Şimdilerde Afrika’daki okullarımızda pek çok Orta Asya’dan yetişip gelmiş öğretmenlerimizi görüyoruz. İnşaallah yakın bir zamanda da dünyanın her yerinde Afrika’dan yetişip gelen öğretmenlerimizi göreceksiniz.
* * *
Efendimiz (S.A.S.) “Şam’da bereket var!..” demiş ve üç defa Şam için dua etmiş. “Ya Resulullah, Irak için de dua eder misiniz?” diyenlere “Irak’ta sarsıntı ve fitneler var! Şeytanın boynuzu oradan çıkacaktır!..” buyurmuştur.
Ayrıca “Arz’da safvetullah, Şam’dır.” buyurmuştur.
Hz. İsa Aleyhisselam'ın Hz. Meryem validemizle 10 sene Şam’da kaldığı rivayet edilir. Şam’a 40-50 kilometre uzaklıkta Mâlûle isimli bir kasaba var. Bir kaç tane mescid olmasına rağmen orası Hıristiyanlar için tarihi bir yer. Hz. İsa’nın dili “Ârâmî” lisanı idi. O kasabada hala bu dili kullananlar var. Yukarı bölümde Hz. İsa Aleyhisselam'ın da kaldığı söylenen bir kilise ve bir su var. Çok ferah feza bir yer. O dönem putperest olan Konya’daki kralın kızı Tikla’nın buraya geldiği, iman ettiği söyleniyor. Fakat babası adamlarını gönderip yakalatıyor ve Konya’da öldürüyor. Geçtiğimiz seneler Konya Karaman civarında bir mezar bulundu, çürümeyen saçlarından ve giysilerinden bir prenses olduğu tahmin ediliyordu. Benim tahminim işte bu imanlı hanım, Takla olabilir...
* * *
On sene önce Hira Dergisinin toplantısında büyük âlimlerden Muhammed Umâra; “Türkiye’ye gelip eğitim hizmetlerini gördükten sonra Osmanlı hakkındaki kanaatlerimin % 80’ini tashih ettim. Biz elli sene yanlış yapmışız” dedi.
O zaman, Türâbî’nin de şöyle dediği söylenmişti: “Ben itiraf edeyim ki, Türkleri sadece asker millet biliyordum. Ama şimdi ilmî fikrî her şeyi aklımdan bir daha geçirdim. Önemli bir şeyi anladım ki: Sizin Hocanızın hikmeti sizi, bizim düştüğümüz SİYASET VARTASINDAN korumuş.”
* * *
M. Fethullah Gülen Hocaefendi: “Eğer Üstad’ın sesine ses verenler olsaydı, o zaman Üstad, bir yalnızlık, bir gurbet ve gariplik yaşamazdı. Hem içten, hem dıştan Âlem-i İslamın entellektüelleri destek verselerdi, çok güzel şeyler olurdu.” dedi. Bu gün de öyle değil mi? 11 Eylül Terör Eylemi karşısında, Hocaefendinin “Terörist Müslüman, Müslüman da terörist olamaz!..” dediği gibi bütün Müslüman entelektüeller, amasız, şartsız olarak aynı şeyleri haykırıp onun bu tesbitine ve sesine destek verselerdi ABD, Afganistan’a , Irak’a girmezdi… Maalesef, Hocaefendi yalnız kaldı…
Meşhur Prof. Dr. Ferid Ensârî’nin hocası Bûşihî, büyük bir âlim ve meşhur bir şahsiyet olmasına rağmen Türkiye’yi gezip Hizmeti gördükten sonra, kendisine tercümanlık yapan torunu yaşındaki Nevzat Hocaya, “Gelin, siz bizim hocamız olun… Biz de size talebe olalım… Kıskançlık yok. Güneş battığı yerden doğacak!” demişti.
* * *
Bir toplantıda Mısırlı Prof. Dr. Nadya Mustafa isimli hanımefendi, Arap Hocalara: “Otuz senedir uğraşıyoruz. Ama hep konuşuyoruz. Yaptığımız bir şey yok ortada!..” dedi. Sonra orada bulunan bizim arkadaşlara dönüp; “Allah için bize Hizmeti gösterin. İş nasıl yapılır, bize anlatın…” dedi.
* * *
Mısır’dan bir kurs hocası (Sâbir bey), bizim yayın heyetine katılmıştı: “Kayseri’ye gitmiştim. Orada bir iş adamı gördüm. Hem faal şekilde hizmetini yapıyor, hem de işini… Bakıyorsun sabahtan hava alanına gidip dış ülkelerden gelen misafirleri alıp gezdiriyor ama akşam olunca bakıyorsun, bir kenarda mütevazi bir kişi… Bir himmet programına şâhid oldum; sanki sahabe atmosferi… Oturmuşlar Tebük seferine hazırlanır gibi, Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar kesilmişler!.. Fedâkarlığın, cömertliğin sınırları yok… Hep böyle hayretler içinde kaldım!..”
* * *
Yemen’den gelen Yemenli Hira Dergisi temsilcisi Kâmil Bey şöyle demişti: “Önceden Risale-i Nur’u okumuştum ama ben Risale-i Nur’u Türkiye’ye gelip Hizmeti görünce anladım. Onlardaki tebessüm ve lüyûnet çok dikkatimi çekti. Bu hâl, câzip ve câlib… Tek başıma okuyup anlamadıklarımı toplu okumalarda anladım. Önce bunlar herhalde sûfi, dedim sonra sûfilik böyle ise ben de sûfîyim, dedim. Gördüm ki, Eşref ve arkadaşları başkalarına iyilik yapmaktan, hizmet etmekten zevk duyan, sessiz duran, aslında mânen derin olan talebeler…Düşüncelerin güzelliği kadar, ortaya konulan örnekler de öyle kâmil…”
* * *
Ecir Bey dedi ki: “Burada Yemen deyince, herkes Veysel Karanî’yi soruyor. Ama Yemen’de ayrı ayrı meşrepler var. Mesela, Mısır’da yetişmiş Vehhâbî meşrep bir zât dedi ki: ‘Hayatımda ruhânî iki hâl yaşadım. Birisi umrede oldu. Birisi de Hira Dergisinin toplantısında… Takdimci bile ağlıyordu.”
* * *
“Merhum Özal Suudi Arabistan’a geleceğini öğrenen Riyad’daki büyükelçi, oradaki, Diyanetin hocası Din Ateşesinden Umre ve namaz hakkında bilgi almak istiyor. O da “Kolayı var. Nasıl olsa hep beraberiz… Ben ne yapıyorsam siz de onları yaparsınız” diyor. Neyse namaza duruyorlar. Fakat Din Ateşesinin ayağı arızalı olduğu için oturunca uzatmak zorunda kalıyor. Bu sefer Büyükelçi ve diğer resmi görevlilerin hepsi de ayaklarını uzatıyorlar!.. O zaman öyle… Şimdi ne yapıyorlar?..
Özal merhum risk almayı severdi… Kafasını çıkarmayan kaplumbağa yerinde sayar, bir adım bile atamaz…
İşte bazı ambarlardan taşanlar…