MUCİZELER İNKÂR EDİLEMEZ 8
Önceki yazıda, etkensiz ve yaratıcısız meydana gelmeleri iddiasındaki tutarsızlık nazara verildikten sonra bir etken veya fail tarafından meydana getirilmedeki iki durum olan, etkenin zorunlu etken veya isteğe bağlı etken ve fail olması ele alınmıştı. Buradaki zorunlu etken seçeneğinin tutarsızlığı da önceki yazıda ispat edilmiştir.
Allame Hamdi Yazır, geriye kalan ikinci seçenek olan, isteğe bağlı etken ve fail seçeneğinin doğruluğunu şu şekilde temellendirmektedir:
“Nihayet etkenin dilediğini yapar olduğu ve eserini kendi iradesiyle tercih ettiği takdire gelelim – ki doğrusu budur hiç şüphesiz bu takdirde de söz konusu ihtimaller yine tamamen mevcuttur. Kudretine sınır düşünülemeyen ve istediğini yapan, ne dilerse onu yaratabilir. Ve bundan dolayı tabiatçı filozofların kaçınmak istedikleri ihtimaller her durumda karşımıza çıkmaktadır. Yani, olağanüstülüğü caiz (mümkün, normal) görmekten doğan ihtimaller, ilim anlayışımızda bizi sofistliğe ve şüpheciliğe götürecekse o gibi ihtimallerin hiçbir durumda ortadan kaldırılmasına imkân yoktur.
Olağanüstünün imkânsızlığını ispat edebilecek hiçbir delil de mevcut değildir ve bizim varlıklara ait bilgimiz nisbî ve izafî özellikte alelâde bir bilgi olmaktan ileri gidemez. Mutlak ve tam ilim Allah’a mahsustur. Sofistlik ve şüphecilik bâtıl (temelsiz, yanlış), fakat varlıklar hakkında tam bilgi iddiası da bâtıldır.
Zamanımız felsefelerinde bu mesele şu şekilde ele alınmaktadır: Tabiat ilimlerindeki bilgimizin, kesinlik açısından değeri nedir? Tabiat ilimlerinin konusunu meydana getiren genel kurumlar şaşmaz ve değişmez kânunlar mıdır, değil midir? Bunları şaşmaz ve değişmez zarurî ilkeler olarak kabul edenler varsa da bunlar bu konunun esas otoriteleri değiller. Böyle bir fikir tabiat ilimlerindeki gelişmeyi inkâr etmek ve bir takım yeni keşifler ile bu gibi temel kurallarda da tadilat ve değişiklik meydana gelebileceğine ihtimal vermemektir.
Bunun için bunlara karşılık septik yani şüpheci ve ihtimalci bulunan niceleri vardır. Bu ikisi arasında en güzel çözüm, Alman filozofu Kant’ın getirdiği çözümdür. Kant demiştir ki, tabiat ilimleri gözlem ve deneyden alınmış, elde edilmiş olduğu için onun prensipleri zarurî değil, asertoriktir. Mantıkta “mutlaka-i amme” adı verilen bu teoriler, bilfiil vâki (gerçekleşmiş) olanı bildirirler. Yani bunlar deneyden elde edilmiştir ve deneyde böyle meydana geldiği için böyledirler. Yoksa böyle olmaları gerekli ve zorunlu olduğu için böyle değiller.
Şu hâlde bunların daima ve zorunlu olarak böyle olması gerektiğine ve aksinin mümkün olamayacağına hükmedilemez. Yarınki bir deneyin bizi başka türlü bir sonuca götürmesi ve bugün görmediğimiz şeylerin meydana çıktığını gösterebilmesi olasıdır. Kant’ın bu çözümü, tabiat ilimlerinde kesinlik ve zorunluluk bulunduğunu iddia edenlerle şüphecilik arasında orta yollu bir çözüm olduğundan, İslâm kelâmcılarının da konuya yaklaşımlarına uygun düşmektedir.
“Mevakıf” ve “şerhi”nde der ki; “Olağan dışı olayların ve mucizelerin meydana gelişi, göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki şeylerin ilk yaratılışından ve sonra bunların yıkılıp yok oluşundan daha garip ve daha acaip şeyler değildir. Olağandışılığı veya mucizeyi caiz görmek sofistlik, şüphecilik olur demek bir demagojidir.
Bizim, olağanüstülerden bazılarının vukua gelmeyişine, mesela dün gördüğümüz bir dağın bugün altın oluvermediğine hükmetmemiz, o dağın haddizatında altın olma imkânına aykırı değildir. Nitekim elle tutulan belli bir cismin belli bir durumda bulunduğunu görür, onun varlığına kesinlikle hükmederiz. Bununla beraber o cismin orada olmayıp, yerinde başka bir cismin bulunduğunu düşünmemize onun durumu engel teşkil etmez. Gerçekten de o cismin hem orada olduğu kesin bilgimiz içindedir, hem de orada bulunmaması, aslında mümkün olduğu yine kesin bilgimiz içindedir. Ne kesin olay, aksinin imkânını ortadan kaldırır, ne de aksinin imkânı bizim gözlerimizi ve olayı ihlâl edecek bir şüpheyi gerektirir.
İşte böyle âdet denilen tecrübe ve olağan şeyler dahi, duyular gibi bilgi sebeplerinden biridir. Şu hâlde duyularımızda olduğu gibi, âdet bakımından da biz, bir şeyin varlığına kesin gözüyle bakarız. Bununla beraber o şeyin aksi dahi her zaman için mümkün olur. Mesela, âdete göre biz kesinlikle biliriz ki, yılan yılandan olur ve belli bir süre içinde olur. Fakat bu bizim kesin bilgimiz, yeryüzünde ilk yaratılış olayında olduğu gibi, yılanın diğer bir şeyden meydana gelmesine veya birdenbire yaratılış vermesi imkânına aykırı olmaz. Biz, birincisini vaki (gerçekleşmiş), ikincisini mümkün biliriz.
Bundan başka şu da unutulmamak lazım gelir ki, âlemde mucize dahi her zaman olagelmiş olan bir âdet hükmündedir. Her asırda her zaman harikulâde yaratılışlar ve olaylar bulunan gelmiştir. Akıl ve insafı olanlar için bunları inkâr etmeye imkân yoktur. İlh…” (Hak Dini, kur’ân Dili)
Olumluların ve olumsuzların uyumu
Gördüğümüz, işittiğimiz ve hissettiğimiz şeyleri mülahaza edebilmek, onları bilebilmek ve birbirlerinden ayırabilmek, onların birbirlerinin aynıları olma, benzer olmaları veya onları diğerlerinden ayıran birtakım farklılıklara sahip olmaları gibi özelliklere sahip olmaları ile mümkündür. A’raf suresinin 123. ayetinin tefsirinde bu konu üzerinden mucizeler şu şekilde ele alınmaktadır:
“Gerçekten de kâinattaki olaylar birbirine zıt iki cins oluşların dengesine bağlı olarak mülâhaza olunmaktadır. Bunlardan birisi olumluların uyumu, diğeri de olumsuzların uyumudur ki, herhangi bir şeyi bilmek bu iki uyumdan onun hissesine düşeni tayin eylemek, yani olumlu ve uygun özellikleri benzerlerine eklemek, olumsuz ve aykırı özellikleri de diğerlerinden ayırt etmektir. Eğer âlemde tabiat dediğimiz, yalnız bir tek genel uyum olsa idi biz ne bir olay görebilir ne de varlıkları birbirlerinden ayırt edebilirdik.
Halbuki her tanıma ve ayırt etme, âdet dediğimiz olağan oluşların bazı özelliklerinin ondan kopup değişmesi ve bir anlamda onda kısmî bir olağanüstülüğün oluşması sonucunda meydana gelmektedir. Ve cinslerden türlere, türlerden fertlere kadar her şey, fasıl (bölümlere kısımlara ayıran, bölüm), mümeyyiz (ayıran), müşahhas (bir şahsiyete sahip, somut) adını verdiğimiz bu olağanüstülük ve değişiklik sebebiyle ayırt edilebilmektedir.
Bu olağanüstülük ve aykırılıklar sayesindedir ki, biz iki zıttan ikisinin de mümkün olduğunu bildiğimiz gibi, vâkı olunca (gerçekleşince) da onları birbirinden ayırırız. Ve böylece kâinatta bir tek değil çok sayıda değişik âdetlerin ve tabiatların (doğa, özellikler, hususiyetler…) bulunduğunu biliriz. Birinin mümkün olduğunu bilmemiz, diğerinin vâkı olduğunu (gerçekleştiğini) bilmemizi engellemez ve değişik âdetlere ilişkin değişik kıyaslarımız ve ölçü birimlerimiz vardır.
Gerçi tabiatın uyumu ve âdet deyimleri, yaratılıştan beri sürüp gelen uyumlar için kullanılır ve bundan dolayı bu uyumun zıddı olan ayrıcalıklı olaylar da olağan dışı ve harikulâde vs. gibi adlarla bunlardan ayırt edilir. Lâkin uyumlar, genelden özele doğru çeşitli bölümlere ayrıldığı gibi, birbirine benzemeyen çeşitli ayrıcalıklı olaylar da değişik olmak bakımından kendi aralarında yine bir uyumu, bir ayrıcalık düzenini meydana getirirler. Bunlar da öbürlerinden bu özellikleri ile ayırt edilirler. Ve bundan dolayı fasıl (bölümlere kısımlara ayıran, bölüm), mümeyyiz (ayıran), müşahhas (bir şahsiyete sahip, somut), müstesna (seçkin, benzeri olmayan, kural dışı), nâdir (eşine az rastlanan), garîb (yalnız, tuhaf), hârikulâde… gibi genel kavramlarla ifade olunabilirler.” (Hak Dini Kur’an Dili) (7/123 ayetinin tefsiri)
Peygamberlerin mucizeleri, yaratılıştan beri devam edegelen, olağan veya âdet haline gelmiş veya olağan veya âdet olarak kabul edilmiş şeylerden farklı olarak olağan dışı ve harikulâde olarak meydana gelirler ve bunlar da kendi içlerinde ayrı bir sınıf veya kategori meydana getirirler:
“İşte peygamberlerin mucize denilen alâmet-i fârikaları da (ayırt edici, belirgin özellik) bu şekilde onları başkalarından ayırt ettiren ve davalarını tasdik ettirmeyi amaçlayan ayırıcı özelliklerindendir ki, bunlar da âlemde tehâlüf (birbirine benzemeyiş) ve temâyüz (üstün olma) özelliğine sahip ayrıcalıklı bir ilâhî âdet ve gelenektir.
İnsan, varlıkların sınıflandırılmasında canlılar sınıfını teşkil eden olumlu uyumlar içinde bir tür iken, ayrıcalıklı ve diğerlerinden aykırı olduğu açısından bakıldığında, nasıl ki canlılar sınıfının bir harikasını meydana getiriyorsa, peygamberlik olayları da insan türü denilen olumlu uyumlar içinde böyle bir harika teşkil etmiştir ki, bunların meydana gelişleri olağanlık fikri ve kıyaslama yolu ile anlaşılamaz. Ancak bizzat gözlem ve haber ile bilinebilir.” (Hak Dini Kur’an Dili)
İnşallah sonraki yazıda, mucizeler gibi harika ve olağandışı şeylerin soyut akılla ve kıyasla bilinemeyecekleri konusuyla devam edelim…