M. Fethullah Gülen Hocaefendi bütün sorumluluklar yanında evlatlara karşı sorumluluğu da şöyle anlatıyor:
“Herkes kendi sorumluluk alanının mesulüdür ve elinin altındakilerden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine bütün olumsuzluklar da seyyiât hanesine yazılacaktır.
“Nebiler Serveri (S.A.S.), Buhari ve Müslim’de yer alan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: ‘Her birerleriniz râi (çoban) ve hepiniz elinizin altındakilerin sorumlusunuz: Devlet reisi bir râi ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü iyâlinin (ailesinin) râisidir ve raiyyetinden mesuldür. Kadın, beyinin hânesinin râisi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râisi ve elinin altındakilerden mesuldür. Her birerleriniz râi ve her birerleriniz raiyyetinden sorumludur.” (Buhari, Cuma, 11)
“Mevzu çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alâkalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir: “Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni (annesi babası) onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.” (Buhari, Cenaiz, 80)
“Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait, temiz bir fıtratla doğar ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere siz teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tâbî olarak, Yahudi ya Nasranî veya Mucûsî olurlar. Tâbiî burada şu hususu da ilave etmek mümkündür: Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.
“Şu bir gerçek ki her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânevî köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise, mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü üsaresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçemizdeki ağaçlara AŞI yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre VARLIĞA MÜDAHALE hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar AL KASIZLIĞIN BODURLAŞTIRMASI ve BOZMA GAYRETLERİNİN AZGINLAŞTIRMASI gibi iki dezavantaja karşılık, anne-babamın vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet olumlu müdahale olmazsa, kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki halde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Bilhassa günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlatlarını tamamen ihmâl etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünden çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir.
“Yine İmamiye menşeli bir hadiste, Allah Rasulü (S.A.S.) şöyle ferman ediyor” ‘ hir zamanda babalarından ötürü EVL TLARIN VAY H LİNE!’ Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar: -Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular? (Cevap) –Hayır mümin babaları onlara kıydı… (Soru) -Nasıl oldu ya Rasûlallah? (Cevap) -Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler.
“Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz: Şu küçük dünya adına dinin farzları terk edildi. Sorumlular, din eğitim ve öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddi hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve ruhî hayatlarını ihmal ettiler… Kur’an okutmak, Onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti tâlim etmek vaktini alır diye, dinî bilgileri öğretmeyi önemsemediler.
“Yukarıdaki hadisin mânası şu âyette tam bir uyum arz etmektedir. ‘Hayır, hayır siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyorsunuz ve âhireti umursamıyor, görmezlikten geliyorsunuz’ (Kıyâme Suresi, 75/20)
“Allah Rasûlü (S.A.S.) sözlerini şöyle devam ettiriyor: ‘Ben onlardan beriyim, onlar da benden beri olsunlar.’ Yani evladını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar.’ Ruhen –ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir tir tir titrerler, titremelidirler de. Böyle önemli ve hayatî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendisine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur’an okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah’tan korktuğunu söylüyordu. Evet o, elinin altında bulunanların mesuliyetini omuzlarında hissediyordu. Ya biz? Şu şahsî zevklerini esas alarak kurduğu yuvada vücutlarına sebebiyet verdiği yavruların ruh ve kalblerini ihmâl eden anne-baba şeklindeki merhametsizler… Acaba, ne kadar ayılıp-bayılmalı ve ne kadar titremeliyiz?