daha zor olan insanlığa hizmet yolunda çıkan engeller karşısında tutunamayacak ve yollarda dökülüp kalacaklardır:

    “Böyle bir şefkat hissini arkasına alan bir insan durup dinlenmeden insanlığın selametini temin etme istikametinde koşar. Bu his âdeta onun için bir dinamo vazifesi görür. Onu hizmete sevk ve teşvik eder, bir yönüyle işini kolaylaştırır. Bundan yoksun olan biri ise sürekli nefsiyle mücadele eder, iradesinin hakkını vermeye çalışır. Dahası onun sürekli rehabilite edilmesine, moral ve motivasyonunun yüksek tutulmasına ihtiyaç vardır. Kıvamının korunması buna bağlıdır. Ama bu bazen işe yarar bazen yaramaz. İnsan, uyarı ve nasihatleri bazen dikkate alır bazen almaz.


    İşte bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri, şefkatin, mesleğimizin önemli esaslarından birisi olduğunu ifade etmiştir. Hususiyle meselelerin hep maddeye ve cismaniyete bağlı gittiği günümüzde, gönüllerde bir kere daha -herkesi ve her şeyi, Allah’a olan intisaplarından dolayı kucaklama diyebileceğimiz- şefkat duygusunun uyarılmasına, insanların yeniden kalb hayatına yönlendirilmesine çok ihtiyaç vardır.” 


    Bu şefkat ve muhabbetin önemli bir boyutu da insanlardan gördükleri her türlü zulüm, eza ve cefaya rağmen asla onlardan vazgeçmemek ve onlara hizmetleri götürmekten geri durmamaktır: “Mevlâna, “Ne olursan ol gel.” diyor. Fakat günümüzde insanlar gelmeye çok hazır değiller. Bu sebeple onların gelmelerini beklemeden biz onların ayaklarına gitmeliyiz. Kırık gönülleri tamir etmeye çalışmalıyız. Başkaları insanlıktan uzaklaşsalar, her türlü kötülüğü yapsalar da Hazreti Muhammed’in (SAV) yolunda olanlara düşen vazife, hiç kırılmadan, darılmadan kötülüklere bile iyilikle mukabele etmektir. Başkalarının uygunsuz tavır ve davranışları, sizin kendi temel değerlerinizden uzaklaşmanıza sebep teşkil etmemelidir. Siz her fırsatta şefkat ve re’fet hislerinizi ortaya koymalısınız.” 


    Şefkat ve merhamet hisleriyle dopdolu olan ve iman nimetinin vaat ettiği güzellikleri ve Cehennem azabının ne olduğunu bilen insanlar başkalarının küfür ve dalaletleri karşısında nasıl kayıtsız kalabilirler:  “Aslında hakiki bir mü’min sadece insanlık karşısında değil, bütün bir varlık karşısında şefkatle dopdoludur. Yolda yürürken bir karıncaya basmamak için adımlarını dikkatli atar. Bu ölçüde şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olan bir kişinin, insanların dalalette kalmasına, Cehennem’e gitmesine göz yumması düşünülemez. Hususiyle imanın vaat ettiği güzelliklerin farkında olan, Cennet ve Cehennem’in ne demek olduğunu çok iyi bilen bir insan, küfür ve dalalet içinde olan kimselerin durumuna kayıtsız kalamaz. Derin bir aşk u heyecan, alaka ve muhabbet ile onların da elinden tutmaya çalışır.  Bu his onun hep canlı ve dinamik kalmasını sağlar.” 


    Gönüllere girebilmenin, düşmanlıkların üstesinden gelebilmenin, bütün kapıları açabilmenin, en sırlı bir anahtarı ve iksiri şefkattir: “Bugün insanlık belki havadan, sudan, ekmekten daha ziyade şefkate muhtaçtır. Şefkat hisleriyle dopdolu olmayan, başkaları için yaşayamaz; yaşamayı yaşatmaya feda edemez. Dahası gönüllere giremez, muhatapları nazarında tesirli olamaz. 


    İnsanların üzerine kabaca gidilirse mahrumiyetle geri dönülür. Onlara şefkatle, yumuşaklıkla yaklaşılırsa bütün kapılar açılır. Şefkat öyle sırlı bir anahtardır ki onun açamayacağı kapı yoktur. Allah da Cennet kapılarını rahmetinin bir tecelli dalga boyu olan şefkatle insanlara açacaktır. Düşmanlıklara karşı şefkatten daha keskin bir silah yoktur. Bu silaha, -Estağfirullah, silah da ne demek!- bu sihirli iksire sahip olanlar, kendilerine hasmâne davrananlara er geç galip gelecekler, her meydandan mutlaka kazançlı çıkacaklar, gönüller kazanacaklardır.” 


    Bu şekilde insanlara ulaşıldığında insanların ekseriyeti güzel bir kabul göstereceklerdir. Fakat, bu kabuller farklı farklı derecelerde olacaklardır. Bununla beraber hepsi kazanç hanesine kaydolacaklardır. Yeter ki, bizler kendi darlığımıza takılmayıp herkesle ortak paydalar bulup onları kucaklamasını bilebilelim: “Ama bu kazanımın farklı dereceleri vardır. Herkesten aynı şeyi bekleyemeyiz. Sizin gösterdiğiniz derin alaka ve muhabbetin bir neticesi olarak bazıları sizinle aynı duygu düşünceleri paylaşır hale gelse de, bazıları dost, bazıları taraftar, bazıları sempatizan olur, bazıları da arafta kalabilir; yani iyi zamanda sizin yanınızda dursa da kötü zamanda sırtlarını dönebilir. Fakat bunların hepsi kendine göre birer kazanımdır. İnsanların pek çoğu, sevgiyle açılan kollara kendilerini salacaklardır. Yeter ki kendilerini salacakları yerin güvenilir bir yer olduğunu bilsinler.


    Gönüllere girerseniz etrafınızda bir sürü gönüllü oluşur. Gönlün menfezleri, girilmeyecek kadar dar değildir. Önemli olan onu açmasını bilmektir. Siz gönlünüzü başkalarına açar, hiç kimseden bir şey esirgemezseniz başkaları da gönüllerini size açarlar. İnsanlık bu enginliğe ulaşabilse, insanların çözemeyecekleri problem kalmaz. Problemler, bizim darlığımızın zemininde boy atıp gelişiyor. Kendimiz dar bir dünya inşa ediyor ve her şeyi bu darlığın içinde görmek istiyoruz. Dolayısıyla dünyalar çapında geniş olan hakikatler bile bizim bu dar dünyamızın içine girdiğinde daralıyor. Oysaki kalb ve vicdan, bütün varlığı içine alacak kadar engindir. Geleceği inşa edecek mimarlara düşen vazife, bu enginliği çok iyi değerlendirmek suretiyle insanları evrensel insanî değerler etrafında bir araya getirebilmektir.” (Şefkatle Açılan Kapılar)  

    17 Eki 2022 09:33
    YAZARIN SON YAZILARI