Kanada’dan bir gönül dostu, gönlünü ummanlar gibi cömertçe açtıkça açan bir büyük himmet eri, bir gün telefon açıp, “Sana bir dilekçem var; Efe Hazretlerinin ‘Allah bizi İNSAN eyleye…’ dediği İNSAN nasıl olunur, bunu bana izah eder misin?” dedi. Daha sonraki bir telefonda ise “Kâmil mânâda ANA nasıl olur, nasıl yetişir, bu hususta da bir cevap bekliyorum. Bu da ikinci dilekçemdir” dedi.
Bu dilekçelere cevap verecek derecede bir bilgiye sahip değilim. Ama bu hususta Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendinin “Çekirdekten Çınara” kitabı üzerinde çalışırsam, belki bir parça cevap hazırlamış olurum, diye düşündüm. Bazen özetle, bazen aynen, bazen bazı bölümleri ele alarak birşeyler aktarmaya çalışacağım:
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Çekirdekten Çınara (Bir Başka Açıdan Ailede Eğitim) isimli kitabında, Giriş kısmında 1-Ahlak Anlayışımız, 2-Milletlerin Yıkılış Sebepleri, 3-Başka Milletleri Taklit, 4-Mükerrem Varlık, 5-Batıda Kilise Hâkimiyeti ve Ruhbanlık, 6-İslam’da Din-Devlet İlişkisi, 7-Ahlâkî Prensipler, 8-Planlı ve Prensipli Yaşama, 9-Yüksek Ahlâk, 10-Dünya Hayatının Ziynetleri, 11-Merhametli Olmak, 12-A’layı İlliyyîn-i İnsaniyet başlıkları altında başlıklara uygun bilgiler verip izahlarda bulunduktan sonra 1. Bölüm’de “Evlilik” üzerinde duruyor.
Birinci Bölüm
Evlilik
1-Aile Terbiyesi
M. Fethullah Gülen Hocaefendi özetle şöyle diyor: “Ahlâkın en önemli esası inanç ve akîdedir. (…) Gerçi iman bir ışık ve kuvvet kaynağı, imansızlık bir zaaf, bir boşluktur ama, hakiki iman; kendi gücünü amelle ortaya koyar. İnanmamış bir insanın toplumuna faydalı olduğu görülmemiştir; faydalı olanlar da o kadar nadirdir ki, sayıları parmakla gösterilebilecek kadar azdır. (…) Gerçek fazilet, imana ve muhasebe duygusuna dayalı fazilettir. (…) Evet mümin, işte bunları düşünen ve hayatını ona göre tanzim eden insan demektir. Bu itibarla evvelâ, hem fertte hem de cemiyette akide ‘inanç’ çok sağlam olmalıdır ki, saptıran değişik hisler karşısında imanın gücüyle istikamet korunabilsin. Bazen inanıyor, bazen inanmıyor görünen fertlerin teşkil edecekleri AİLE’de de TOPLUM’da da hayır yoktur. Böyle bir cemiyette ve onların teşkil edeceği MİLLET’te de hayır yoktur.
“Öyle insanlar vardır ki; Allah’a sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana maruz kalırsa yüzüstü dönüverir. Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.” (Hacc Suresi, 22/11) Dinî prensiplere karşı heptenci olmayıp, işi ucundan ucundan tutanların hâli budur…
“Evlât ve mal dünyanın süsü, ziynetidir. (Kehf Suresi, 18/45) Değerlendirilebilirse, âhiretin de zâd (azık) ve zahiresidir. Allah (c.c.), insanların gönüllerini bunlarla sevince, sürura ulaştırır. Bunları göze ziynet, kalbe gıda yapar. İnsan bu ziynetleri gördükçe, pratikte dünya mutluluğunu, ümitlerinde de ötelerin saadetini duyabilir. Ne var ki, siz bu ziynetleri eğer bâkileştiremezseniz, mutlu olamazsınız, olsanız da buruk yaşarsınız… Evladınız, torununuz, dünyanız sizi rahatsız edebilir. Aksine fâni ve zâil olan bu şeyleri bâkileştirip Kâinatın Yaratıcısı adına bakıp gördüğünüz, O’nun yolunda ve O’nun istediği istikamette kullandığınız ve geliştirdiğiniz zaman, son zannedilen her noktanın bir başlangıç olduğunu göreceksiniz. Dünya hayatının sona erip kapanmasıyla biten bütün fâni ve zâil ziynet, depdebe, ihtişam öbür âlemin açılmasıyla en mükemmel şekle bürünerek orada da devam edecektir.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Dördüncü Lem’a’da aile hayatının, dünya ve âhiret saadetine vesile oluşunu izah ederken diyor ki: “Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız dünyevî hayata mahsus bir hayatta da hayat arkadaşıdır. (…) Mâdem mümin olan kocası, iman sırrına binâen onun ile alâkası sadece dünya hayatına münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil; belki ebedî hayatta dahi hayat yoldaşı noktasında esaslı ve ciddi bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddi hürmet ve muhabbeti taşıyor.
2. Yuvanın Önemi
Bir millet ve toplumun mükemmeliyeti AİLE’den, EŞLER’in el ele verip kurdukları YUVA’dan başlar. Bu itibarla TERBİYE, yuvadan başlamalı ki, kalıcı olsun. Yuva terbiye esasları üzerine kurulamamışsa, cemiyetin terbiyeli olması da düşünülemez. Hatta kusursuz bir TALİM ve TERBİYE POLİTİKASI ideal insan yetiştirmede çok önemli olsa da, yuva, verdiği ve vereceği şeyler açısından hep önemini koruyacaktır.
“Yuvada ve hususiyle de, şuuraltı beslenme döneminde iyi beslenebilmiş dimağlar (beyinler), ciddî muhalif rüzgarlara maruz kalmazlarsa, ileride bazı küçük tembihlerle şuuraltı müktesebatlarının kahramanları olarak karşımıza çıkıp bizi şaşırtabilirler. Evet yuvada başarı, umum hayatta başarının ilk merhalesidir… Ve bu merhale de sağlıklı bir izdivaca bağlıdır.
Evet iyi bir aile hayatı, Cennet’ten bir köşe gibi evlerimizi güzelleştirir. Çocuklarının hâfızaları, çok değerli birer fotoğraf mâkinesi, birer kamera gibidir. Hiç silinmez. Zamanı gelince şuur altı beslenmeler kendisini hissettirir…