İşadamlarından bir grubun 1998 senesi bir sohbetlerine katılmıştım. K.Ö. dedi ki: “Türkiye’nin önü açık… Rusya’da da belirsizlikler var ama bu durum geçince, herşeyi aşacak, çünkü halkın elinde para var. Hatta kriz olduğu günden sonra Antalya’da bulunan Rus turistler tatillerini uzatıyorlar.”
Sonra B. Ç. Şunları söyledi: “Orta Asya’da iş yapmadan ben Hizmeti tanımıyordum. Baktım üst düzey idareciler çocuklarını Hizmetin okullarına kaydettirmek için bizden yardı istiyorlar ve okulları ve eğitimi övüyorlardı. Gerçekten ben de yakından tanıyınca çok takdir ettim. Sonra seyahat için bir heyetle Japonya’ya gitmiştik. Bizim heyeti hava alanında Hizmetin gençleri karşıladılar. Onlar Japon Üniversitesinde okuyor, hem de Türkçe kurs veriyorlarmış. Japon Profesörler bilhassa bir tanesini çok övdüler. Hatta onun Bill Gates’ten daha zeki olduğunu söylediler. Türkçe kursları saat onda bitiyormuş fakat Japon gençler saat gece ondan sonra da kurstan ayrılmak istemiyorlarmış. Çünkü huzur buluyorlarmış ve bu mânevî duygu onları orada tutuyormuş. Biz de saat 22:30’dan sonra ziyaretlerine gittik. Heyette bulunan Orta Asyalı üst seviye bir hanımefendi “Benim çocuğum da o okullarda okuyordu. Beğeniyordum. Ama Japonya ve dünya boyutunda şahit olduğum şeyler bana çok tesir etti..” dedi.
* * *
Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli’ye bir düğünde mikrofonu ağzına tutup “Bir konuşma yap!” dediler. O da, “Beni zorda bırakmayın. Bana Prof. Neşet Çağatay bizzat anlatmıştı. Isparta’dan millet vekili olarak adaylığını koymuş. Bir kazaya gitmişler. Orada delegeler de varmış. Tabii Neşet Beyin orada kendi partililerine güzel bir konuşma yapması gerekiyormuş. Fakat milletvekili adaylarından bir çarıklı erkan-ı harp gelmiş, kendisine, ‘Hocam, ben kısa bir giriş konuşma yapacağım. Sonra siz uzun uzun hitabede bulunursunuz.’ diye izin isteyerek kürsüye çıkmış. Kendisinin partiye büyük hizmetlerinden, uzun uzun bahsedip kendi propagandasını en güzel şekilde yaptıktan sonra da: ‘Şimdi sizlere sayın profesörümüz Türk Bayrağının öneminden bahsedecekler” diye bir de dayatmada bulunmuş. Neşet Çağatay bu sefer kara kara düşünmeye başlamış…” Ekrem Pakdemirli, bunları anlattıktan sonra, “Aramızda kim bilir nice böyle çarıklı erkan-ı harpler vardır.” demiş.
* * *
Yusuf Bey 1999 başı Kıbrıs’tan dönmüştü. Dedi ki: “Uçaktan inince bir taksiye bindim. Kıbrıslı şoför kendi şivesiyle başından geçenleri anlatıyordu: ‘Ramazanda iki tane çok asortik hanım yolcularımı götürüyordum. Onlar oruçlarını nerede açacaklarını kararlaştırıyorlardı. Onların oruçlu olacaklarını hiç tahmin etmiyordum. Otelde mi, yoksa kumar masasının bir köşesinde mi oruç açacaklarını konuşurken, ben ‘Hem oruç ibadeti, hem kumar nasıl oluyor? Bu paralarla fabrika açsanız veya ordumuza yardım yapsanız daha iyi olmaz mı?’ dedim. Bana ‘Sen direksiyonuna bak. Elâlemin parasından sana ne?’ dediler. Çok kötü duruma düştüm. Peki şimdi bu kumarcıların ibadeti ne olacak?’ diye şoför bana soru sordu… Ben de, ‘Allah, hem yapılan ibadetlerin, hem de işlenen günahların hesabını ayrı ayrı bilir. Mahşer günü mizan başında ameller tartılırken, amellerin iyilik ve kötülük durumlarına göre, daha doğrusu terazinin kefesinin ağır basan tarafına göre muamele eder.’ dedim.
Şoför bu sefer yine bir hatırası ile devam etti: “Bir gün yine havaalanından bir avukatı aldım. Cep telefonundan hanımını aramak istedi, cep telefonu çalışmıyordu burada… Hanımına Adana’da olduğunu söyleyecekmiş. Çünkü uçağa binerken öyle demiş. Ben ‘Kıbrıs’tan bir telefon ediver’ dedim. “Olmaz. Kıbrıs’ta olduğumu anlar.’ dedi. Geri dönmek istedi ama o saatte Türkiye’ye uçak yoktu. Doğruca Kumarhaneye gitti… Bana da ‘Bekle’ dedi. Bekledim. Sabah oldu. Gözleri kan çanağı gibi olmuş. Kendi kendine söyleniyor: ‘Milyarları kaybettim!.. Hanıma nerede olduğumu söylemedim. Ben şimdi ne yapacağım!..’ diyordu.”
* * *
Merhum Faruk Bey dedi ki: “Turgutlu’da kasaplık yapıyoruz. Otobüsteydim, beni tam restoranın yanında indirdiler. Ama onları koruyucu köpekleri vardı… Azılılar… Hırlıyorlar.. Ödüm koptu. Üzerime gelmeye başladılar. Birden Üstadın, böyle köpekler için ‘Biz hain değiliz!..’ deyişi aklıma geldi. Ben de bağırarak, aynı sözü söyledim. Bir den frene basmış gibi yerlerinde kaldılar.”
Sözü kim söylemiş, hangi makamda söylemiş, çok mühimdir.