Fakirlik, cehalet ve tefrika içinde inleyen koskoca bir mazlumlar, mağdurlar ve mahkumlar dünyasına hizmet verecek olan aksiyon erlerinin, birer fikir sahibi ve yiğit birer ihlas ırgatlar olarak, çok önemli donanımlara sahip olmaları icap etmektedir. Ayrıca bu sarp akabelerden geçerken pek çok engele de göğüs germeleri gerekecektir…
M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Düşünce ve Aksiyon İnsanı” başlıklı yazısında bu mesele üzerinde durmaktadır: “Düşünce ve aksiyon insanı; hareket eden, planlayan, dünyaya yeniden nizam verme hafakanlarıyla oturup kalkan, asırlardan beri yıka geldiğimiz ruh ve mânâ heykellerimizi yeniden ikâme etme hareketini temsil eden, tarihî değerlerimizi bir kere daha yorumlayan; hareketten düşünceye, düşünceden harekete irade ve mantık mekiğini rahat kullanmasını bilen ve kendi ruh ve mânâ kaneviçelerimize göre bize yeni yeni dantelalar ören bir hamle insanıdır.
“O, duygudan düşünceye, ondan da pratik hayatın hemen her faslına uzanan çizgide, hep nizam soluklar; yapma ve inşâ etme duygusuyla oturur-kalkar. O, maddi güç ve kuvvetini kullanarak ülkeler fethetme, zaferden zafere koşma yerine, ruh erkân-ı harplerini, düşünce mimar ve fikir işçilerini yetiştiren, çevresine her zaman imar ve inşâ düşüncesi üfleyen, çıraklarına harabeleri mamur etme yollarını gösteren ledünnî (Hz. Hızır Aleyhisselam gibi eşya ve olayların arka planlarına vâkıf) bir Hak eridir. İradesini, sonsuz meşietle birleştirebilmiş, şevk ve şükürle çoşkun bir Hak eri… O, bu güç kaynaklarını yerinde ve Sâhibine vefâ hissiyle kullanabildiği sürece, katiyen yenilmez; yenildi zannedildiği yerlerde bile farklı bir zafer tabyasının başında olduğu görülür.
“Düşünce ve aksiyon insanı, bazen vefalı bir vatan evladı, bazen düşünce buudlu bir hareket insanı, bazen bir ilim aşığı, bazen dâhî bir sanatkâr, bazen bir devlet adamı, bazen de bunların hepsidir.”
Hocaefendi bu tariften sonra gerçekten aşk, heyecan ve aksiyon yüklü bazı büyüklerimizden söz ettikten sonra meseleyi Bediüzzaman Hazretlerine getirip der ki: “Ve hele imanı düşüncesi ve baş döndüren aksiyonuyla, küfür ve ilhad dünyasının bütün planlarını alt üst eden Bediüzzaman’ı hatırlamamak mümkün mü? (…) O, İslâm âleminin, inanç, moral ve vicdanî enginliğini hem de en katıksız ve müessir şekilde ortaya koyan çağın bir numaralı insanıdır. Ona, onun düşüncelerine, hissî mülâhazalarla yaklaşmak, onu ve eserini anmak sayılmaz. Duygusallık, onun her zaman uğrunda yiğitçe tavır ortaya koyduğu ve gürül gürül anlattığı meselelerin ciddiyetiyle telif edilemez. O, bütün ömrünü, Kitap ve Sünnetin gölgesinde, tecrübe ve mantığı kanatları altında derin bir aşk ve heyecanla beraber hep bir muhakeme insanı olarak sürdürmüştür. (…) Bediüzzaman, gerek düşünce hayatında, gerek aksiyonunda hemen her zaman başkalarında bulunmayan engin bir karakter sergilemiştir. Onun insanlık için en hayati meselelerde bütün insanlığı kucaklayışı, küfür, zulüm ve dalâlete karşı tiksinti duyuşu, her yerde istibdatla savaşı, hatta bu uğurda hayatını istihkâr edercesine vefası ve civanmertliği ve ölümü gülerek karşılaması, onun için normal davranışlardı. O engin bir his insanı olmanın yanında, misyonuyla alâkalı meselelerde, hep Kitap-Sünnet yörüngeli; muhâkeme ve mantık televvünlü yaşamıştır. O hemen her zaman, davranışları itibarı ile, mâsum bir ikili görünüm sergilerdi: Biri, engin bir vicdan eri, derin bir aşk ve heyecan timsâli ve olabildiğince mert bir insan görünümü; diğeri de fevkalâde dengeli, çağdaşlarının çok önünde ileri görüşlü, büyük plan ve projeler üretebilen sağlam bir kafa yapısına sahip mütefekkir görünümü. Bediüzzaman ve onun dâvâsına bu zaviyeden yaklaşmak, onun, İslâm büyüklerinin bir devamı olarak, içinde bulunduğumuz çağda bizim için ifade ettiği mânâyı anlamamız bakımından çok önemlidir. (…) Bediüzzaman, materyalist düşüncenin, fikir hayatımızı hercümerce ettiği, komünizmin en çılgın dönemini yaşadığı, dünyanın en bunalımlı, en karanlık, en sıkıntılı günlerden geçtiği çok talihsiz bir zaman diliminde, iman ve ümit tüten eserleriyle, sarsıntı üstüne sarsıntı yaşayan insanımıza Hızır çeşmesine giden yolları gösterdi ve gezdiği her yerde yığınlara hep ‘ba’sü ba’de’l-mevt’ (dirilişi) üfledi. (…)
“Hiç kimsenin dînî hakikatler adına bir şey söylemeye cesaret edemediği en kâbuslu dönemlerde o, uyutulmak istenen yığınlara teyakkuzlar çekti (alarmlar verdi)… cehalet, fakr u zaruret ve iftiraka karşı savaş ilan etti… Toplumu saran çeşit çeşit vehimleri temelinden sarstı… Ateizm ve inkâr-ı ulûhiyete karşı bir sath-ı mücadele oluşturduğu gibi, bâtıl ve hurafeleri de kendi çıkmazları içinde boğdu. Her zaman, şâyan-ı hayret bir medenî cesaretle asırlık dertlerimizi teşrih etti ve tedâvi yollarını gösterdi. Araplar ‘En son ilaç dağlamadır’ derler. O, bir-iki asırlık, riyâ, gösteriş ve âlâyiş üzerine âdetâ bir kızgın demir bastı; saray ricâlinden doğudaki aşiret reislerine, meşihattan (şeyhülislamlıktan) askeri erkâna kadar herkesin ruhunda mâkes bulacak çok yeni şeyler söyledi… Söyledi ve her kesimi ile milletin dikkatini üzerine çekti.”
M. Fethullah Gülen Hocaefendinin, Üstad Hazretleri üzerine yaptığı bir muhteşem değerlendirmeler sayfalar sürüyor… Ben sadece oradan-buradan bazı bölümlerini aktarabildim… Elbette, düşünce ve aksiyon anlayışımız için eşsiz bir nümune ve rehberdir…