Hazret-i Üstad Risale-i Nur talebelerinde var olan tam ihlas ve hakiki
kardeşlik ve aralarında çok fedakarlar bulunduğundan, yaşanan hadiseler ne
kadar zorlu olursa olsun, talebeleri arasındaki bu birlik ve beraberliğin zarar
görmeyeceğine güvenmektedirler.
Ama, hadiselerin şiddeti, hapishane ortamlarının yol açtığı sinirlilik halleri (asabiyet) ve planlı yapılan fitne çalışmaları gibi nedenlerden dolayı bazı problemler yaşandığı anlaşılmaktadır ve bu durum onu aşırı derecede üzmüş ve endişelendirmiştir. Bu yüzden bazı hakikatleri onlara açıklamak ihtiyacı hissetmişlerdir:
“Sizin içinizde mübarek âlimler ve âlicenap müdebbirler ve hâlis fedakâr şakirtler bulunmasından büyük bir itimatla size güveniyordum ki, kuvvetli ve dessas (aldatıcı) ve kesretli (çok) düşmanlarımıza karşı vahdetinizi ve tesanüdünüzü muhafaza edeceksiniz diye istirahat ederdim, sizinle meşgul olmazdım. Birkaç noktayı beyan etmek lüzum oldu…” (Onüçüncü Şua)
Fitne planlarını uygulamak için casuslar koydular
Hazret-i Bediüzzaman, daha sonra, yapılan güçlü müdafaalar sayesinde bazı aile sahipleri hapisten kurtulsalar bile, kendisi ve alâkasızların hapishanede kalarak iman hakikatlerini inançsızlara ve din düşmanlarına karşı müdafaa etmelerinde fayda olduğu, eğer Risale-i Nur beraat etmez ve hazırladığı müdafaalar dikkate alınmazsa, talebeler Hizmet’le alakalarını görünüşte inkâr da etseler, bunun onlara bir faydasının olmayacağı, belki sadece münasebeti zayıf olanların kurtulabileceği, fitne planlarını uygulamak için içlerine casuslar konduğu, her vesileyi Hizmet insanlarını perişan etmek ve hizmetlerinden vaz geçirmek için kullandıkları, Şeyh Abdülhakim, Şeyh Abdülbâki ve Şeyh Süleyman gibi insanları bile bu taktiklerle perişan eden adamlara karşı inkârlarının ve kaçmalarının, onların kanaat-i vicdaniye dedikleri düşüncelerinde hiçbir şeye yaramayacağını ifade etmektedirler.
Yani onların problemleri hakiki mü’minlerledir. Ne yapsanız sizinle uğraşacaklardır. Şer cephesi her zaman hak cephesinde kendileri için tehlikeli gördükleri gruplara karşı mücadele vermişlerdir. Yani eğer sizinle kimse uğraşmıyorsa, küfür ve dalalet cephesini rahatsız edecek çapta işler yapmadığınızdandır.
Küskünlükler ve dargınlıklar sıkıntıların artmasına yol açar sadece
İşte böyle bir cepheye karşı, ancak tam bir dayanışma içerisinde hareket edilirse bunlara karşısında ayakta kalabilirsiniz. Küskünlükler, dargınlıklar, ihtilaflar ve itirazlar ise sadece sıkıntıların artmasına ve maddi ve manevi kuvvetin kaybolmasına yol açmaktadırlar:
“Biz hem burada, hem Eskişehir'de tecrübe ile kat'î anladık ki, biz, vahdet-i mesele cihetiyle tam bir tesanüte (dayanışmaya) şiddetle muhtacız. Sıkıntıdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar, bizim perişaniyetimizi ikileştirir.
Maatteessüf en ziyade güvendiğim ve itimad ettiğim, sizlerdiniz. Bazı hatırıma bir telâş geldiği vakit, İstanbul'dan gelen Kâmil ve Sıddık Hocalar ve Kastamonu vilâyetinde fevkalâde sadakat gösteren zâtları tahattur ile o endişem zâil olurdu.
Sakın, sakın birbirinizin kusuruna bakmayın
Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu, beni azap içinde bıraktı…
Sakın, sakın birbirinizin kusuruna bakmayın. Hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.” (Onüçüncü Şua)
Bir Hizmet insanında var olan ihlas, sadakat ve metanet sayesinde, en zor şartlar altında bile, onlar kardeşlerinin kusurlarını aramak yerine onları görmemeye ve örtmeye gayret eder ve sevap ve güzellikleri ağır basan kardeşlerini affetme yolunu tercih ederler:
“Sizdeki ihlâs ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebeptir. Risale-i Nur zinciriyle kuvvetli uhuvvet öyle bir hasenedir ki, bin seyyieyi affettirir. Haşirde, adalet-i İlâhiye, hasenelerin seyyielere râcih gelmesiyle affettiğine binaen, siz de hasenelerin (iyiliklerin) rüçhanına (üstünlüğüne) göre muhabbet ve af muamelesini yapmak lâzımdır. Yoksa bir seyyie ile hiddet etmek, sıkıntıdan gelen bir titizlik, bir asabîlikle zararlı bir hiddet, iki cihetle zulüm olur. İnşaallah, birbirinize sürurda ve tesellide yardım edip, sıkıntıyı hiçe indirirsiniz.” (Onüçüncü Şua)
Ümitsizliğe kapılmadan, birbirimizi destekleyerek yola devam etmeliyiz
Allah’a hamdolsun, bugüne kadar iman ve Kur’an hizmetlerinin maddi ve manevi çok büyük faydalarını ve yardımlarını gördük. O halde, başımıza gelen hallerde de hiç ümitsizliğe kapılmadan, endişe ve korkuya düşmeden birbirlerimizi destekleyerek yolumuza devam etmeliyiz:
“Madem hakikat budur ve madem şimdiye kadar Risale-i Nur'un hizmetinde inayet-i Rabbâniyenin tecellîsini inkâr edilmeyecek derecede gördük; herbirimiz cüz'î ve küllî bunu hissetmişiz. Ve madem şimdi siyasetin ve dünyanın çok cereyanlarının birbirine karşı tahşidatı oluyor. Ve madem elimizden kazâya rıza ve kadere teslim ve hizmet-i imaniye ve Kur'âniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor.
Elbette bize en elzem iş, telâş etmemek ve meyus olmamak ve birbirinin kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve korkmamak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatı, hususan bu zamanda, bu şerait altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.” (Onüçüncü Şua)
Eğer beklediğimiz kurtuluş ve necat gecikiyorsa bunda da murad-ı İlahi’nin hakkımızda takdir ettiği hayırlara bakmalıyız. Mahkeme safahatları değişik bahanelerle uzatılmış, ama hepsinde de Allah (CC) bir takım önemli hizmetlere vesile kılmıştır.
Beşinci Şua istenmediği halde neşredilmiş, bu hapislere neden olmuş, ama bu risalelerdeki hakikatler birçok insanı küfürden ve irtidattan (dinden dönme) bir derece kurtararak şüpheli bir küfre çevirmiş ve böylece onların pervasızca zulmetmelerinin önünü almıştır:
Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun" ile, bizim nihayete kadar sebat edeceğimizi dâvâ etmişiz. Bu dâvâdan vazgeçilmez. İçinizde vazgeçecek yok ümit ediyorum.
Madem şimdiye kadar sabrettiniz, "Daha kısmetimiz ve vazifemiz bitmedi" diye tahammül ve sabrediniz.” (Onüçüncü Şua)
İnşallah sonraki yazıda devam edelim…