Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak Hz. İsa’ya şöyle hitap etmektedir: “seni o küfredenlerin arasından alıp suçsuzluğunu, paklığını ortaya koyacak ve sana tâbi olanları Kıyamet Günü’ne kadar küfredenlere üstün kılacağım. (3/55)”
Üstad Hazretleri 18 Söz’de, “(O Allah ki), yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yaptı. (32/7)” ayet-i kerimesine şu anlamları vermektedirler: “Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir; ona hüsn-ü bizzat denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki; ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
Allah (celle celâluhu) Hristiyanlık dini tahrif olmuş olmasına rağmen, kıyamete kadar Hristiyanların kıyamete kadar kafirlerden üstün tutulacaklarını vaad etmesinde de, şüphesiz ki çok sayıda hikmetler vardır. Çünkü, O’nun (celle celâluhu) her icraatında muhakkak ki sayısız faydalar ve güzellikler mevcuttur.
MESİHİ RUHA OLAN İHTİYAÇ
Küfre karşı mücadelede, âhirzamanda Mesihi ruha ihtiyaç duyulacak olması, maddeciliğe ve zulme doğru yuvarlanıp gitmeleri kaçınılmaz olan Batı toplumlarını dengeleyerek koruması, Asr-ı Saadet’te ve günümüzde Hizmet erlerinin kaçıp sığınabilecekleri bir liman haline gelmeleri ve ahir zamanda Müslümanlarla omuz omuza vererek hak ve hakikatin tekrar yeryüzünde inşa ve imar edilmesinde rol almaları gibi hususları bunlara örnek olarak vermek mümkündür.
Faruk Mercan’ın, bir yazısında paylaştığı, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Bakara suresindeki ehl-i kitap ile alakalı ayetlerin tefsirindeki değerlendirmelerinde de bu hususa dikkat çekilmektedir: “Kur’an'dan önce nazil olan suhuf ve kitaplara da nüzul keyfiyeti itibariyle saygılı olunması tavsiye edilmektedir… Günümüzde Hristiyanlarla ve Yahudilerle münasebetlerde çok önemli. Bu, liberal sistemler ve hümanist düşüncelerin doğmasına vesile oldu.”
Hz. İsa (aleyhisselâm) o dönem itibarıyla çok maddeci bir topluluk olan Yahudilere peygamber olarak gelmişlerdi. Allah (celle celâluhu) bu maddeciliğin ıslah edilip dengeli hale gelmesi adına O’nun (aleyhisselâm) yaratılışında sebepleri devre dışı bırakmış ve ruhani yönü çok daha önde olan bir tebliğ vazifesi ile O’nu (aleyhisselâm) görevlendirmişti. Daha sonraki asırlarda Hristiyanlar da tekrar maddecilik baskın hale gelince, Cenab-ı Hak’kın, Ashab-ı Kehf ile insanların yüzlerini tekrar maneviyata ve ahirete çevirmesinde olduğu gibi.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde de maddecilik çok ileri gitmiştir. Dolayısıyla bu zamanda ifa edilecek hizmetlerin muvaffak olabilmesi için de Mesihi ruha ihtiyaç duyulacağı söylenebilir. Hadislerde müjdesi verilen, âhirzamanda Hz. İsa’nın (aleyhisselâm) tekrar yeryüzüne ineceği (Üstad Hazretleri bizzat şahıs veya şahs-ı manevi olarak da bunun gerçekleşebileceğine dikkat çekmektedirler) ve Hazreti Mehdi’ye tabii olacağı hakikatini de bu açıdan düşünmek mümkün olabilir.
Hz. İsa’da (aleyhisselâm) en bariz öne çıkan hususlardan bir tanesi de affetme yolunu tercih ederek bunu tavsiye etmeleridir. Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Bedir’de esir alınan esirlere muamele hususundaki affetme ağırlıklı yaklaşımı üzerine, Hz. Ebu Bekir'e (radıyallahu anh) şöyle hitap etmişlerdir: "Sen, İbrahim gibisin. O, şöyle dua etti: 'Kim bana tâbi olursa, o muhakkak bendendir; kim de bana isyan ederse, şüphesiz ki Sen, günahları çok bağışlayansın, hususî rahmet ve merhameti pek bol olansın.' (14/36) Sen, İsa gibisin de. O'nun duası da şudur: 'Eğer onlara azap edersen, ne diyeyim onlar Sen'in kulların. Eğer onları bağışlayacak olursan, yine ne diyeyim, şüphesiz ki Sen, Azîz'sin; Hakîm'sin. (5/118)”
Ayrıca, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) kendilerinin de Hz. İbrahim ve Hz. İsa’ya (aleyhimüsselâm) benzediklerini beyan buyurmuşlardır.
Hocaefendi de birçok sohbetlerinde cemaatine her zaman affedici olmaları hususunda telkinlerde bulunmaktadırlar. Seyyidinâ Hazreti Mesih’in “İyilik, sana ihsanda bulunana yaptığın iyilik değildir; iyilik ve ihsan, sana kötülükte bulunana ihsanda bulunmandır!” prensibine uygun hareket edilmesini tavsiye etmektedirler.
Hocaefendi
“Asıl Hüner ve Gerçek Zafer” başlıklı Bamteli’nde şu tahşidâtı yapmaktadırlar: “Fakat şimdiki karakterimin gereği; ne yaparlarsa yapsınlar, bence Hâbil gibi hareket etmeli: Sen, bana, yumruğun ile gelsen, mızrağın ile gelsen, silahın ile gelsen, ben, sana dilimin ucuyla bile bir şey yapmayacağım!.. Evet, Hâbil, “Sen, esas, yaptığın şey itibarıyla, yaptığın şeyler ile Cehennem’e gideceksin!” diyor. Allah, Kâbil’in âkıbetinden muhafaza buyursun!..
Evet, belki bize yapılan tavsiye de bu. İnsanlar içinde, Hâbil-Kâbil hikâyesi hâlâ devam ediyor. Goethe, “Faust-Mefisto” demişti; şeytan ve insan oyunu. O manada, “Oyun, hâlâ devam ediyor, kıyamete kadar da devam edecek” diyor. Oyun, devam ediyor şu anda da. Bence orada aldanan ol da aldatan olma!.. İyilik yapan ol da kötülük yapan olma!.. Kötülük yapanlara karşı, iyiliğe ihtiyaç duydukları zaman, iyilik yapma mülahazası ile otur-kalk, onun rüyalarını gör; bir yönüyle, kendini ona göre hazırla!.. Bir yönüyle kendinde ön yargı oluştur; şartlandır kendini, iyilik yapmaya şartlandır. Kötülük mülahazalarını unut, kim olursa olsun!..”
Süreç boyunca Hizmet insanları kendilerine yapılan onca zulümlere, hukuki yollardan haklarını aramanın dışında herhangi bir maddi mukabelede bulunmamışlardır.
SİYASETİ TAM DİNDAR İSEVİLERE BIRAKMAK
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası’nda geçen yayınlanmamış bir mektupta şöyle bir tespit yapmışlardır: “Gerçi, hakikat noktasında, âhirzamandaki gelecek büyük Mehdi, siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet hakikatlerini ispata, izhara, icraya çalışır.”
Hazret-i Bediüzzaman’ın bir diğer önemli tespiti ise Osmanlı Devleti’nin bir Avrupa devletine, Avrupa’nın ise bir İslam devletine gebe olduğu şeklindedir. Osmanlı bir Avrupa devleti doğurmuş, şimdi ise Avrupa’nın bir İslam devleti doğurması intizar edilmektedir.
Buradan, gelecekte, Müslümanlarla hakiki dindar İsevilerin ittifak edeceğine, günümüzde, Müslümanların yaşadığı coğrafyada, müstakim siyaseti uygulamada gerekli alt yapının olmamasına binaen, bu işe Batı Dünyasında muvaffak olunabileceği gibi işaretler çıkarılabilir.
Şefkat Risalesinde Üstad Hazretleri hizmet-i kudsiyenin üç kerametinden birincisinin “O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek ciheti” olduğundan bahsetmektedirler.
Allah’ın (celle celâluhu) inayet ve keremi sayesinde, Batı Dünyasında, daha önceki asırlardan farklı olarak, önemli ölçüde bir tasfiye meydana gelmiş, hakikatlere engel ve zulümlere sebebiyet veren bazı taassuplardan kurtulabilmeleri mümkün olmuştur.
Günümüzde, ehl-i kitap arasında çok samimi olan insanların varlığına şahit olunmaktadır. Bunlar, cidden ve samimi olarak dinlerine ve insanlara hizmet gayreti sergilemektedirler. Maalesef, bu insanlar yeryüzünde İslam’ın yaşanmasına ve gerçek Müslümanların varlığına şahit olamamakta ve tam tersine İslam’ın menhus ve menfur ellerce karartılan yüzünü görmektedirler.
Yukarıda zikredilen hakikatlerin gerçekleşmesi için hakiki İseviler’den oluşmuş bir cemaatin varlığına ihtiyaç vardır. “O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek” hakikatinin günümüzdeki tecellisinin bir boyutu da bu hakiki İsevilerin hazırlanması olsa gerektir. Hristiyan dünyasında birçok din adamı ve samimi Hristiyanların hakikati bulma adına bir arayış içerisinde oldukları bilinmektedir. Hizmet hareketinin bu coğrafyalara gelmesi ve İslam’ı doğru temsilleri ve bu insanlarla irtibata geçmeleri, Hizmet hareketinin ve başındaki Zât’ın daha çok tanınır hale gelmesi ve daha bilemediğimiz Allah’ın (celle celâluhu) lütufları sayesinde, âhirzamanda çok önemli bir misyonu eda edecek olan bu hakiki İsevilerin var olduklarını ve giderek artacaklarını ve gerekli sayıya ulaşacaklarını ümit edebiliriz.