Türkiye’de yapılan menfi çalışmaların neticesinde, Anadolu insanında particilik, tarafgirlik, gruplaşmalar, başkalarına tahammül edememe, menfi milliyetçilik gibi bir toplumu iflah etmeyecek şiddette hastalıklar meydan gelmiştir. On dört asır boyunca tarihte yaşanan farklı din, dil ve kültürlerle bir arada yaşama ve hoşgörü kültürü kaybolmuş, onun yerini kin, nefret ve düşmanlıkla beslenen aşırı kutuplaşmalar almıştır.
Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikası’nda, toplumu bu hale getirmek için particilik üzerinden tarafgirlik hastalığının bu topluma planlı bir şekilde empoze edilmek istendiğine dikkat çekmektedirler. Bu hastalığa tutulmuş insanların meleği şeytan, şeytanı da melek göreceklerinden, içlerinde bir tek muhalif bulunmasından dolayı bir köyün, bir topluluğun imhasına gidecek kadar büyük zulümlerin ve istibdatların ortaya çıktığından / çıkacağından bahsetmektedirler.
Bununla da yetinilmemiş toplum sahip olduğu, geçmişten devraldığı maddi ve manevi değer yargılarından ve asırlar boyunca elde edilmiş olan örf ve ananelerinden ve kültürlerinden de koparıldıkları için, her türlü rüzgarların ve poyrazların önünde savrulmaya müsait bir hale getirilmiş oldular.
Bu şekilde dejenere edilmiş bir toplum artık çok rahat manipüle edilecek hale geldiğinden, bir takım şer yapılar ve menfaat grupları toplum mühendisliği yaparak kitleleri istedikleri gibi yönlendirebilmişler ve böylece toplumun kendine gelerek dirilmesinin ve uyanmasını engelleyebilmişlerdir.
İşte böyle bir toplumu ihya etmek, kendi özüne ve değerlerine döndürmek, insani değerleri yeniden diriltmek, Hazret-i Üstad’ın tabiriyle “Bin seneden beri tahrip edilegelen ve içinde İslâm’ı da barındıran insanlık kalesini tamir etmek” için Hazret-i Bediüzzaman tarafından bir Hizmet-i İmaniye ve kur’an’iye hareketi başlatılmıştır.
Bu hizmetlerle ile toplumdaki hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmış, yetişen Hizmet insanları da toplumda iyiliğin, güzelliğin, barışın, hoşgörünün, diyaloğun, ahlaklı ve faziletli insanlar yetişmesi adına birer maya vazifesi görmüşler ve toplumu kapıldıkları felaket sellerinden halas etmeye çalışmışlardır.
Şühesiz ki bu çalışmalar sadece Risale-i Nur hizmetlerine münhasır değillerdir, fakat toplumda bu manada etkili faaliyetlerin bu kanaldan gerçekleştiğini ifade etmek mümkündür. Hazret-i Bediüzzaman’dan sonra da farklı gruplar altında Risale-i Nur talebeleri bu hizmetlerine devam etmişlerdir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin başını çektiği Hizmet Hareketi hem Türkiye hem de Dünya çapında bu hizmetlerin topluma yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Fethullah Gülen Hocaefendi de Hizmet Hareketi içerisinde yetişen, dünyaya ve diyaloğa açık, herkesi konumunda kabul edebilen, farklı din, dil ve kültürlerden insanların bir arada yaşamasına vesile olabilecek, toplumsal hastalıklara karşı panzehir vazifesi görebilecek, ahlakın, faziletin, sulhun, emniyetin ve barışın temsilcileri olabilecek fertlerin toplumlarda birer maya vazifesi olacağına inanmaktadır.
Buna binaen, toplumdaki her bir ünitede bu şekilde denge meydana getirebilecek ve iyi şeylere maya olabileceklerin bulunması büyük bir öneme sahiptir.
Yaşanan ifritten süreçte, Hizmet insanları toplumdan izale edilip bu denge unsurları ve toplumlar arasında birlik ve beraberlik vesilesi olabilecek insanlardan mahrum hale getirilince ülke çapında yaşanan akıl tutulmaları, toplumun her ünitesinde yaşanan perişaniyetler ve tahribatlar, ülkedeki her alanda meydana gelen gerilemeler ve yıkılışlar göstermektedir ki, Hizmet insanları gerçekten toplumda birer denge, birlik ve beraberlik vesilesiydiler.
ASIL GAYE BÜTÜN BİR İNSANLIK KALESİNİN TAMİRİDİR
İster Siyasal İslâmcılar ister Ergenekon gibi derin karanlık yapılar isterse de mensup bulundukları klikler ve gruplar adına faaliyet gösteren hareketler, devleti ele geçirme ve böylece elde edecekleri güçten ve devletin sunduğu menfaatlerden faydalanma yegâne hedefleri olduğundan dolayı, bunların ve bunların güdümündeki kitlelerin bütün bir insanlığa hizmet düşüncesini, bütün bir toplumu ihya edip diriltmek gibi yüce gayeleri anlamaları çok zordur ve belki de bazıları için imkânsızdır.
Bu hastalıklı toplum içerisinde yetiştikleri için bazı Hizmet insanlarında da bu zikredilen bazı hastalıkların bulunması da normal karşılanmalıdır. Onlardan bazıları da devleti ele geçirip, elde edilecek güç ile toplumun gayeleri istikametinde değiştirilmesi düşüncesine sahip olmuş olabilirler ki bu durum daha Hizmet duygu ve düşüncesini tam anlayamadıklarından, içinde neş’et ettikleri toplumun kodları ile düşündüklerinden kaynaklanmaktadır.
Bu süreç yaşananlar, bu tarz düşünce sahiplerinin bu hastalıklardan kurtulmasına da hizmet etmişlerdir.
Halbuki, hizmetlerdeki asıl hedef her zaman bütün bir toplumun ve hatta bütün bir insanlığın maddi ve manevi değerlerinin ihyası ve yıkılanların tamiri olmuştur ki, Bediüzzaman Hazretleri bu gayeyi Kastamonu Lâhikası’nda çok veciz ve özlü bir şekilde ifade etmişlerdir:
"Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve islamiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît (kuşatıcı) kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedârik edilip yığılan tahrip edip bozucu âletlerle dehşetli rahnelenen (yaralanıp aşındırılan) kalb-i umumiyi, efkâr-ı âmmeyi ve umumun bilhassa mümin avam halkın dayanakları olan İslamî esasların, cereyanların ve şeâirlerin (İslamiyeti gösteren, hatırlatan sembollerin) kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi Kur’an’ın mucizeliğiyle o geniş yaralarını, Kur’an’ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor."
TEPEDEN DİKTE ETMEKLE, DAYATMAKLA TAMİR OLMAZ
“Tahrip, Tamir ve Garipler” başlıklı Herkül Nağme’de (2013), Hizmet Hareketi’nin asıl gayelerinin neler olduğunu ve bu hususta düşülebilecek yanlışlıkları Hazret-i Bediüzzaman’ın bu beyanları üzerinden net bir şekilde ortaya koymaktadırlar:
“Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: "İslâm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi) ve bir gün başladığı gibi yeniden bir gurbet dönemi yaşayacaktır. Herkesin bozgunculuk yaptığı dönemde, imar ve ıslah hamlelerini sürdüren gariplere müjdeler olsun!"…
Hazreti Pir "Asırlardan beri rehnedar olan bir kaleyi tamir ediyoruz" diyor. Asırlardan beri belli değerleriyle, belli yanlarıyla, çok önemli yanlarıyla tahribe uğramış bir dini, bir kaleyi tamir ediyoruz diyor. Burada esasen bize bir mesaj gönderiyor: Tahrip çok kolaydır. Asırlardan beri tahrip edilmiş bir kaleyi tamir çok daha zordur. Hemen böyle bir hamlede, bir nefhada tamir edemezsiniz.
Dolayısıyla da biraz da günümüzün mülahazaları çerçevesinde bir şey diyeyim ben burada: "Dinamik gücü, idareci gücü elde edince hemen tepeden bir kısım meseleleri dikte ederiz, bu toplum hizaya gelir, düzelir" mülahazaları mümkün değil! Dipten olmayan hiçbir hareketin gelecek adına istikbal vaat etmesi mümkün değildir.
Her şeyin temelden ele alınması lazım, dipten ele alınması lazım. Tamir odur. Yoksa sadece siz bir kısım menfaatlere, çıkarlara matuf kendi istikbalinizi garantilemiş, bazı şeyleri dayatmak suretiyle insanları askerî bir hizaya gelme gibi hizaya getirmiş olabilirsiniz. Sağdan hizaya gel deyince hizaya gelmeyen alır ağzının payını! Hizaya gel derler, gelirsiniz.
Fakat bu bir imar değildir esasen. Bir ihya, bir ba'sü ba'de'l-mevt değildir. O ba'sü ba'de'l-mevt; dini temel disiplinleriyle, temel dinamikleriyle hem duyma hem onun felsefesini bilme hem de tabiatına mal etme, kendinin bir derinliği haline getirme, bir yönüyle sahabileşme, çağdaşlaşma değil sahabileşme...”
Hocaefendi “
İnsanlık Kalesinin Tamiri” başlıklı Bamteli’nde Hazret-i Üstad’ın bu ifade ettiği gayeye şu yorumları da yapmaktadırlar:
“Esasen, bugün yeryüzünde yaşanan mahrumiyetin arkasında, insanların imrenebileceği bir sistemin adem-i mevcudiyeti yatmaktadır. Ütopyalar ile resmedilmeye çalışılan, öyle bir insanî sistem.. insanlığın hak ve hukukunun gözetildiği bir dünya.. hümanizmin semâvîleştiği bir dünya.. kadın haklarının semâvîleştiği bir dünya.. insanlığın rahatlıkla içine koşup da “Ben, burada esas huzura ereceğim!” diyeceği bir dünya,.. imrenilen bir dünya. Bugün insanlığın problemi, böyle bir dünyanın adem-i mevcudiyetidir, yokluğudur. Onun fıkdânı (yokluğu, yitirilmiş olması) yaşanıyor yeryüzünde…”
Görüldüğü gibi, Hazret-i Üstad’ın ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin beyanlarında asıl hedefin ne olduğu çok açık ve net bir şekilde ortaya konmuştur. Ama bunlardan habersiz veya bu yüce gayeleri anlamayan ve içinde yetiştiği kültürün ve zamanın çocuğu olan Hizmet insanları da olmuştur şüphesiz. Bunların da kendilerini bu hususta tashih etmeleri gerekmektedir ki bu süreçte yaşadıklarından aldıkları derslerle ciddi mesafe aldıklarını söylemek mümkündür.