İslâm her devirde yaşanmıştır 1

Prof. Dr. Osman Şahin

Prof. Dr. Osman Şahin

15 Kas 2021 11:37
  • Türkiye’deki tiranların fetvacısı kalkıp da, hükümete zarar verme ihtimali varsa doğruların bile konuşulmaması gerektiğini ifade ettiğinde, herkes veryansın ediyor ve “İşte tarih boyunca ulema zalim idareciler karşısında bu fetvacı gibi hep sustukları veya zulümlerini destekler mahiyette fetva verdikleri için alem-i İslâm hep geride kalmıştır ve ortaya kayda değer bir medeniyet koyamamışlardır” gibi sözler konuşulmaya başlanıyor. 
    Halbuki, bu saray fetvacısının da daha önceki beyanları ve yazılarına bakıldığında, onun da bu sözlerle ifade edilen düşünceyi paylaştığı görülmektedir. Satır aralarında, bu zatın, ehl-i sünnete ve sahabeye olan gizli düşmanlığı dikkatli gözlerden kaçmamaktadır. 

    Tepkisellikten ve bilgisizlikten kaynaklanan bu söylemler birçok tutarsızlıklar ve yanlışlıklar içermektedirler.
    Her şeyden önce çok iyi bilinmesi gereken önemli bir husus her zaman görmezlikten gelinmektedir.  

    Günümüzde, Müslümanların yaşadığı coğrafyalardaki problemler, geri kalmışlıklar, hak ve hukuk ihlalleri onların Müslümanlıklarından değil, tam aksine İslâm’ı yaşamamalarından kaynaklanmaktadır. İslâm’dan uzaklaştıkları ölçüde her şeylerini kaybetmişlerdir. Bunlar hakiki İslâm’ın veya Müslümanlığın meyvesi değillerdir. Buna binaen, bu bölgelerde yaşanan arızalarla İslâm’ı bir arada ifade etmek bir insafsızlık ve hakikate karşı işlenmiş çok büyük bir cinayettir.

    Bu beldelerde yaşayan halklar ve onların idarecileri, İslâm’ı yaşamaktan çok uzaktırlar. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ifadesiyle, hususan baştakilerin menfaatleri adına dillerine pelesenk ettikleri Peygamberleri bugün gelecek olsalar, en büyük düşmanlığı bu münafık idarecilerden göreceklerdir. Yani, peygambere ve onun getirdiği İslâm’a ilk savaşı bunlar başlatacaklar ve bunun bayraktarlığını hiç kimseye bırakmadan bizzat bunlar yapacaklardır. İslam alemindeki tiranların, diktatörlerin, zalimlerin en büyük düşmanları en başta Hazret-i Muhammed Mustafa (SAV), onun getirdiği İslâm dini ve talim buyurduğu İslâmi hayattır. Hal böyle iken, nasıl olur da bunların ve tabiilerinin işledikleri cinayetler ve zulümler İslâm’a mal edilebilir? 

    Anlaşılması ve çözülmesi çok zor olan bir muamma ile karşı karşıya bulunuyoruz. 

    İşin daha da tuhaf yanı, İslâm’ı kendi menfaatleri adına kullanan bugünün firavunlarının ve tiranlarının işlemiş oldukları türlü türlü zulümler ve cinayetler bir taraftan İslâm ile ilişkilendirilirken, diğer taraftan bu firavunların ve tiranların, tarih boyunca dini belli ölçüde yaşamaya çalışan, az ya da çok buna muvaffak olmuş olanlarla özdeşleştirilmeleridir.

    Tarih boyunca çeşit çeşit zalimlerin İslâm Dünyasında da zuhur ettikleri bir tarihi gerçektir. Bunlardan bazıları ile günümüzdekileri eşleştirmek mümkün de olabilir. Ama bunlar üzerinden hareket ederek, koskoca bir İslâm tarihini ve ortaya konulan medeniyetleri karalamak ve toptan karanlığa gömmek, ecdadın aldıkları İslami terbiyelerinin ve milli ve manevi değerlerinin neticesi olarak hayır ve güzellik adına yaptıkları muazzam işleri görmemek, bilmemek ve onları, sahip oldukları yüce vasıfları ile değil de tam zıddı olan sıfatlarla yad etmek ve öyle bilmek ne kadar büyük bir vefasızlık ve zulümdür. 

    İslâm’ın geldiği günden itibaren içinde bulunduğumuz zaman dilimine kadar, Müslümanların inşa ettikleri parlak medeniyetleri, hak, hukuk ve adaletin yeryüzünde temsiline muvaffak olmaları, insanlığın maddi ve manevi terakkisine yaptıkları büyük hizmetleri, başka dinlerle, kültürlerle, milletlerle bir arada yaşayabilmeleri ve her kesimin haklarını muhafaza etmeleri gibi hususlar inkâr edilmektedir.   

    Bütün peygamberlerin reisi olan, Allah’ın (CC) bütün isimlerine en a’zam derecede mazhar olan Hazret-i Muhammed (SAV) ve O’na vahyedilen Kur’an’ı Kerim ile tebliğ, temsil ve talim edilen ve Kur’an’da “…İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim…” olarak ifade edilen İslâm ve bu mükemmel dine tabi olan Müslümanların meyvelerinin de bu mükemmelliğe uygun olmaları gerekmez mi?

    Böyle görmeyip ve böyle düşünmeyip de, bugün İslâm’ı yaşamayanların, İslâmi sıfatlara sahip olmayan insanların, İslâm’a aslında en büyük düşmanlar olan tiranların, firavunların, zalimlerin ve münafıkların veya İslâm’ın parlak yüzüne en büyük karaları çalan ve kendilerine Müslüman diyen terör örgütlerinin çirkin ve İslâm’a zıt temsillerle ortaya koyduklarını İslâm diye görmek ve bunlara bakarak ve bunları örnek göstererek, geçmişte hakiki manada yaşanan İslâm’ı ve gerçek Müslümanları bunlarla, bu çirkinliklerle, uğursuz ve karanlık olan bu yüzlerle özdeşleştirmek ne kadar hakikatle telif edilebilir? 

    Üstad Hazretleri, risalelerin birçok yerinde Kur’an’ın, Resulullah’ın (SAV) insanlar ve toplumların hayatları üzerinde asırlar boyunca yaptıkları harikulade icraatlarını ve yaptıkları inkılapları Kur’an’ın Allah kelamı oluşuna ve Hazret-i Muhammed’in Allah’ın sadık bir elçisi olduğuna delil olarak getirmektedirler. Yani, İslâm’ın meyveleri o kadar parlak ve muazzamdırlar ki, bu en büyük meselelere delil olabilecek keyfiyettedirler.

    Fethullah Gülen Hocaefendi “Ashâb-ı Kehf, Hızır ve Zülkarneyn” başlıklı Bamteli’nde, Osmanlı Devleti örneği üzerinden bu hakikati ifade etmektedirler: “Yeryüzünde 3-4 asır sulhun sukunun emniyetin ve güvenin temsilcisi haline geldiler. Bakmayın bu yeni yetmiş yalancı tarihin çocuklarına, atalarına söven insanlara, benim dedelerim yok sadece babam var deyip maksimum 100 yılı kabul eden yeni yetmelere bakmayın, Râşid halifelerden sonra gelir. Şanlı bir tarihimiz vardır.” 

    Yirmi Beşinci Söz’de bu husus şöyle ifade edilmektedir: 

    “Kur'ân, bu dünyada, öyle nuranî ve saadetli ve hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ile beraber, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde ve hem hayat-ı içtimaiyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerinde öyle bir inkılâp yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki, on dört asır müddetinde, her dakikada, altı bin altı yüz altmış altı âyetleri kemâl-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyade insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor, ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir, mu'cizedir.”

    Kur’an on dört asır boyunca, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem şahsi hayatlarında, hem sosyal hayatlarında ve hem de yönetimi ilgilendiren hayatlarında öyle muazzam inkılaplara imza atmıştır ve bunun neticesinde, insanları terbiyesi, nefislerinin ve kalblerinin arınarak temiz hale gelmesi, ruhların gelişerek yücelmeleri ve akıllara istikamet vermesi ve nurlandırması sayesinde insanlığı gerçek saadete yüceltmesi gösterir ki, bu kitap beşer kelamı değildir, Allah kelamıdır.

    İşte böyle bir kitaba muhatap ve cemaat olan topluluklar eliyle gerçekleştirilen medeniyetlerin de buna uygun olması gerekmektedir. Elhak, öyle de olmuştur. Fakat bunu görebilmek için tarihi referansların sağlam ve güvenilir olmaları ve geçmişe bütüncül bir bakışla bakmaya ihtiyaç vardır.

    Bu konunun detayları için aşağıda linkleri verilen yazılara da bakılabilir;

    İnşaallah sonraki yazıda, konuya kaldığımız yerden devam edelim…
    15 Kas 2021 11:37
    YAZARIN SON YAZILARI