Çoğu zaman insanlar, asıl ile usulü birbirine karıştırır; özü bırakıp ambalaj ve kalıbı ile uğraşırlar… Böylece pek çok şeyden mahrum kalırlar. Bilmezler ki, usûl için asıl fedâ edilemez.
Bu hususu M. Fethullah Gülen Hocaefendi farklı bir şekilde ele alıyor: “Her ilmin kendine göre bir tarifi her işin de kendine mahsus bir tekniği vardır. Bu tarif ve teknik olmadan ne bir ilim dalından ne de bir iş kolundan bahsetmek mümkündür. Durum böyle olunca, işlerin en mukaddesi ve muazzezi olan tebliğ (islamiyeti anlatma) vazifesinin de, kendine göre bazı usûl ve teknikleri olsa gerek. Bunlara riayet edilmeden yapılan tebliğ, zavallı bir gayretçik olmaktan öte hiçbir işe yaramaz. Elde edilen geçici muvaffakıyetler ise yarını olmadığı için zımnî birer mağlubiyet demektir.
“İyilikle emir ve kötülükten nehyetme” hizmetini insanların ilimle mücehhez olmaları esastır. Zira ilim ile tebliğ, aynı hakikatin iki yüzü gibidir. Onun için tebliğ insanı, müntesibi olduğu dini o dinin ihtiva ettiği gerçekleri başkalarına anlatmadan önce, kendisini, tebliğ ettiği din adına iyice yetiştirmek zorundadır. Aksi halde, hem de din uğruna bir çok falsolar yaşayabilir ve muhatabı olduğu kimseleri kendinde de, dinden de ürkütüp kaçırabilir. Halbuki böyle bir sonuç, bir bakıma hem kendisinin hem de başkalarının dünyevî ve uhrevî hukukuna tecavüzdür.
“İşte bu bölümde ilk önce, mutlak mânada ilim anlayışımızı ardından da ‘tebliğ, ilim, amel’ münasebetini ele alıp anlatmayı düşünüyoruz. “İlim, bütün varlık âlemi içinde bir Âdem mihrabıdır. O, Hz. Nuh’ta sefineleşir. Sefine (gemi) de Nuh’laşır. İlim, Hz. İbrahim’de vadiler haline gelir. Öyle vadiler ki, oralara sağanak sağanak İlahî vahiy inmeye başlar. O, Hz. Musa’da bir Tur veya Tur’da Musa olur. Öyleyse, kainatta görünen her şey bir kalıptan ibarettir. Kainatın özü ise ilimdir.
“İlim nedir? İlim, nefsini bilme adesesi (merceği) ile Rabbini bilme keyfiyetidir. İnsanın kendini rasat ederek Rabbini görmesi, duygularında keşfettikleri ile Allah’ın sıfatlarını ve isimlerini müşahede etmesi ve böylece Rabbini anlamaya, bilmeye çalışması… İşte gerçek ilim budur. Yunus: ‘İlim ilim bilmektir, / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır.’ derken, ilmin ana mihrakına (odağına) vurgulamak istemiştir.
“Şu kimseler gibi olmayın ki, onlar Allah’ı unuttu, Allah da onlara nefislerini (iç düşmanlarını) unutturdu.” (Haşir Suresi, 59/19) âyetinden şöyle bir mâna daha anlamak mümkündür: Sakın Allah’ı unutmayın, Aksi halde Allah size nefsinizi unutturur. O zaman siz sadece dışla meşgul olmaya başlarsınız. Nazarınız hep dışta dolaşır. Bir türlü tefekkür ve muhasebenizi kendinize çevirmezseniz. İslam, der; fakat İslam’ı dışarıda ararsınız. Kur’an der; ancak Kur’an ahkamını yaşamayı başkalarından beklersiniz. Evinizde size en yakın olanlar İslâmî hükümleri alenen çiğnerken, siz onları görmezden gelir, hep tecessüs ve beklentilerinizi başkaları üzerinde yoğunlaştırırsınız. Sokak sokak dolaşıp, İslam talebiyle sloganlar atarken şeytan arkasında yürümek ne hazindir. Böyle bir duruma düşmemek için evvela insan, kendi muhasebesini çok iyi yapmalı ve günde birkaç defa Rabbisiyle olan münasebetini mutlaka gözden geçirmelidir. O halde bizler, zirvelere tırmanan dağcılar gibi, ayağımızı attığımız ve atacağımız yeri çok iyi kontrol etmeliyiz. Urganımızın ucundaki kancayı çok sağlam bir zemine tutturmalıyız; zira yapacağımız en küçük bir yanlışlık hayatımıza mâl olabilir.
“Evet, mâbedde, mescitte, hatta Kâbe’de ve Ravza’da insanın kendini unutması ne acıdır! Ve üzülerek itiraf etmeliyim ki, buralarda dahi nefsini unutanlar sayılamayacak kadar çoktur. Aman Allah’ım, bu ne büyük bir hasrettir!..
“Peygamber’e (S.A.S.) vâris olan kâmil insan, feyz-i akdesten gelen hiçbir ışığı kaçırmaz; âdeta güneşten gelen radyasyonları yutabilecek büyük bir yutucu santral gibi, kendisine ehadiyet tecellisiyle gelen ve cemâlî cilveler olarak intikal eden; eden ve rahmetin zuhuru olarak onun başını okşayan ne kadar akdes ve mukaddes feyiz varsa, bunların zerresini dahi heder etmeden, kalbini bütün fakülteleriyle faal hale getirir ve bütünüyle bu feyizlere makes olmaya çalışır. Bu, aynı zamanda onun Rabbisine karşı saygının ifadesidir ve bir şarj olma maeliyesidir.” (İrşad Ekseni) Büyüğümüzün bu anlattıklarına göre bize düşen meselenin aslına ve usulüne uygun gayret göstermeliyiz.