“Hizmet veya Hocaefendi mevcut iktidara
yani Tiran ve ekibine tabi olup itaat etseydi de bu zulümler yaşanmasaydı”
gibi söylemlerde bulunabilmektedirler.
Kimileri de bu ifritten süreçte yaşanan mağduriyetlerin ve zulümlerin çok daha ileri seviyede olmasına binaen, bu tarz söylemleri makul veya doğru bulabilmektedirler. Aynı zamanda, eğer böyle hareket edilseydi, hem Türkiye’deki hem de bütün dünyadaki hizmetlerin yapılmaya devam edeceğini düşünebilmektedirler.
Hazreti Bediüzzaman’ın o günkü zalimlere itaat etmemesi karşısında hem umumi halkın hem de Risale-i Nur talebelerinin yaşadığı zulümler, mağduriyetler, esaretler ve takipler nedeniyle benzer sorular ve düşünceler daha önce ona da yöneltilmiştir:
Eğer o teklifi ben kabul etseydim, Risale-i Nur meydana gelmezdi
Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun" dediler.
Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zâyiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankara'ya gönderilen Risale-i Nur'un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.” (On İkinci Şua)
“Eğer sana yapılan teklifleri kabul etseydin, bütün doğunun genel vâizi olacaktın ve halkların nezdindeki itibarını ve kredini ve insanlar üzerinde çok etkili olan irşad ve hitabet kabiliyetini de kullanarak oradaki halkların başkaldırmalarının önüne geçebilir ve böylece isyanları engelleyerek bu isyanlarda meydana gelen can ve mal kayıplarına engel olabilirdin” denmektedir.
Söylem insana başta çok mantıklı gelmekte ve bu iddianın argümanlarının çok sağlam olduğu düşüncesini uyarmaktadır. Hazreti Sâhibüzzamân ise öncelikle bu yaklaşımın temelindeki mantığın yanlışlığını ortaya koyarak, bu düşüncedeki tutarsızlıkları belirtmektedir.
Geçici dünya hayatı mı, ebedi hayat mı?
Asıl kurtarılması gereken geçici dünya hayatı değil, ebedi olan ahiret hayatıdır. Eğer siz yaptıklarınızla insanların kısa süren dünya hayatına fayda sağlarken, onların ebedi hayatlarına zarar veriyorsanız, yanlış bir yol takip ediyorsunuz demektir.
Eğer Bediüzzaman Hazretleri, kendisine yapılan teklifleri kabul etseydi, kendisine ve bir kısım insanlara bazı faydaları olabilirdi ama milyonlar insanların ebedi hayatlarını kurtarmaya vesile olacak Risale-i Nurlar ve iman ve Kur’an hizmeti meydana gelmeyecekti.
Çünkü, hak adına yapılacak irşad ve tebliğ faaliyetlerinin başarılı olabilmesi için en önemli bir sebep o işin ihlas ile yapılması, hiçbir fayda ve menfaate alet edilmemesi ve sadece Hakk’ın rızası gözetilerek yapılmasıdır. Ancak bu şekilde yapılacak hizmetler kalpler üzerinde tesir gösterip gönüllere yerleşebilir.
Yani, bir takım şahsi veya dünyevi faydalar elde etmek için dinden tavizler verildiğinde, dine ait bazı hakikatlere aykırı hareket edildiğinde, belki bazı menfaatler elde edilebilir veya bir takım dünyevi tehlikelerden kurtulmak mümkün olabilir ama din bundan zarar görür ve bundan dolayı insanların yaşayabilecekleri manevi zararlar onların ebedi kaybetmelerine yol açabilir.
Bu temel espriye uygun hareket edemeyen oluşumlar, hak adına yola çıksalar da zamanla dünyevileşerek başkalaşmışlar ve başlangıçtaki Hak düşüncelerinin yerini dünyevi faydalar, güç ve kuvvet elde etmeler almıştır. Bu kıvamlarını ve yollarını kaybetmişlerin yaptığı hizmetler insanların kalpleri üzerinde tesirli olmamış ve maalesef bunların yaptıkları daha çok dine ve diyanete büyük zararlar vermişlerdir.
İhlas ile hareket edemeyip başkalaşmaları sonucunda dünyevileşen bu insanların fayda ve menfaat elde etme adına hak, hukuk ve kanun tanımadan yaptıkları ve temsildeki yanlışlarından dolayı insanlar dinden ve hakikatten uzaklaşmışlardır. Bunlar aynı zamanda bulundukları toplumun bozulup kokuşmasında en önemli bir paya sahip olmuşlardır.
Fethullah Gülen Hocaefendi, günümüzde Erdoğan ve etrafındakilerin şahsi çıkar ve fayda elde etme adına tabiatlarında meydana gelen bozulma ve deformasyonu ve bunun meydana getirdiği büyük tahribatları görünce, bunlardan gelecek zararları engelleyebilmek ve hizmet-i imaniye ve Kur’an’iye’nin saflığını, paklığını ve duruluğunu koruyabilmek için bu zalimler güruhundan yollarını tamamen ayırmışlardır.
Hem öyle bir ayırmıştır ki bir daha aynı karede buluşmalarının mümkün olamayacağı şekilde, kesin, açık ve net bir şekilde ve bunu bütün dünyaya ilan ederek yapmıştır. Bu sayede, onlardan hizmetlere gelebilecek kirlerin, pisliklerin ve lekelerin önünü almaya çalışmışlardır, Allah’ın izni, inayeti ve keremi sayesinde.
Böylece ortaya konan peygamberane duruş ve temsil sayesinde, iman hakikatleri gönüller üzerinde tesirli olmaya devam etmekte ve bu yüksek ihlas ve samimiyete binaen de Allah (CC) hizmetleri ve hizmet insanlarını muhafaza etmekte ve onları hizmetlerinde devamlı kılıp hakiki başarılar lütfetmektedir.
Buna mukabil, bu süreçte Erdoğan’ın zulümlerini destekleyen oluşumlar ve cemaatlerin ise içleri boşaltılmış ve maalesef varlık nedenlerine zıt bir yola sürüklenip gitmişlerdir. Bu gruplar Erdoğan’ın onlara verdiği imkânları tepe tepe kullanırken farkında olarak veya farkına varmadan tamamen Erdoğan’ın emrine girmişler ve onun zulüm davasına hizmet eder hale gelmişlerdir.
Şefkat, vicdan, hakikat ve hak, siyasetten ve maddi güç kullanmaktan men ediyor
Diğer taraftan, yapılan zulümlere karşılık maddi kuvvetle karışmanın da yol açacağı büyük problemler vardır. Maddi kuvvetle müdahale edildiğinde bazı masumların ve mazlumların bundan zarar görmeleri söz konusu olabilmektedir. İman ve Kur’an hizmetinde hükmeden şefkat, vicdan ve hak gibi hakikatler ise buna razı olmazlar:
“Risale-i Nur'daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz." Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş'et eden hodgâmlık (bencillik) ve asabiyet-i unsuriye (ırkçılık damarı) ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye (askeri baskılar) ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da azlem (çok zalim) olacak ve mağlûp kalacak. Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukàbil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil (misilleme yaparak karşılık verme) kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte, Kur’an’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.” (On İkinci Şua)
Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki, menfi (negatif) milliyetçilik, particilik, tarafgirlik gibi hastalıklar her yeri işgal etmiş durumdadır. Siz hakkınızı zalimlere karşı müdafaa etmek istediğinizde, bu hastalıklar sebebiyle zalimlerin tarafında bulunan birtakım masumlara da zarar verebilirsiniz. Hak ve batıl iç içe karıştığından, zalimler kuru kalabalıkları kendi cephelerine dahil edebilmektedirler.
Maddi kuvvet uygulanması mazlumlara zarar verebilir
mazlumların ve Müslümanların zarar görme tehlikesine binaen Allah’ın (CC) savaşa izin vermediği ve eğer izin verseydi kafirlerin tutunamayıp mağlup olacakları ifade edilmektedir.
Hazreti Üstad da eğer maddi kuvvetle müdafaa seçeneğine başvursalardı, haklarını tam olarak koruyabileceklerini ifade etmektedir. Benzer şekilde de Hizmet insanları da maddi kuvvete başvurma yolunu seçselerdi, buna muvaffak olabilirlerdi.
Ama böyle bir tercihin sonucun da çok masumlar zarar görecekti ve böyle bir müdahale Hizmet hareketi hakkında birtakım evham ve kuruntulara sahip olanları endişeye sevk edecekti. Aynı zamanda, bütün bunların olmasını bekleyen ve bu şekilde hizmetlerin meşruiyetini baltalamak isteyenlerin planlarına da hizmet etmiş olacaktı.
Hizmet insanları, başlarındaki Hocalarının da basiret ve feraseti ile bütün bu oyunları bozmaya muvaffak olabilmişlerdir, Allah’ın (CC) inayet ve keremiyle.