MUCİZELER İNKAR EDİLEMEZ 18
Önceki ve içinde bulunduğumuz asır insanların daha çok maddileştiği ve maneviyata karşı duyarsızlaşıp ona kapandığı zaman dilimleri olmuşlardır. Her şeye pozitivist bir bakış açısı ile bakmak yaygınlaşmış ve insanlar gözleri ile görmedikleri gayb ve mana alemlerine iyice yabancı hale gelmişlerdir. Manevi değer yargıları yerlerini maddi değerlere terk etmek zorunda kalmışlardır.
İnanan insanlar bile bundan çok ileri seviyede etkilenmişlerdir. Ahireti de bildikleri halde dünyayı ahirete tercih eder bir hale düşmüşlerdir. Bu çağın insanları “Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı âhirete tercih ederler…”(14/3) ayetinde anlatılan durumu adeta resmetmektedirler. Her şeyi bu dünyanın ölçüleri ile tartar hale gelen ve maddeyi her şey gören bu insanlar dinlerinin mana, maneviyat, gayb ve metafizik olarak ortaya koyduğu şeylere karşı septist (şüpheci) bir yaklaşım sergileyerek inkâr yoluna gitmişlerdir:
“Bazı insanlar, maddiyatı her şey gördüklerinden dolayı manaya ve metafiziğe karşı kapalı bir hayat yaşarlar. Bu kişilerin maneviyata kapalı kalmasında fıtratlarının belli bir tesiri olsa da, asıl üzerinde durulması gereken husus onların bu konuda ciddi bir azm u ceht ortaya koymamaları, iradelerinin hakkını vermemeleridir.
Esasında inanıyorum dese de, maddiyata gömülmüş, aklı gözüne inmiş insanlar, düşünceleri ve kanaatleri itibarıyla kendi elleriyle kendilerini ciddi bir darlığa mahkûm etmiş olurlar. Mesela onlar, değişik asırlarda yalan söylemeleri ihtimalinin olmadığı güvenilir insanlar tarafından nakledilen binlerce diyebileceğimiz keramet türü hadiselere inanmazlar.
Hatta bazıları, rivayetlerin sağlamlığından dolayı kabul etmeye mecbur kalsalar da mucizeleri bile kabul etmek istemez, onları kendilerince değişik tevillerle maddi sebeplerle izah etmeye çalışırlar. Düşünce dünyalarını maddiyatla sınırlandırmış bu kişiler zamanla eşya ve hadiselerin metafizik yönünü anlama istidat ve kabiliyetlerini de köreltmiş olurlar.
Bunun neticesinde eşya ve hadiselerin arka yüzünü göremez, şer gibi görünen hadiselerin ihtiva ettiği hikmetleri kavrayamaz ve te’vil-i ehadise (olayları yorumlama) vâkıf (yetkin) olamadıklarından dolayı da hadiselerin cereyanındaki değişik manaları anlayamazlar.”
Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş
Bu insanlar, karşılaştıkları hâdiselere de hep maddeci bir bakışla yaklaştıklarından, bu olaylardaki hikmetleri, manevi sebep ve neticeleri de kavrayamazlar. Kavrayamadıkları ve olayların üstesinden gelemedikleri için çok kolay bir şekilde mağlup olur, aşk ve şevklerini kaybeder, sabır kuvvetleri çabuk biter ve yollarda dökülüp kalmaktan kurtulamazlar.
Ne kadar sağlam kaynaklarla geliyor olursa olsun, şüphecilikte çok ileri bir seviyede olduklarından mucizeleri ve kerametleri kabule yanaşmazlar ve bunun da neticesinde onları haber veren kaynakları inkâr ederler.
Doğal olarak, dinlerini onlara ulaştıran kaynaklar da aynı kaynaklar olduğu için dinlerinde ya sabit kadem (devamlı) olmazlar ya da sürekli bu şüphelerinin ağında ve girdabında sürüklenip dururlar ki aslında farkında olmadan münafıkların davranışları benzer haller ve tavırlar göstermeye başlarlar.
İnsanların bu hale düşmelerinde, kâinat kitabını doğru okuyamamalarının ve olaylara bütüncül bakamamalarının çok büyük etkisi vardır:
“Hâlbuki hadiseler, meydana geliş keyfiyetleri itibarıyla tıpkı birer âyât-u beyyinât (apaçık ayetler/deliller) gibi insanlar için farklı farklı manalar ihtiva eder. Fakat bunu görebilmek için insanın, evvela hadiselere latife-i rabbaniyesiyle bakması ve terkipçi (analizci) bir kabiliyete sahip olması gerekir. Başka bir ifadeyle insan, şer’î (kitap ve Sünnet kaynaklı) emirleri olduğu gibi tekvinî (yaratılışa dair tabiatta var olan) emirleri de bir kitap gibi okumalı, bütüncül bir nazarla hadiseler arasındaki irtibatı yakalamaya gayret etmeli, sebep-sonuç münasebetlerini görmeye çalışmalıdır…
Bazı hadiseler rastlantıya verilecek olsa ve bunların meydana gelme ihtimalinin yüzde bir olduğu söylense bile, bu tür hadiselerin alâkalı olduğu daha başka hadiseler de işin içine dâhil edildiğinde ihtimal hesapları binde bire, milyonda bire ve milyarda bire doğru düşmeye başlayacaktır. Şayet insan, hayatını süzerek yaşasa, zihnine gelen, gözüne takılan, ihsas ve ihtisaslarına çarpan hadiseleri bütüncül bir nazarla değerlendirmeye tabi tutsa bu hadiselerden ve bunlar arasındaki bağlantılardan çok derin manalar çıkarabilecektir. Aynı şekilde insan, kâinatta zerre kadar tesadüfe tesadüf edilmediğini her bir hadiseyle bir kez daha ayne’l-yakîn müşahede edecektir. Fakat bazı felsefecilerin yaptığı gibi hadiseleri münferit mütalaaya alacak olursa, o zaman da kâinattaki her bir harfin altında yatan Allah’a iman mefhum ve mazmununu göremeyecektir.”
Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş
Bir insanın maneviyata açılabilmesi için, iradesinin hakkını vermesi ve olayları iyi bir analize tabi tutması ve kâinatta tesadüfe yer olmadığının farkında olarak hareket etmesi gerekir:
“Bu açıdan maneviyata açılması için insanın, iradesinin hakkını vermesi, hadiseleri iyi süzmesi ve daha baştan hiçbir şeyin manasız olmadığına inanması gerekir. Öyle ki insan elinden düşen ve kırılan bir bardağın bile “te’vil-i ehadis” (olayları yorumlama) açısından mutlaka bir manasının olduğunu bilmeli ve o bardağın kırılmasının ifade ettiği mana ve mesajı anlamak için üzerinde düşünmelidir. Fakat yanlış anlaşılmasın bu bakış açısı, hadiseler karşısında tefe’ül (iyiliğe/hayra yormak) ve teşe’ümlere (kötülüğe/şerre yormak) girerek biriyle şımarma diğeriyle de ümitsizliğe kapılma demek değildir. Bilakis her bir hadisenin kendi diliyle anlatmak istediği bir mananın olduğunu kavrama demektir.”
Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş
Bir insanın metafiziğe açılması açısından ve teorik bilgilerin derinleştirilip özümsenmesinde çok önemli olan ibadetlerin ve bunlar içerisinde de en başta gelen duaların da hakkının verilmesi gerekmektedir. İnsanın metafiziğe açılmak için yetersiz kaldığı noktalarda, buna engel olan paslı kilitleri açmada dua en sırlı bir anahtar olacaktır:
“Çünkü o, Allah’a karşı halis bir ubudiyetin ad ve unvanıdır. Dua, sebepler üstü bir ibadet olduğu için, insanı sebepler üstü ufka ulaştırmada en önemli merdivendir. Peki, insanın duada Allah’tan isteyeceği en önemli ve en büyük talebi ne olmalıdır? Mesela biz, sabah akşam dualarımızda, Cehennem’den azat olma, Cennet’e kavuşma arzumuzu dile getiriyoruz. Cehennem’den uzak kalma ve Cennet’e girme hakikaten bir insan için çok önemli hadiselerdir. Fakat işin doğrusu insanın, bunlardan daha öte, istemesi gereken bir talebi olmadır: O da, Allah’ı doğru bilmeyi ve hiçbir zaman O’ndan gafil olmamayı taleptir…
Siz hele geceleri bir kalkın ve samimi bir kalble bin defa Allah’tan bunları isteyin.
Bakın o
zaman Allah (celle celâluhû) nasıl fizik perdelerini yırtıyor, size yeni metafizik ufuklar açıyor ve siz de Allah’ın izni ve inayetiyle ruh ötesi âlemlere muttali oluyorsunuz. Unutmamak gerekir ki, kim bir şeyin arkasına düşer ve bu mevzuda ciddiyet gösterirse, arzuladığı şey kendisine lütfedilir.” Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş
İslâm coğrafyasında maalesef dualar başta olmak üzere ibadetlerin hakkı verilememekte ve belki de bu yüzden yapılan dualardan beklenen neticeler ve fütuhat gerçekleşmemektedir:
“Fakat dua, mü’min için bu kadar önemli olmasına rağmen üzülerek ifade etmek gerekir ki, günümüzde millet-i İslâmiyede en az alâka gören ibadet duadır. Maalesef o, çoktan şekil ve formatlara feda edilmiş durumdadır. Hatta camilerdeki dualar bile, ülfet ve gaflet ağında şekle kurban edilmiştir…
Bir insan değer verdiği şeyin kıymetiyle doğru orantılı olarak bir değer ifade eder. Siz dünyalık bir mala, bir köşke, bir villaya değer veriyorsanız, kendi değerinizi ona bağlamış olursunuz. Cennet’e değer veriyorsanız, Cennet kadar bir değeriniz olur. Fakat siz kulluğunuzu ve isteklerinizi, Allah’ın aşk u iştiyakına bağlamışsanız, O, namütenahi olduğu için, siz de namütenahi bir enginliğe ulaşırsınız.
Şayet siz, tesbih, tahmid ve tekbirlerinizle O’nu yüceltiyor, “Allah’ım kâinatın zerreleri adedince Sana hamd ü senalar olsun.” diyerek bunu içinizde duyabiliyor ve O’nu her anışınızda ürperiyorsanız, Allah nezdinde de yeriniz odur. Zira hadis-i şerifin ifadesiyle, nezdinizde Allah’ın yeri ne ise, Allah nezdindeki yeriniz de odur. Bu açıdan, sizin O’na ne kadar kıymet atfettiğiniz, O’nu ne kadar düşündüğünüz, O’nunla ne kadar oturup kalktığınız, O’nu ne kadar hecelediğiniz ve O’nunla ne kadar alâkadar olduğunuz çok önemlidir.”
Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş
İnsan mahiyeti itibarıyla metafiziğe kapalı dünyaya gönderilmemektedir, ama insanın kendisi kendisini ona kapatmaktadır. İnsan her şeyden önce metafiziği istemeli ve buna ulaşmak için üzerine düşenleri yerine getirmelidir:
“Bir insan, bu ölçüde bir cehd ü gayret göstermeden de Allah ona ekstradan değişik mazhariyetlerde bulunabilir. Bu ayrı bir meseledir. Fakat objektif ve esas olan ölçü, insanın iradesinin hakkını vermesidir. Zira Cenâb-ı Hak; “İnsan için ancak sa’y u gayreti vardır.” (53/39) buyurmuştur. Mefhum-u muhalifiyle ifade edecek olursak âyetin manası “insana çalışmasının, iradesinin hakkını vermesinin ve Allah yolunda koşmasının karşılığından başka bir şey yoktur” demektir.
Bu açıdan, “Ben, metafizik mülâhazalara açılamıyorum. Misal âlemini bilmiyorum. Hadiseleri bütüncül bir nazarla göremiyor, onlar arasında bir irtibat kuramıyor ve bir senteze ulaşamıyorum.” diyen bir insan öncelikle, bu konuda yapılması gerekli olan şeyleri yapıp yapmadığına bakmalıdır…
Öyleyse bazı kimselerin maneviyata kapalı oldukları doğru olsa bile, onları bu kapalılığa Allah mahkûm etmemiştir. Bilakis onlar kendi kendilerini maneviyata kapamışlardır. Daha doğrusu, metafizik âlemlere açılma adına yapılması gerekenleri yapmadıklarından, bu mevzuda iradelerinin hakkını vermediklerinden ötürü maneviyata kapalı kalmışlardır.
Soruda yer almasa da, son olarak, konuyla alakalı bir hususu ifade etmek istiyorum:
Başlamış olan ve şu an itibarıyla bütün yeryüzüne ümit vaad eden bu diriliş bezminin devam etmesi ve oturtulacağı zemine oturtulması, maddi ve şer’î ilimlerle beraber maneviyata ve metafiziğe açık yetkin insanların eliyle gerçekleşecektir. Evet, fizik ve metafiziğin birleşik noktasında, bu âlemlerin gereklerini de yerine getirebilecek donanımda irade insanları yetiştirebildiğiniz takdirde, Allah dostu olan ve O’nu her şeye tercih eden o maneviyat kahramanlarının eliyle insanlık yeni bir bahara uyanacak, dünyanın çehresi bir kez daha gülecek ve yeryüzü bir baştan bir başa yeni bir dirilişe şahitlik edecektir.” Metafizik âlemin üveykleri ve beklenen diriliş